Diyarbakırlıların korona virüsüne karşı alınan tedbirlere genel olarak uyduğunu söylemek mümkün. Elbette “Evde canım sıkılıyor” deyip kendisini dışarıya atan, fiziksel mesafeye ve önerilen hijyen kurallarına uymayanlar da oldu. Ama yaşı 65’in üstünde olanlar hâlâ evde oturuyor ve sabırla kendilerine getirilen kısıtlamanın kaldırılmasını bekliyorlar.
Ancak belki evde kalma süreci uzadığı için, belki de hükümetin açıkladığı ‘yeni normal’ süreçten alınan cesaretle şehir virüs öncesine döndü. Akşamları boşalan caddeler ve parklar, havaların da ısınmasıyla dolmaya başladı. Bazı tedbirlerin son açıklamalardan sonra kendiliğinden ortadan kalktığı gözle görülür oldu.
Hükümet virüsle mücadelede bir başarı hikayesi sunuyor ancak tehlike sahiden minimum seviyeye düşmüş olabilir mi? Bu sorudan yola çıkarak Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı olarak görev yapan, TTB Merkez Komitesi üyesi Doktor Halis Yerlikaya ile konuştuk.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, R0 değeri (virüsün üreme katsayısı) için “Şu anda Türkiye genelinde 1,56 olduğunu söyleyebilirim” dedi. Yeni normal sürecin başladığını da göz önünde tutarak, bu açıklama ne anlama geliyor. Bu açıklamadan yola çıkarak, “Türkiye’de virüs kontrol altında” diyebilir miyiz?
En sonunda söyleyeceğimizi en başta ifade edecek olursak, bu açıklamanın kendisinden yola çıkarak denilebilir ki Türkiye’de henüz pandemi kontrol altında değildir, aksine yeni önlemleri de gerektirecek şekilde yayılmaktadır.
Bilindiği gibi Çin’de ortaya çıkan SARS Cov-2 neden olduğu Covid-19 hastalığı dünya sağlık örgütü tarafından pandemi ilan edilmiş ve başlangıcından bugüne kadar dünyada 4 milyon 250 binin üzerinde kişiyi hasta etmiş ve 300 bine yakın insanın ölümüne neden olmuştur. Türkiye’de de resmi verilere göre çok sayıda yurttaşımız pandemiden etkilenmiş, 4 binin üzerinde kişinin ölümüne neden olduğu açıklanmıştır. Türkiye’de özellikle sürecin başlangıcında yaygın test yapılmaması, uluslararası ICD tanı kodlarına uygun bir biçimde ölümlerin raporlanmaması, vakaların sadece test pozitifler üzerinden verilmesi, klinik ve radyolojik bulguları hastalık ile uyumlu olguların açıklanan verilere eklenmemesi ve yapılan testlerin sınırlı olmasından testlerin alınma biçimine kadar çok çeşitli faktörlere bağlı olarak vaka sayılarının bildirilenden çok daha fazla sayıda olduğu tahmin edilmektedir.
RO, 1’İN ALTINDA OLMALI
Virüs bulaştırıcılık katsayısı olarak da ifade edilecek “R0” en sade haliyle bir kişinin virüsü bulaştıracağı kişi sayısını göstermektedir. Temel üreme katsayısı olarak ifade edilebilecek R0, virüsün bulaştığı bir kişinin o hastalık açısından duyarlı olan bir toplulukta bu hastalığı kaç kişiye bulaştıracağını göstermekte, hastalığa yol açan virüsün ne kadar bulaşıcı olduğunun göstergesi olarak kullanılıyor.
Örnek olarak R0:4 olduğu bir hastalıkta, hastalığa yol açan etkeni taşıyan kişinin, herhangi bir izolasyon ya da tecrit gibi önlemlerin alınmadığı koşullarda bu etkene duyarlı olan kişilerin bulunduğu, yani bir ortamda 4 kişiye daha bulaştıracağını ifade etmektedir.
Bu sayıya bakılarak duyarlı toplum açısından virüsün ne kadar tehlike arz edeceğini, olası pik zamanı ve en tepe noktasında iken sağlık sistemlerinin olası hasta sayısını kaldırabilecek yeterlilikte olup olmadığı hesaplamalar ve simülasyonu yapılabilmektedir.
Dolaylı ya da doğrudan salgının önlenmesine yönelik alınacak tedbirlerin ne kadar etkili olacağı açısından da yol göstericidir. Dolayısıyla salgın sırasında çok önemli bir göstergedir.
R0 değeri her bir bölge açısından hesaplanırken vaka sayısı ve meydana gelen ölüm oranı, virüsün kuluçka ve bulaşıcılık süresi, bulaşma yolu ve bulaşma biçimi de hesaplamalara katılmaktadır.
DSÖ tarafından yapılan açıklamalarda SARS COv-2 için R0:2-2,5 arasında olduğu ifade edilmiştir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, “R0 değerinin İstanbul’da bir bölgede 16’ya kadar çıktığını biliyoruz ama il bazında baktığımızda 4,5 ila 5’i gördüğümüz dönemler oldu. Şu anda Türkiye genelinde virüs bulaştırma katsayısı 1,56 olduğunu söyleyebilirim” şeklinde bir açıklaması oldu. Pandemi sırasında dünyada bildirilen en yüksek R0 6,5’dir, eğer Türkiye’de 16’ya kadar çıkmışsa bu dünyada şu ana kadar açıklanan en yüksek değerdir.
Salgının kontrol altına alındığını söyleyebilmek için R0 değerinin 1’in altında olması gerekir. R0 sayısının 1’in üzerinde olması durumunda bulaşıcılığın ve salgının süreceğini göstermektedir. Bir başka ifade ile R0 değerinin 1 altına düşmesi durumunda virüsü taşıyan bir kişinin birden az kişiye bulaştırabileceği ve virüsün yayılımının zaman içerisinde sona erebileceği öngörülür.
‘VİRÜSÜN AŞISI HENÜZ BULUNMADI’
Dünyadaki deneyimler, seyahat ve hareket kısıtlamaları, fiziksel mesafe kurallarına uyulması gibi önlemlerin etkili bir şekilde uygulanmasıyla birlikte R0 değerinde belirgin düşmelerinin yaşandığını ve hastalığı kontrol altına alma sürecinin böylelikle daha kısa sürede başarıldığını göstermektedir.
Sonuçta henüz aşısı olmayan, herhangi bir etkili tedavisi bulunmayan bir enfeksiyon etkeni ile karşı karşıyayız. Neredeyse toplumun tamamı bulaşıcılığı çok yüksek olan bu enfeksiyona karşı duyarlı durumdadır. Ekonomik ve siyasal kimi gerekçelerle karantina koşullarının gevşetilmesi durumunda, örneğin AVM’lerin açılması, fiziksel mesafeye uyulmaması vb. durumlarda yeniden bir alevlenme ve toplum içerisinde hızla enfeksiyonun yayılma olasılığı vardır. Dolayısıyla bugünden yarına salgının tamamen kontrol altına alınması ve yaşamın olağan eski haline dönmesini beklemek gerçekçi değildir.
Hastalığa yol açan virüse karşı etkili bir aşı ya da etkin bir tedavi bulunana kadar tüm dünya açısından var olan tedbirlerin devam edilmesi ya da kontrollü bir biçimde gevşetilmesi daha akılcı olacaktır. Aksi durumda yani yaşamın hızla normale dönülmesinin bilimsel karşılığı “sürü bağışıklığı” olarak da ifade edilen “toplum bağışıklığıdır”. Buna karar verildiği durumda da enfeksiyonun hızla toplum içerisinde yayılmasına ve çok sayıda ölümün göze alındığı anlamına gelmektedir. Tüm dünyada, insanların önemli bir kısmının, yaklaşık yüzde 60’ının hastalığı geçirmesi ile ancak salgını kontrol altına almak mümkün olacaktır.
Türkiye’de sürecin şeffaf yürütülmemesi, toplum katılımının sağlanmaması TTB ve tabip odalarının katkı ve katımının süreç içerisinde alınmaması nedeniyle elimizdeki veriler kısıtlıdır. Sadece test pozitif olan vakalar üzerinden açıklanan rakamlarda bile her gün 50-60 insanımızı bu salgın nedeni ile kaybetmekteyiz. Bu rakamlar hiç de az değildir. Ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Sağlık bakanının ifade ettiği rakamları doğru kabul edersek, Türkiye’de henüz pandemi kontrol altında değildir, aksine yeni önlemleri de gerektirecek biçimde yayılmaktadır.
‘YOKSULLARA EKONOMİK DESTEK SAĞLANMALI’
Özellikle AVM’lerin açılması gibi kararların, uyarıları dikkate alan ve yaklaşık 2 aydır tedbir alan insanlarda bir rehavete neden olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yukarıda da ifade ettiğim gerekçelerle salgın tehlikesi henüz geçmemiştir ve görünür gelecekte riskin tamamen ortadan kalkması da söz konusu değildir. DSÖ, salgın sonrasına geçiş döneminde hareket kısıtlılığı uygulamalarını azaltıp, toplumları kalıcı bir biçimde yeniden açarken dikkatli, kararlı ve istikrarlı bir çıkış stratejisi izlenmesi gerektiğini vurguluyor. Karar süreçlerini ekonomik ya da siyasal gerekçeler değil, halk sağlığı ve epidemiyolojik veriler yönlendirmelidir. Adımlar epidemiyoji biliminin gereklerine göre atılmalı, halk sağlığı korunmalıdır. Salgın nispeten Türkiye’ye geç geldi. Türkiye’de gerçekçi ve yeterli hazırlık yapılamadığı için çok sayıda kayıp ve acı ile süreç devam etmektedir. Dolayısıyla rehavete kapılmadan, tedbiri elden bırakmadan, özelikle havalandırma sistemleri nedeniyle yüksek bulaşma riski barındıran AVM gibi çok sayıda insanın olduğu mekanlardan uzak durmak akılcı olacaktır.
Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem epidemiyoloji bilimine uymaktır. Bunun gereği de filyasyasyon çalışmalarına ağırlık vermektir. Sürecin şeffaf yürütülmesi, toplum katılımının sağlanması ve gerekli sosyal desteğin sağlanması düzenli geliri olmayanların, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının yaşam koşullarının iyileştirilmesi de mücadelenin başarıya ulaşması için gereklidir
‘DİYARBAKIR’DA 95 SAĞLIK ÇALIŞANI HASTALIĞA YAKALANDI’
Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Yenal Karakoç, yaptığı açıklamada, 22 sağlık çalışanının tedavisinin tamamlandığını söyledi. Diyarbakır’da kaç sağlık çalışanı korona virüsüne yakalandı?
Covid-19 salgınında en büyük risk gruplarından biri sağlık emekçileridir. Bir salgının topluma verebileceği zararı azaltmak için yapılması gereken ilk şey salgın ile mücadele edecek olan sağlık emekçilerinin sağlığını korumaktır. Covid-19 tanısı almış sağlık çalışanlarının Sayısı da maalesef her geçen gün artmaktadır. Tüm risklere rağmen viral yükün yoğun olduğu Covid poliklinik ve servisleri başta olmak üzere tüm çalışma alanlarında meslektaşlarımız büyük bir özveri ile çalışmaktadırlar. Ortada Sağlık Bakanlığı’nın ifade ettiği bir başarı varsa, bu başarıya sağlık emekçilerinin özverili çalışmaları sonucunda ulaşılmıştır.
Covid-19 olarak adlandırılan ve yaygın ölümlere yol açan salgın toplumun bütün kesimini etkilemeye ve çok ciddi sağlık sorunları çıkarmaya devam ederken tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek artan iş yükleri gerekse de salgın ile en ön safta mücadele etmeleri nedeniyle hekimlerin ve sağlık çalışanlarının en büyük risk grubunu oluşturduğunu dünyadaki deneyimler bize göstermektedir. Bu riskin bir sonucu olarak ülkemizde salgının başlangıcından bu yana binlerce sağlık çalışanı Covid-19 nedeniyle tedavi görmek durumunda kalmış ve maalesef daha bu aşamada onlarcası hayatını kaybetmiştir. Sağlık çalışanlarının çalışma koşularının uygun olması ve nitelikli-yeterli kişisel koruyucu ekipmanlarının bulunması hastalığa yakalanmamaları açısından kritik öneme sahiptir.
Bizim de ulaşabildiğimiz verilere göre Diyarbakır’da şu ana kadar 95 hekim ve sağlık çalışanının Covid-19 hastalığına yakalandığını, birinin test sonucu negatif olsa da 2 sağlık çalışanı arkadaşımız maalesef yaşamını yitirmiştir.
‘NORMALLEŞME SÜRECİ TAKVİME BAĞLANMALI’
Diyarbakır 4 günlük sokağa çıkma yasağından muaf tutuldu. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tedbirli olmamızda büyük yarar var. “Havalar ısındı, hasta sayısı azaldı, bu iş bitti” şeklindeki yaklaşımlar doğru değildir. Diyarbakır’da rakamlardaki azalma sevindirici olsa da sürecin şeffaf yürütülmemesi, İl Pandemi ve Bilim Kurulu’nda olmamamız nedeniyle elimizde net veriler olmamakla birlikte, salgının bittiğine dair bulgu da yoktur. Halen Diyarbakır’daki hastanelerde 20’si YBÜ’de olmak üzere 100’e yakın hasta tedavi görmektedir.
Sokağa çıkma kısıtlamasından muaf tutulma kararı, halk sağlığı ve epidemiyolojik verilere göre alınmalı idi.
Hemen pandemi öncesi döneme aynen dönülmesi de akılcı değildir. Normalleşme süreci birdenbire değil, bir takvime bağlanmalıdır. R0 değerinin 1.56 olduğu bir dönemde, yani 100 hastanın 156 kişiye hastalığı bulaştırdığı koşullarda henüz salgının kontrol edilebilir aşamaya geldiğini söylememiz mümkün değil. Dolayısıyla halkımızın rehavete kapılmamasında ve tedbiri elden bırakmamasında fayda vardır.
‘HASTANELER ENERJİLERİNİ COVİD-19’A VERDİ’
Birçok hastane virüsle mücadeleye tahsis edildi. Bu durumdan diğer hastalar nasıl etkilendi?
Pandemi nedeniyle tüm hastanelerde enerji bu alana kaydırılmış, bu hastaların tanı ve tedavisine yoğunlaştırılmış durumda. Covid-19 salgınına ilişkin olarak sağlık kuruluşlarında yapılan gerek fiziki gerekse idari düzenlemeler nedeniyle bir süredir rutin sağlık hizmeti verilememektedir. Ancak bu hastaların dışında birçok farklı hasta grubunun sağlık gereksinimi bulunmaktadır. Bunların başında başta onkoloji hastaları olmak üzere kronik hastalığı bulunan hastalar gelmektedir. Ayrıca acil gereksinimi olan çok sayıda hasta da bulunmaktadır. Bu hasta grubu tedavi edilmediğinde yaşamı tehdit edecek durumlarla karşı kaşıya kalabilmektedir. Multidisipliner yaklaşım ile tedavi edilmesi gereken hastalar bütün enerjinin ve olanakların Covid-19 hastalarına kaydırılması nedeniyle gerektiği biçimde tedavi edilmemektedir. Burada bir etken de insanların zorunlu durumlar dışında sağlık kuruluşlarına başvurmamaları konusunda bilgilendirilmeleri, hastaların sağlık gereksinimleri olmalarına rağmen Covid-19 salgınının yarattığı korku nedeniyle hastanelere başvurmamalıdır. Birçok hastane pandemi hastanesi ilan edilmiş ve sadece Covid-19’a yoğunlaşan bir pratik söz konusudur. Sürecin uzamasıyla birlikte Covid dışı hastaların daha fazla sıkıntı yaşayacaklarını ve sağlık gereksinimlerinin artacağını öngörmekteyiz.
Aslında Covid-19 dışı hastaların başvurabilecekleri ve gerekli tedavilerin yapılabileceği bazı merkezlerin belirlenmesi gerekmektedir. Sağlık çalışanlarını ve hasta, hasta yakınlarını Covid-19’dan koruyacak önlemleri alarak, sağlık hizmetini sürdürmeye yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.
Gazete Duvar