Erdoğan bir ara "ECDAD"!lafını ağzından düşürmüyordu. Ona göre "Ecdad" mükemmel, medeniyetin timsali, adaletin semboli idi. O tamamen ideolojik(yani dinsel) kaygılarla kendi gözünde tabulaştırdığı geçmişe tapıyordu.
Halbuki koskoca bir ülkenin başı olmuş adama böylesi bir atataparlık yakışırmı?
Tabii kendisi hep popülist olageldi. Sevilmeye, kendisini sevdirmeye çok ihtiyaç duyan biri gibi, toplumca sevilen laflar etmeyi yeğledi. Halbuki bir lider bir makama bir düşüncenin sahibi olarak gelir ve bunun gereğini yapar. Bunun içerisinde sevilmeyen gerçekleri itiraf etmekte vardır. Yavuz Selim'in bir baba ve kardeş katili olması bu gerçeklerden biridir. O tersine Alev'i azınlığı rencide etme pahasına, sadece Sünnü çoğunluğun gönlünü hoş etmek için köprüye "Yavuz Sultan Selim" ismini verdi. Belki de Yavuz gibi Arap çöllerinin hakimi olacağına inandı.
Yakın dönem Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'un tavrını gördük: Referandum'da savunduğu Avrupa Topluluğu'nda kalma tarafı kaybedince, o istifa etti ve nerede ise güle oynaya gitti. Bizimkiler öyle değil, makamından ayrılmayı kabullenemiyorlar, çünkü ona bağımlılar. Çocuklukta yeterince sevgi görmemiş insanlar gibi, makamın kaybı ile hastalık derecesinde sevgisiz kalacakları korkusu içerisindeler.
Erdoğan'ın bu makam hırsı onun zayıf tarafı. Önce " FETÖ", sonra Bahçeli, sonra Ergenekon, buğün KILIÇDAROĞLU ittifakı hep ilkesizliğin sonucu. Şimdi "FETÖ" gitti, yarın bir 'METÖ' gelir.
Asker'in tanklarını sınıra kaydırdın, onun yerine polise tank verdin diyelim...Bu kez polis'in 'PETÖ' örgütünü kurup darbe yapmayacağının garantisi varmı?
Ecdad'a sahip çıkılıyor. Ecdad'ın tarihi darbe tarihidir. Baba'ya, kardeşler'e karşı yapılan darbelerde sayısız insan katledilmiştir. Önce insanların zihnine ecdad'ın bu darbeci anlayışının kötü olduğu yerleşmeli. İşte orada Demokrasi başlar.
Bu olmazsa darbeyi yapan gibi, darbeyi savuşturan da darbeci olabilir...
"FETÖ" taraftarı olmuş olsun veya bu gerekçe ile lise öğrencilerine dek darbe ile ilişkisiz kişileri gözaltına almak bir cadı avıdır. Eğer bu doğru olsa, 12 Eylül cuntasından mağdur olan bizlerin halkın %99'ını suçlamamız gerekir. Bunun içerisinde çok sayıda AKP yöneticisinin olduğundan emin olabiliriz.
Kişiler yerine gelenek ile uğraşmak esastır. Elbette sorumlular adil yargılanma sonucunda gerekli cezayı görmeli. Ama bu sorumlular on binler, Emre uymuş sıradan asker olamaz. Kaldıki emre uymasını ona öğreten, yine sizler, bu devletin aynı geleneğinin sürdürücü yöneticileri değilmisiniz?
Dün "FETÖ" ile ilişkili MHP ve AKP'yi bir tarafa bırakalım; yakın Zaman'da onları bazen cesaretlendiren CHP'nin, bugün AKP'nin gölgesinde kendine yer araması şüpheye şayan bir durumdur. Darbeyi akamate uğratan bir veya bir kaç "tuğlayı" kim çekmiş olabilir? Zira 'Istanbul'da bulunan 1. Ordu komutanının tavrı olmasa darbe başarıya ulaşacaktı' deniyor. Genel Kurmay dahil, Cumhurbaşkanı'nın yaveri dahi darbeci olarak tutuklanıyor. Bu durumda, daha üst düzeyde bir özendirme ihtimali akla geliyor. Kara kuvvetleri komutanı'nın darbe günü MİT tarafından gelen bilgi üzerine yaptığı teftişe rağmen bir şey görmediği Yeni Şafak tarafından imalı bir dil ile başlıklara taşındı.
Şimdi hükümetteki bir bakanın deyimi ile, 'Dereyi geçer iken attan inilmedi' ise de, yarın atları değiştirmek gerekeceğinden yeni gerginlikler gündeme gelecek. İmam Hatip okullarından Harp okullarına öğrenci alınma kararı yönetimin "dindar" asker ihtiyacının bir ürünü. Fetullah Gülen zaten oralardan gelmekte idi ve yine aynı "ihtiyaç" ile kendisi ile işbirliği yapılmıştı. Bu bakımdan şimdiki 'Laik ve dindar ittifakı' aynı darbeciler de olduğu gibi bir dizi zaaf ile dolu.
Tabii bu arada, kamuoyuna olan bitenin nedenleri ile ilgili bilgi verilmiyecektir. Şimdinin şeytanı "FETÖ", bütün işlenen suçların günah keçisi olarak kullanılacaktır. Uçak düşürmekten Roboski'ye, Lice'den Sur'a bütün suçların sorumluluğu bu akli dengesinin dahi yerinde olup olmadığı şüpheli Gülen'e mal edilecektir. Aynı taktiği Atatürk tartışmalarından hatırlıyoruz. İddiaya gören Koçkıri, Dersim v.b katliamlar Atatürk'ün bilgisi dışında idi, onun haberi yok idi. Bu mümkün olamaz. İnsanın bu hikayelere inanması için biraz zeka yoksunu olması gerekiyor. Kendi Kendilerine oynadıkları oyunun adını da Demokrasi olarak sunmak da başka bir ironi. Ben buna demokrasi değil, tekrarlanıp eskidiğinden dolayı DEMODEKRASİ diyeceğim...
Sol gösterip, oy aldıktan sonra sağ vurmak; Ak günler diyip, gizli gündemlerle hareket etmek demokrasi değil. Bu işin demokratik ülkelerde, Avrupa'da yapılış tarzı farklı. Biz bu nedenle açıklığa ve halkın doğru bilgilendirme Hakkı'na sahip çıkıyoruz; çünkü bunlar darbelerin, gizli gündemlerin, arsız ittifakların panzehiridir.
BAŞKANLIK ise başkanlık, buyurun Amerikan tipi başkanlık veya başka bir tür tartışılsın...Bu yok. Karşı çıkan da neye karşı belli değil, zira öneriyi ortaya atanın ne istediği belirsiz. Onun için kimisi buna krallık, kimisi sultanlık, diğeri halifelik, bir başkası yarı başkanlık, ötekisi bugünkünden az yetkili başkanlık diyor. Doğrusu anlayana aşk olsun!
"ECDAD" geleneğine sarılırken daha yeni olan bir başka geleneğe yani demokrasiye uzak bir yerde bir pozisyon almış oluyor. O nedenle "ecdad'ın" öğrenemediği şeyi torunu öğrenmelidir. Aksi taktirde 'babasını öldürten oğulları' görmek şaşırtıcı olmuyacaktır.
Kürtler açısından "ecdadı" aşan bir yaklaşım; katılımcı demokrasinin gereği olarak, Kürtler'in en azından, Katalanlar ve İskoçlular gibi kendi yerel meclis ( ya da Meclis'leri) sahip olmasını gerektiriyor.
O nedenle, bizim; kimsenin karnını doyurmayacak "ECDAD" lafı yerine, çağdaş demokrasiye ihtiyacımız var. Sivil'i sivil, yani medeni yapan da bu özelliktir Şimdi bir kerecik de olsa Türk'ün başkaları yerine kendisini eleştirmesinin tam zamanı. Bunu yapan cesaret sınavından başarı ile geçecektir.
Darbe musibetinin öğreteceği gerekli ders; hamasi "ECDAD" milliyetçiliği yerine, İnsanlığın demokratik "ecdadının" mirasını sahiplenmek olmalıdır.