Seîd Veroj
Birinci Dünya Savaşı sürecinde Kürdlerin tehciri
I. Dünya Savaşı başlamadan kısa bir müddet önce cereyan eden Bitlis Hadisesi de hesaba katılarak, “bir Kürd Ermeni ittifakına karşı hissedilen korku” ya da Abdurrezzak ve Kamil Bedirhanların Rusya’daki faaliyetleri hesaba katılarak, savaş durumunda uzak bir ihtimal olamayan Rus-Kürd ilişkilerinin doğurabileceği sonuçlar ve bunun bir desteğe dönüşmesi durumunda, Kürdlerin bölgedeki nüfus yoğunluğuyla İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı devletine önemli bir tehdit oluşturabileceği düşünülerek, tıpkı Ermeniler gibi, Kürdler de zorunlu tehcir ve iskanla bölgeden uzaklaştırılarak Batı illerine sürüldüler. Kürtlerin göçertilmesi ve zorunlu iskânının bir amacı da, “Abdülhamid’in anılarında belirttiği, ‘Kürdleri yoğurup kendimize maletmemiz gerekiyor’ politikasına dayanıyordu.”[1]
Ermeni Tehcirinden yaklaşık bir yıl sonra, 1916'da Rus işgali bahanesiyle, büyük bir Kürd nüfusu Kürdistan’dan koparılarak Batı ilerine sürülmüştür. Değişik kaynakların belirtiğine göre I. Dünya Savaşı sürecinde, Ermeni ve Rum tehcirine yakın bir derecede Kürd tehciri de yaşanır. Fuat Dündar’ın deyimiyle tam bir “etnisite mühendisliği”yle yaklaşık 600-700 bin Kürd yerinden edilerek Batı illerine göç ettirilir. Birinci Dünya Savaşı sürecinde Rusya’nın Urmiye konsolosu olan Basil Nikitin’in belirtiği göre: 1914-1918 savaşı sırasında Kürdler tehcir edilmişler ve kitle halinde yerlerinden sürülmüşler. Bu sürgünler, Rus ilerlemesi karşısında tahliye kisvesi altında yapılıyor ve Kürdleri batı illerine sürüp Türk köylerine dağıtarak, ulusal benliklerinden uzaklaştırmak amacını güdüyordu. Bu şekilde sürgüne gönderilen 700.000 kişi arasında çok sayıda telef olanlar oldu.[2] Yerli ve yabancı diğer bazı farklı kaynaklar da olmak üzere, o dönemi inceleyenlerden biri olan Süreyya Bedirhan’ın belirtiğine göre, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, yaklaşık 600-700 bin Kürd yerinden-yurdundan edilerek Batı illerine göç ettirilmiş ve bu Kürd sürgünlerin büyük bir bölümü yolda açlıktan, soğuktan, hastalıktan öldü; hatırı sayılır bir bölümü de askerlerin, jandarmaların ve çetelerinin baskıları sonucunda yaşamını yitirdi.[3] Tasvir-i Efkâr gazetesinde “Müslüman muhacirler” başlığıyla yayımlanan yazıda; “Genel zayiatın 701.166 bedbahttan ibaret.”[4] olduğu aktarılır.
İttihat ve Terakki hükümeti, bu zorunlu göçertmeyi öyle bir toplumsal mühendislikle yapmıştır ki, tehcir edilen gayrimüslim muhacirler ile Kürdler gibi Müslüman muhacirlere yardım hususunda dahi fark koymuş. Bu tutum ve politikanın en önemli iki nedeni; Hıristiyan alemin baskısıyla öncelikle gayrimüslim muhacirlere arzulandığı kadar olmasa da sahip çıkılması, ikincisi ise, Kürdlerin Müslüman olmaları ve nüfuslarının da çok olması nedeniyle ileride Türklere ciddi sorunlar yaratabileceği düşüncesiyle tehciri aynı zamanda bir asimilasyon ve nüfus dengeleme politikası olarak da planlamışlar. Yani İttihat ve Terakki muktedirlerinin bu politikalarla hedeflediği temel amaç, önce Anatolya topraklarını Müslümanlaştırmak ve sonra da asimilasyon yoluyla Türkleştirmektir. Asimilasyon ve Türkleştirme politikası, Cumhuriyet döneminde de değişen şartlara göre, açık gizli çok ince hesaplarla, farklı politika ve uygulamalarla bugüne kadar devam etmektedir.
Umumi Savaş sürecinde (1914-1918) özelikle Kürdistan’ın Rusya sınırına yakın Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Kars, Erzincan, Dersim gibi serhat bölgesindeki illerden zorla göçertilen Kürdler, genel olarak Adana, Konya, Ankara, İsparta, Burdur, Eskişehir, İzmit, Bursa, Çatalca, Urla, Bolu, Canik, Kastamonu, Sivas, Karesi, Niğde vd. batı il ve ilçelerine belirli oranlarda iskân edilmek (yerleştirilmek) üzer tehcir edilmişler. Diğer bir kısmı da doğudaki Diyarbekir, Antep, Musul, Halep, Elazığ gibi şehirlere göçertilmişler. Dönemin resmi yazışmalarında, tehcir edilen veya diğer bir deyişle göçertilen Kürdler ya da diğer etnik topluluklardan insanlar, “muhacir” ve “mülteci” olarak adlandırılmışlar. 29.10.1913’te kurulan İskân-ı Aşair ve Muhâcirîn Müdüriyyeti adıyla faaliyet gösteren kurumun adı değiştirilerek 14.03.1916’da Aşâir ve Muhacirîn Müdüriyet-i Umâmiyyesi adıyla yeniden düzenlenir. Umumi Savaş sürecinde gerçekleştirilen Kürd tehciri, büyük oranda bu kurum üzerinden gerçekleştiriliyordu. Kurumun nizamnamesinde, genel olarak dışarıdan gelenler “muhacir” ve zorunlu iskânda yer değiştirenler ise “mülteci” olarak adlandırılıyordu. Yenilenen kurum adında, aslında doğrudan “Kürd” adı kullanılamadığı için “aşâir” adı kullanılmıştır.[5]
Savaş süreci boyunca zorla tehcir edilen ya da göçertilen Kürdlerin tamamına dair tam bir liste ve belge şimdilik elimizde mevcut değil. Fakat, gerek 1914 yılı başlarında kurulan İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti, Aşair ve Muhacirin-i Müdüriyet-i Umumiyesi (Aşiretler ve Muhacirlerle Genel Müdürlüğü) gibi iskan ve tehciri yürüten teşkilatların açık ya da şifreli yazışmalarının bulunduğu resmi arşivler gerekse de savaş sonrasında muhacirlerin bulunduğu il, ilçe ve köylerden halihazır durumlarına dair dönemin gazete ve dergilerine gönderdikleri telgraf ve yazılardan hareketle basına yansıdığı kadarıyla, bu bilgi ve belgelerin bir kısmını sizinle paylaşacağım. Özellikle de 1918’den sonra Kürd cemiyetleri tarafından yayınlana Jîn, Kurdistan ve Serbestî gibi Kürd gazete ve dergilerde Kürd muhacirlerinin durumuyla ilgili yazılan çok sayıda yazılar ve yayımlanan belgelere dayanarak, kısaca Kürd muhacirlerin durumunu açıklamaya çalışacağım.
Umumi Savaş'ta Kürdler
Serbestî gazetesin “Kürd Muhacirleri Hakkında” başlığıyla yayımlanan bir “kesin sayım belgesine” dayanarak Van, Bitlis, Muş ve Erzurum’dan yalnızca Burdur ve İsparta sancağına gönderilmiş toplam 4.745 kişiden oluşan ailelerin nüfusu, kafile adları, reisi ve nereden sürüldüklerine dair bir liste yayımlanmış.
“Bir kesin sayım belgesi:
Yalnız Burdur ve İsparta sancağındaki Kürd muhacirlerinin miktarını araştıran iki cetveli mutalaa etmek için yayınlıyoruz.
Bu rakamlar, umum vilayetlerde bulunan Kürd muhacirleri hakkında oldukça açık bir kanaat telkin eder.
Burdur sancağında:
Nüfus Kafile Adresi
300 Abdullah Ağa Kafilesi Van eşrafından
190 Kasım Ağa Kafilesi Van eşrafından
220 Şeyh Hamza Ağa Kafilesi Van eşrafından
130 Yüce hanedanından Mehmet
Reşit Efendi Kafilesi Bitlis
150 Necmettin Efendi Kafilesi Muş eşrafından
150 Cafer Bey Kafilesi Van eşrafından
100 Mustafa Efendi Kafilesi Van eşrafından
270 Kotas Ağa Kafilesi Van eşrafından
120 İsmail Ağa Kafilesi Van eşrafından
100 Ahmet Ağa Kafilesi Van eşrafından
100 Aşiret mülazımlarından
Kamil ağa Kafilesi Van
60 Yusuf Ağa Kafilesi Van eşrafından
70 Cındi Ağa Kafilesi Van eşrafından
100 Ahmet Ağa Kafilesi Bitlis mütehayyizatından
500 Bikes (kimsesiz) ve perakende aileler
______
2675
İsparta sancağında:
Nüfus Kafile Adresi
475 Nusrettin Efendi kafilesi Bitlis eşrafından
150 Rıdvan Ağa kafilesi Erzurum eşrafından
360 Yusuf Ağa kafilesi Van eşrafından
130 Arap Ağa kafilesi Erzurum eşrafından
200 Şeyh Abdurrahman kafilesi Erzurum eşrafından
80 Mola Mehmed Efendi kafilesi Muş eşrafından
80 Molla Said kafilesi Bitlis eşrafından
120 Gülşen Ağa Kafilesi Bitlis eşrafından
270 Sudan Ağa Kafilesi Bitlis eşrafından
90 Yasin Ağa Kafilesi Van eşrafından
110 Molla Mehmed Efendi Bitlis eşrafından
____________
2070” [6]
Yukarıda bir numune olarak verilen tabloların benzerini burada yayımlamak pek gerekli değil ancak savaş sonrasında muhacir ve mültecilerin sevk edildikleri vilayetler ve genel toplamaları hakkında, Dahiliye Nezareti ve Muhacirin Müdüriyet-i Umumiyesi’nin yaptığı açıklamalara dayanarak, dönemin gazetelerin konuya ışık tutacak çok önemli bazı veriler yayınlanmıştır. “Harb-i Umumi (I. Dünya Savaşı) esnasında mesken ve me’valarını (yurtlarını) terk etmek mecburiyetinde kalan bedbaht Müslümanların sayısı pek çoktur. Bunlardan Sivas, Urfa, Diyarbekir, Mamuretûl-Aziz (Elazığ), Ankara, Konya, İzmit, Bursa, Eskişehir vilayet ve livalarına hayatlarını kurtarmak suretiyle iltica edenlerin toplamı “902.865” kişiye ulaşmaktadır.”[7]
Birinci Dünya Savaşı sonucunda, bölüşülen Kürdistan ve parçalanan Kürd milletine yönelik bu tür politikalar, farklı zaman ve mekanlarda tekerrür etmiştir. Irak yönetiminin Güney Kürdistan’ı insansızlaştırmaya yönelik “Enfal” operasyonları ve ondan sonra 16 Mart 1988’de, kimyasal silahlar kullanarak Halepçe’de gerçekleştirdiği soykırım ve jenosid, bu politikaların en açık örnekleridir. 20. Yüzyılın sonlarında, başta BM olmak üzere bütün Dünya ülkeleri ile sivil toplum örgütlerinin gözleri önünde gerçekleşen bu Kürd jenosidine, dönemin Sovyetler Birliği yönetimi ve yaklaşık 57 Müslüman ülkenin üyesi olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı sessiz kalmıştı. Halepçe’de bir insanlık suçu işlendi ve orada yaşanan Kürd jenosidi üzerinden 36 yıl geçti, halen BM üyesi çok sayıda ülke ve uluslararası resmi ya da sivil kuruluşlar, kurum ve ülke çıkarları nedeniyle Halepçe’de yaşananlara bir isim verememektedir. Dünya’da ve bölgemizde içiçe geçmiş birçok yeni kriz yaşanırken, yeni bir savaşın eşiğinde iken, Kürdler benzer durumlarla karşı karşıya kalmak istemiyorsa, tarihsel hafızasını diri tutmalı ve zaman kaybetmeden ulusal demokratik bir zeminde kendi birliğini oluşturmalıdır.
(Devam edecek.)
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
[1] Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, 8. Baskı, Ankar, s. 400
[2] Bazil Nikitin, Kürtler: Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Cilt 1-2, Deng Yayınları, 1991, s. 345-346
[3] Dr. Bletch Chirguh, Kürt Sorunu (Kökeni ve Nedenleri), Avesta Yayınları, İstanbul, 2009, r. 50
[4] Tasvir-i Efkâr, No: 2722, Pazar, 11 Mayıs 1919, S. 2
[5] Celâl Temal, I. Dünya Savaşı Yılarında 1916 Kürd Tehciri ve İttihat Terakki’nin İskân ve Nüfus Politikaları (1913-1918), İBV Yayınları, İstanbul, 2019, s. 122
[6] Serbestî, no: 481, 30 Nisan 1919
[7] Tasvir-i Efkâr, No: 2722, Pazar, 11 Mayıs 1919, S. 2
Kaynak: Rûdaw