Ardıl Batmaz
Diyarbakır'da 'Kürtler ne yapmalı?' konulu panel düzenleniyor. Panele katılan araştırmacı yazar Tanıl Bora, "Kürtlerin siyaset sahnesinde belirleyici olmasına karşı muazzam bir reaksiyon var" dedi.
Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin (DİTAM) 'Kürtler ne yapmalı?' konulu paneli, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, akademisyenler, hukukçular ve gazetecilerin katılımıyla gerçekleşiyor.
DİTAM Yönetim Kurulu Başkanı Mesut Azizoğlu'nun açılış konuşmasını yaptığı panele araştırmacı yazar Tanıl Bora, akademisyen Cuma Çiçek, Doç. Dr. Bülent Küçük, Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Doç. Dr. Arzu Yılmaz konuşmacı olarak katıldı.
'HDP'NİN KİLİT PARTİ OLMASI VE ÇÖZÜM SÜRECİ BİRİKEN BİR HINCA YOL AÇTI'
Açılışın ardından kısa bir konuşma yapan moderatör Sedat Yurttaş, "Sağın en zirve yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunun etkileri ve sonuçları ne olacak, bunun cevaplarını arayacağız. 50 bin insanın öldüğü bir coğrafyayı şüphesiz ancak bir mezbaha ile anlatabiliriz. Bu süreci geride bıraktık diyemiyoruz. Hala Kürtlerin kesik damarlarından şiirler akmaya devam ediyor" diyerek sözü Tanıl Bora'ya bıraktı.
'Türk Sağı, Türkiye’de Milliyetçilik ve Kürtler' başlıklı konuşmasında Bora, Türk milliyetçilerinin Kürt meselesine nasıl baktığına değindi. Seçimlerde milliyetçi siyasilerin tutumuna değinen Bora, "Türk milliyetçiliğinin müzakere edilmesi gereken, razı edilmesi gereken özne olarak ortaya çıkmasından büyük bir zafer duygusu hissettiler. Bu, bence çok şey anlatıyor. Siyasi, stratejik değerlendirmeden öte bir tür hınç var bunun arkasında. Kürtlerin siyaset sahnesinde belirleyici olmasına karşı muazzam bir reaksiyon var. Özellikle 2015 yılının gerçekten burada bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. HDP'nin kilit siyasi parti olarak belirmesi, daha sonra İstanbul seçimleri meselesiyle de bunun tekrar edilmesinin biriktirdiği bir hınç var" dedi.
'KÜRTLERİ, TÜRK'ÜN KÜRT'Ü OLARAK YA DA BİR TÜR MUAVİN MİLLET OLARAK TASARLAYAN BİR BAKIŞ AÇISI VAR'
Türkiye'de milliyetçilerin önümüzdeki dönemde Kürt meselesine hangi öncüllerle bakacağına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bora, "Kürt kimliğinin inkarının geri dönülemez şekilde geride kaldığının analizini yapıyoruz. Bugün, Türk milliyetçilerinin en radikali dahi Kürt kimliğinin varlığını kabul ediyor" diye konuştu.
Kürtlere karşı dört farklı yaklaşım tarzı olduğunu söyleyen Bora, konuşmasına şöyle devam etti: "Özellikle ülkücü milliyetçiler açısından epey yaygın tutum millet ve milliyet ayrımıdır. Onlara göre Kürtler milliyettir, milletleşme aşamasına tarihsel olarak gelememiştir ve bu nedenle Kürt milliyetçiliğini etnik milliyetçilik olarak tanımlarlar. Bir diğeri ise muhafazakar milliyetçi yaklaşım. İronik bir şekilde Kürtleri, Türk'ün Kürt'ü olarak ya da bir tür muavin millet olarak tasarlayan bir bakış açısı var ve bu bakış açısına göre Kürtler, Türklerin himayesi altında en iyi halde olurlar. Üçüncüsü ise çok vahim ve ideolojik yaklaşım olarak tanımlayamayacağım, daha güdüsel ve sosyal medyada aktif olan bir yaklaşım. Disimilasyon, yani dışlama, dışarıda tutmayı amaçlayan bu yaklaşıma göre Kürtler vardır ve kötüdür. Dördüncüsü ise Atatürk milliyetçiliği ya da ulusalcılık. Türk adının etnik bir topluluk değil sadece vatandaşlık bağı olduğunu söyler ama içeriğine baktığınızda ülkücü milliyetçilikten pek farklı olmayan bir tutumla karşılaşıyoruz."
'SON 8 YILA BAKTIĞIMIZDA KARA KIŞ GÖRÜYORUZ'
Panelin ikinci oturumu akademisyen Cuma Çiçek'in '2015’ten 2023’e, 8 Yılın Ardından Kürt Siyasetinde Mevcut Durum ve Nedenleri; Yeni Dönem Politikaları ve Beklentiler' başlıklı konuşmasıyla devam ediyor.
15 Temmuz sonrasında bir devlet krizinin olduğunu ve bu krizin son seçimlere kadar sürdüğünü söyleyen Çiçek, Türkiye'deki İslamcı hegemonyanın önemli bir darbe yediğini söyledi. Türkiye'nin dış ilişkilerindeki radikal dönüşümlere değinen Çiçek, Kürt meselesiyle ilgili bölgesel bağlamda bir kırılma yaşandığını belirtti: "Zaman aralığınız analizinizi değiştirir. Kürtler açısından 2015 sonrasına bakarsanız, kara kış görürsünüz. Aralığınızı 90'lı yıllardan bugüne çekerseniz, bahar görürsünüz. Son 8 yıla baktığınız zaman yine kara kış görüyoruz."
'KENT ÇATIŞMALARINDAN SONRA KÜRT SOKAĞI UMUT VE GÜVENİNİ KAYBETTİ'
Kürtler açısından 'umut' ve 'güven' kaybı yaşandığını belirten Çiçek, 90'lı yıllardaki 40 günlük gözaltı süreçlerinden örnekler vererek, "Ona rağmen insanlar mobilize oluyorlardı çünkü umutları ve güvenleri vardı. Kent çatışmalarından sonra Kürt sokağı, umudunu kaybetti. Bu ağır kayıpların yasını tutamama ve bu sürecin barış sürecinden sonra gelişmesi, umut kaybına ve sahadaki aktörlere karşı güven kaybına yol açtı" dedi.
Kurumsal altyapının da kayyımlarla beraber dağıtıldığını söyleyen Çiçek, bu durumun, sokakların mobilizasyonu mümkün kılan kurumsal ağların çökmesine ve demobilizasyon yaratmasına yol açtığını söyledi. Bu kayıplar karşısında bir inşa ihtiyacı doğduğunun altını çizen Çiçek, şöyle konuştu: "Bunun bir tanesi siyasi öznellik inşası. Ve bu siyasi öznelliğin ana adresi HDP. Ama HDP'nin önünde de PKK'nin silahsızlandırılması ve Kürt itirazının yeni merkezi olarak konumlanması meselesi var. HDP'nin, şiddet meselesinde bir çözüm üretmesi, temsilci aktör olmaktan çıkıp merkez aktör olması gerektiği kanaatindeyim."
'KÜRT HAREKETİ KÜRDİSTANİLEŞTİKÇE TÜRKİYELİLEŞEBİLİR'
'Türkiyelileşme' ve 'Kürdistanileşme' kavramlarının birbirini besleyen iki kavram olarak algılanması gerektiğini söyleyen Çiçek, "Kürt hareketi Kürdistanileştikçe Türkiyelileşebilir" dedi. Bütün bu tartışmalar içerisinde daha somut, daha spesifik ve daha net bir çözüme ihtiyaç duyulduğunu belirten Çiçek, ittifak siyasetinde yeniden inşa gerektiğini ifade etti.
"Türkiye ölçeğinde bir ittifak siyasetine ihtiyaç var" diyen Çiçek, Kürtlerle, HDP ile konuşmak istemeyen yüzde 86'lık bir kesim olduğunu söyledi. "Solla, sosyalistlerle kurulan ilişkiye kıymet veriyorum ama oradan stratejik güç elde etme ihtimali yok" ifadelerini kullanan Çiçek, Kürtlerin, Türkiye milliyetçiliğini dönüştürmek gibi bir misyonu olmadığını, sosyal demokrat siyasete destek verilebileceğini söyledi.
AK Parti teşkilatlarının çöktüğünü ancak vakıflar, cemaatler, kuran kursları, yardım dernekleri gibi yapıların gücünü koruduğunu söyleyen Çiçek, Kürtlerin de siyaseti yerelleştirerek böyle dinamikler kurması gerektiğini belirtti. Kürdistan’da yapıcı ve eleştirel bir muhalefete ihtiyaç olduğunu söyleyen Çiçek, bunun akademi ve medya alanına da taşınması gerektiğinin altını çizdi.
'TÜRKİYE'DE KÜRT MESELESİ DEĞİL BİR TÜRK MESELESİ VAR'
Panelin üçüncü oturumu, Boğaziçi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Bülent Küçük'ün 'Değişen Türkiye ve Kürt Sosyolojisinin Önümüzdeki On Yıllarda Kürt Meselesine Etkileri, Kürtlerin Gelecek Perspektifi' konulu konuşmasıyla başladı.
Türk solunun Türklüğünden, Kürtlerin karşılaştığı yapısal handikaplardan ve Türklerin nasıl Türkiyelileşeceğinden bahseden Küçük, Kürt meselesi ve Kürt siyasetinin yapısal olarak bir paradoksta kaldığını söyledi. Kürtlerin inkar edilerek piyasada ucuz iş gücü olmalarının sağlandığını belirten Küçük, Kürtlerin işçi sınıfının ana gövdesini oluşturduklarını dile getirdi. Sosyologlar olarak Kürt coğrafyasının içindeki toplumsal dönüşümü bilmediklerini söyleyen Küçük, "Türkiye’nin batısındaki orta sınıf ile doğusundaki orta sınıf aynı mı? Kürtlerin kendi içindeki burjuva sınıfı kaç kişiden oluşuyor? Bunları bilmiyoruz. Türkiyelileşmesi gereken Kürtler midir, Türkler midir? Türkiyelileşme nedir? Kürtlerin Türkiyelileşmesi midir? Bu oturumu Türkçe konuşuyorsak bu, Türkiyelileştiğimizi göstermez mi? Türkler ne kadar Türkiyelileşti? Türkiye’de Kürt meselesi değil bir Türk meselesi var" dedi.
HDP'nin gözetmesi gereken noktalardan birisinin bu dönüşümü yakalamak olduğunu söyleyen Küçük, kurulan ittifakın ise bir misyondan ziyade zaruret olduğunu ifade etti.
'LİBERAL DEMOKRASİDE 80'Lİ VE 90'LI YILLARDAN ÇOK FARKLI DURUMDA DEĞİLİZ'
Koç Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ise panelin dördüncü oturumunda '2023 Seçimleri ve Seçmen Davranışları' başlıklı bir konuşma yaptı. Türkiye'nin liberal demokraside 1950'li yılların altında olduğunu söyleyen Çarkoğlu, "En kötü durumda olduğumuz 80'li ve 90'lı yıllardan çok farklı durumda değiliz. Sadece niceliksel olarak biraz daha iyiyiz. Bu bakımdan yükseliş uzun sürüyor ama düşüş hızlı gerçekleşiyor. Türkiye liberal demokraside yeniden yukarıya hareketlilik gösterecekse en iyi olduğu 2001-2002 dönemine dönmek birkaç senede olmayacak" dedi.
Türkiye'nin bu alanda 179 ülke arasında 148. sırada olduğunu belirten Çarkoğlu, "Türkiye'nin bir karar vermesi gerekiyor. Demokrasiye devam etmek istiyor mu, istemiyor mu? İstiyor olsa dahi epey bir zaman gerekecek" ifadelerini kullandı.
'KÜRTÇE KONUŞANLAR İÇİN SEÇİMLERİN MEŞRUİYETİ ÇOK DAHA FAZLA SORGULANIYOR'
Halkın, demokrasinin işleyişinden memnun olmadığını, memnun olmayanların oranının hiç olmadığı kadar yukarıda olmadığını belirten Çarkoğlu, bu anlamda Türklerle Kürtler arasında da anlamlı bir fark bulunduğunu belirtti. Çarkoğlu, "Türkler, Türkiye'deki demokrasiden 2007 yılı haricinde Kürtlerden daha memnun" diye konuştu.
2018 yılından itibaren yurttaşların seçimlerin adil yapılacağına olan inançlarının kaybolduğunu söyleyen Çarkoğlu, Kürtçe konuşanların 'seçimler adil olmayacak' deme oranının Kürtçe konuşmayanlardan yukarıda olduğunu ve bu oranın 2015'ten bu yana 20 puan arttığını belirtti: "Kürtçe konuşan vatandaşlar için seçimlerin meşruiyeti Kürtçe konuşmayanlardan çok daha fazla sorgulanıyor. Bu çok büyük bir demokrasi sorunudur. Kutuplaşmamış bir ülke olsaydık belki 2023 seçimlerinde ekonomi seçmenin kararlarında etkili olurdu. Kutuplaşma olduğu için insanlar kararlarında ısrarcı oluyor."
ARZU YILMAZ: EN İYİ ÇÖZÜM, ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN ŞİDDETTEN ARINDIRILMASIDIR
Panelin beşinci ve son oturumu Kürdistan Hewler Üniversitesi'nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz'ın "Uluslararası Gelişmelerin Kürt Sorununa Etkisi; Kürtler ve Diplomasi" başlıklı konuşmasıyla başladı.
Herhangi bir sosyopolitik konuyu tek bir dinamik üzerinden açıklamanın mümkün olmadığını ama Kürt sorunu konusunda herkesin mutabık olduğu konunun 'jeopolitik faktör' olduğunu belirten Yılmaz, "Yeni bir jeopolitik alt üst oluşla karşı karşıyayız. Kürt sorunu iç güvenlik sorunundan bölgesel bir demokrasi sorunu haline geldi. Kürt sorununa demokratik çözüm üzerinden bir tartışma götürmenin imkanları son derece kısıtlı" dedi.
Yılmaz, bu durumda Kürt sorununa bulunulacak çözümü ise şöyle açıkladı: "En iyi çözüm, çözümsüzlüğün şiddetten arındırılmasıdır."
'TÜRKİYE KÜRT MESELESİNİ BATIYLA DEĞİL MISIR'LA, SUUDİ ARABİSTAN'LA KONUŞMAK ZORUNDA KALACAK'
Orta Doğu'da güvenlik mimarisi ve aktörlerin değiştiğini söyleyen Yılmaz, orta ölçekli ülkelerin arzulu ve hırslı bir büyüme ve bölge ölçeğinde iddia sahibi olduğu durumda artık hikayenin 'kingmaker'ının Körfez olacağını söyledi.
Yılmaz, Türkiye'nin 2010 yılından sonra büyük bir heves ve hırsla Orta Doğu siyasetinin merkezine oturma amacında olduğunu ancak coğrafi ve politik olarak çeperinde kaldığını söyledi. Peki, Orta Doğu'nun çeperinde kalmış bir Türkiye, Kürtlerle nasıl bir hikaye üzerinden ilerleyecek? Yılmaz, şöyle yanıt verdi:
"Demokratik bir çözüm gelişemedi ve o tren yakın bir gelecekte yeniden yakalanabilecek durumda gözükmediğinden İslam kardeşliğine yöneldiler. Ancak o da ellerinde kaldı ve Türkiye'nin çeper üzerinden merkeze oynama işinde ısrar edecek gücü de kalmadı. Türkiye'nin son 3 yıldır çabası, çeperdekiler yerine merkezle iletişim kurmak, arayı düzeltmek oldu. Bu bize aslında demokratik çözümün ya da yeni jeopolitik dünyadaki gidişata uygun statükonun, merkezin güçlendirilmesi üzerinden yeniden kurulması ve Türkiye'nin çaresiz olarak ilişkiyi düzeltme çabası olarak ortaya çıktı. Bundan sonra Türkiye, Kürt meselesini batıyla değil; Mısır'la, Suudi Arabistan'la konuşmak zorunda kalacak."
'KÜRTLERİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK TEHLİKE BRAKUJIÎ'
Kürtler açısından imkanlar ve riskler olduğunu söyleyen Yılmaz, "Kürt siyasal aktörleri iddialarının gerisine düştüğü zaman toplumdaki kredibiliteleri de düşüyor" dedi.
Kürt siyasal alanındaki en büyük riskin ciddi bir 'program ve politik hedef yokluğu' olduğunu söyleyen Yılmaz'a göre Kürtlerin önündeki en büyük tehlike Brakujî (Kardeş katli).
Haber: Gazete Duvar