Bence dünya ekonomisinin hatta uluslararası dengelerin ve gerginliklerin geleceği üzerine bir fikir edinebilmek için bir adım daha geriye giderek borsaları sallayan ticaret savaşlarının, kur manipülasyonu çabalarının ve suçlamaların arkasında yatan dinamiklere bakmak gerekiyor. Oraya bakınca ne yazık ki oldukça tanıdık bir durumla karşılaşıyoruz.
Mali piyasalar bir süredir kırılgan
Dünyanın önde gelen borsaları yıl başından bu yana güçlü bir performans sergiliyordu. Temmuz ayında indeksler duraklama işaretleri verirken, Ağustos'un ilk haftasında gerilemeye başladılar. Bütün dünya MSCI indeksi bir haftada % 3,2 geriledi.
Pazartesi günü borsalardaki gerileme sertleşti, Londra FT %2,5, Alman Dax %1,8, Fransız Cac 40 %2,2, New York DJIA %2,9, çok daha geniş tabanlı S&P %3, teknoloji hisselerini izleyen Nasdaq %3,3 düştüler. Bu düşüşleri %2 dolayında gerilemelerle Asya piyasaları izledi. Mali piyasalarda "korku indeksi" olarak bilinen "Vix" bir günde 23 puan birden sıçradı. Salı günü sular durulmuş, sarsıntı geçmiş gibiydi.
Ancak bu sırada ABD hazine bonolarının uzun dönemli (10 yıllık) faizlerinin kısa dönemli (3 aylık) faizlerinin altında düşmeye böylece hazine bonolarının "verim eğrisi" (yield curve) tersine dönmeye devam ediyor. Tarihsel deneyimler, her resesyondan önce "verim eğrisinin" tersine döndüğünü gösteriyor. Bu tersine dönüş, piyasaların bir resesyon beklentisi içinde olduğunu düşündürüyor.
'Ticaret savaşı'nın kökleri derinde
Amerikan New York Times gazetesinin köşe yazarlarından Nobel ödüllü ekonomist Prof. Paul Krugman'ın yorumuna göre, gerek Çin mallarına getirilen ek % 10 verginin gerekse de Çin yuanının Amerikan doları karşısındaki %2'lik gerilemesinin etkileri aslında, her iki ekonominin de geneli açısından önemli oranlarda değildi.
Paul Krugman, Trump yönetiminin iddialarının aksine ortada bir kur manipülasyonu olmadığını düşünüyordu, Krugman'a göre bu noktada ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in taviz vermeleri çok zordu. Krugman bu nedenle gelişmelerin, ticaret savaşlarının ve kur manipülasyonlarının zamana yayılarak uzayacağına işaret ettiğini düşünüyordu. Ben de Krugman'a katılıyorum. Dahası bu ticaret savaşlarının giderek daha sert finansal dalgalanmalara ve siyasi sorunlara doğru dejenere olabileceğini düşünüyorum.
Piyasalardaki sarsıntılara yol açan ticaret savaşlarının nedenlerini Trump ve Şi'yi baskı altına alarak taviz vermelerini zorlaştıran gelişmelerde aramak gerekiyor. Bu gelişmeleri görebilmek için de ekonominin genel performansına bu performansın toplumsal sonuçlarına bakmak, bakarken de bir adım gerileyip perspektifi genişletmek, ilk anda alakasız gibi görünecek olsa da "küreselleşme" ve "popülizm" ilişkisini resmin içine almak gerekiyor.
Çok boyutlu eski bir resim
Ticaret savaşları gündeme oturmadan önce birçok gelişmiş ülkede popülist olarak tanımlanan hareketlerin yükselmeye başladığı gözleniyordu. Bu hareketlerin ortak özellikleri küreselleşme karşıtı, ırkçı milliyetçi tepkiler sergilemeleri ve arzularına cevap verecek, çıkarlarını koruyacak güçlü bir lider arayışı içine olmalarıydı. ABD'de Trump, İngiltere'de Brexit, İtalya'da 5 Yıldız Hareketi hep bu dalganın ürünü olarak şekillendiler.
Bu popülist hareketlere biraz daha dikkatle bakınca karşımıza çok boyutlu bir resim çıkıyor:
- Küreselleşme döneminde, özellikle mali krizden ve büyük durgunluktan sonra yerleşen düşük ekonomik büyüme oranları, sert resesyonlar, gelişmiş ülkelerde gelir dağılımını daha da bozuyor, "orta sınıfları" eritiyordu. Buna karşılık, kimi gelişmekte olan ülkelerde bu eşitsizliklerde bir azalma, orta sınıfta gelişme görülüyor. Popülizm tartışmalarından önce gündeme bir taraftan gelir dağılımı tartışmaları, diğer taraftan da gelişmekte olan ülkelerdeki orta sınıfların artan tüketim kapasitesine ilişkin tartışmalar oturmuştu.
- Uluslararası ilişkilerde dengeler değişiyor yeni güçler/ekonomiler yükseliyor; var olan güçler zayıfladıklarını, etkilerini kaybetmekte olduklarını görüyorlardı. Bu duygu TV kanalları, sosyal medya ya da genel olarak internet üzerinden bu ülkelerin yoksullaşan kesimlerinde de yaygınlaşıyordu.
- Ekonomik ve jeopolitik hatta, iklim krizine ilişkin nedenlerden kaynaklanan bir göçmenler dalgası, gelişmiş ülkelerin toplumlarını etkiliyordu.
- Gelişmiş ülkelerin halkları özellikle çalışanlarında bir "geride bırakılmıştık" duygusu; göçmenlerin refahlarını, işlerini çaldığına ilişkin kaygılar, bir öfke dalgası giderek artıyordu. Bu öfke dalgası giderek tüm bu sorunları yönetemediğin düşündükleri "siyasi sınıfı", seçkinleri, hatta "uzman" kategorisine giren herkesi hedef alıyordu.
Ve bu ilk kez olmuyordu
İlginç, olan şu ki bu ülkeler, bu eğilimlerle ilk kez karşılaşmıyordu. ABD'de Prof. Jeffrey Williamson'un 1996'da "National Bureau of Ekonomic Research" için yaptığı, bir önceki küreselleşmeni, 19. yüzyıl sonunda, 20. yüzyılın başında çöküş nedenlerini araştıran çalışmasında, yukarda aktardığım dört boyutlu resme benzer bir resim ortaya çıkıyordu.
Bu resim içinde halk kendilerini koruması için politikacılar ve hükümetler üzerinde baskı yapıyor, bu baskının ve yükselen öfkenin olası sonuçlarından korunmak ya da yararlanmak için kimi siyasetçilerin dünya ekonomisinden gelen rekabete karşı korumacılığa, popülist devlet politikalarına, yabancı düşmanlığına, ırkçılığa hatta komplo teorilerine yöneldikleri görülüyordu.
Resme, ülke içindeki kaynak sıkıntısı basıncını azaltmak için başka ülkelerin kaynaklarına ulaşma çabasını, milliyetçiliği, militarizmi de ekleyebiliriz. Küreselleşme 19. yüzyılın sonunda böylece duraklamaya başladı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde da bir mali kriz sonra da ekonomik bunalım (mali kriz ve durgunluk), buna paralel hızla yükselen işsizlik ve korumacılık dalgası altında dağıldı.
Artık çok mu geç?
Williamson o resme bakarak "Benzer bir durumun yeniden yaşanmaması için önlem almak gerekir" diyordu. O çalışmadan 23 yıl sonra artık geç kalındığını söylemek mümkün.
Eski büyüklüğünü kaybettiğini kabul ederek ülkesini "yeniden büyük" yapmak isteyen; taraftarlarının desteğini korumacılık, ırkçılık gibi araçlarla tutmaya çalışan bir başkan var ABD'de.
Bir yükselen güç konumuna gelmiş Çin'de de ciddi ekonomik, mali sorunlar birikiyor. Devlet Başkanı Şi Cinping, toplumsal çelişkileri denetim altında tutmak ve Çin ekonomisinin gereksinimlerini karşılamak için içerde otoriter ve milliyetçi, dışarda bir anlamda yayılmacı politikalar izliyor.
Yaşam alanını ve uluslararası etkisini biri korumaya; diğeri de genişletmeye çalışan, birbirlerini jeopolitik rakip olarak tanımlamaya başlayan bu iki ülkenin liderlerinin uzlaşma ve zaten sınırlı olan bir orta yol bulma olanaklarının, dünya ekonomisinin sorunlarının yeniden ağırlaşmaya başladığı bir dönemde, giderek daha da azaldığı söylenebilir.
Özetle kemerleri bağlamakta yarar var. Dünya ekonomisi ve uluslararası ilişkiler; ekonomik, mali, hatta siyasi olarak yeni bir türbülansa giriyor olabilir. Borsalardaki ani sarsıntılar, verim eğrisinin ısrarla ters yönde ilerlemesi, bir ekonomik yavaşlama hatta resesyon riski, hep bu olasılığa işaret ediyor.