EMİN KÖSE’NİN ARDINDAN...

Kamil Sümbül

Kamil Sümbül

Dün gece gelen bir telefonla Emin Köse (1951-2020) ağabeyi kaybettiğimiz haberini alınca sanki kanım dondu. Çermik’in yetiştirdiği 68 kuşağının sanırım en genç ve son neferini de kaybettik. Ben de bir yakınımı, aynı mahallede büyüdüğüm bir ağabeyi, kendimi bildim bileli görüş alış verişinde bulunduğum, danıştığım bir yakınımı kaybettim. Tüm kardeşleri anama bibi (hala) derken bizlerde baba ve amcasına dayı derdik. Benden 5 yaş büyüktü.

 

 

Çocukluk, ortaokul ve lise çağlarında cesur, korkusuz, kavgadan kaçmazdı. 9 veya 10 yaşındayken Çermik kaplıcası havuzunda yüzmeye çalışırken boğulma tehlikesi atlatınca hemen yüzerek beni suyun üstüne çıkarmıştı. İlk ve ortaokulu Çermik’te, liseyi Diyarbakır’da Ziya Gökalp lisesinde bitirdi. 1969’da Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanınca Ankara’ya okumaya gitti. Çermik’te o dönem üniversite okuyan birkaç kişiden biriydi. Ardından ailesi de evlerini Ankara’ya taşıdılar. 1969-70 yıllarında Tüm Türkiye öğrenci hareketleri ile çalkalanmaktaydı. O dönem kurulan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu), DEV-GENÇ, Türkiye İşçi Partisi ve Ankara DDKO’ya da gidip o dönem tüm sol sosyalist öğrenci liderlerini yakından tanımıştı. SBF öğrenci derneğinde aktif çalışmış, Emin’i Ankara’daki tüm öğrenci hareketlerinde görmek mümkündü. 12 Mart darbesi dönemini tutuklanmadan geçirmişti fakat en yakın arkadaşları ise zindanları doldurmuştu.

1972 yaz aylarında liseyi bitirmiş, üniversite imtihanı için Ankara’ya gelmiştim. Ankara Ulus’ta bulunan Rüzgarlı Sokakta 1950’lerde Ankara’ya yerleşen Çermikliler bir kahve açmışlardı. Bu kahve 60 ve 70’li yıllarda meşhur bir kahveydi. Kahveye yalnız Çermikliler gitmez, Ergani, Çüngüş, Siverek, Diyarbekir ve bölgemizdeki değişik yerlerden insanlar gelirdi. Yüksekokul okuyan öğrenciler, öğretmenler, bölgemizin bürokratları, bazı ağalar, eşraf kesimin toplandığı, bazı Diyarbekir milletvekillerinin de uğradığı bir kahveydi.

 

1972 ve 73 yaz ayları ben de o kahvede çalışırken değişik çevrelerden insanları tanımak, sohbetlerini dinlemek şansım oldu. Özellikle yaz ayları İstanbul’dan gelen Nurettin Değirmenci, Emin Köse, Müslüm Üzülmez ve Yusuf Andiç bir masada oturup genel sorunları tartıştıklarında kulak kabartırdım. 1974 yılında Ankara Gazi Eğitim’e kayıt yaptırmış ve her Ankara’ya gelişimde her zaman olduğu gibi Emin ağabeyle de buluşup görüşürdüm. Beni ilk kez Cebeci’ye Siyasal ve Hukuk Fakültesi’ne götürmüş, Siyasal’ın yurdunda birlikte yemek yemiş ve oradaki ortamı ilgi ile izlemiştim. Benim daha herhangi bir politik grupla ilişkim yoktu, bana sık sık THKO’dan, Deniz Gezmiş’ten bahseder, o dönem öldürülen ve idam edilenleri yakından tanıdığını anlatır ve ben de ilgi ile dinlerdim. Bana açıktan o dönem söylemese de THKO grubuyla birlikte olduğunu anlamıştım.

 

 

Yine bir Ankara’ya gelişimde buluşmuş Siyasal’a gitmiştik. Okulun karşısında DDKD tabelasını görüp sorduğumda; ‘Kürt arkadaşlar kurmuş, haydi oraya gidelim orda bir Çermikli hemşerimiz Yusuf var’, deyince DDKD derneğine gittik. Emin Yusuf’u sorduğunda o an dernekte olmayınca karşılaşamamıştım. Birkaç kez Yusuf’u Rüzgarlı sokaktaki kahvede görmeme rağmen tanışıp konuşamamıştım. 1976’da ADMMA Kimya mühendisliğini kazanınca devam zorunluluğu olmayan Gazi Eğitimden kaydımı alıp Kimya bölümüne kayıt yaptırdım. 1976’da ise Emin Köse Siyasal Bilgileri bitirmiş ve Kaymakamlık kursuna başlamıştı. Kursu başarıyla bitirmesine rağmen o dönem iktidarda olan 1. MC hükümeti onu göreve bir süre başlatmadı. Göreve başladıktan sonra ikinci yeri Adana’nın Dörtyol ilçesine verildi. O dönem Çukurova bölgesinde sivil faşist hareketin en güçlü olduğu ilçeydi. Baş faşist Alparslan Türkeş bile en fazla oyu Dörtyol’dan almaktaydı. Emin Köse faşist örgütler olan Ülkü Ocakları ve diğer yan kuruluşlara baskınlar düzenletip çalışmalarını engellemeye başladı. İlçe emniyet müdürlüğündeki işkence merkezini basıp işkenceci polislere bağırıp çağırarak onları görevden alınca, Alparslan Türkeş Emin Köse aleyhinde bir demeç vermiş, o günkü gazeteler yazmıştı. Hemen ardından oturduğu Kaymakamlık lojmanı duvarla çevrili ve önünde her zaman nöbetçi polis ve asker olmasına rağmen kaldığı lojman bir gece bombalanmıştı.

 

1978’de Bülent Ecevit hükümeti döneminde Elazığ vali yardımcılığına getirilmişti. Elazığ’da yapılan MİT’in bir bölge toplantısına katılmış, o toplantıda bir sivilin geçmişte Kürt direnişlerine önderlik yapıp öldürülen birinin torunu olduğunu duyduğunda uğradığı hayal kırıklığını bana anlatmıştı. Sanırım bir süre sonra ya Ankara’ya merkeze alınmış ya da Antalya’da kızağa çekilmişti. 1979 başları Ankara’da görüşürken yine görüş alış verişinde bulunup ben onu Kürt sorunu ile daha fazla uğraşmasını isterken bazı Rızgari dergileri ile İsmail Beşikçi’nin kitaplarını vermiştim. Ona Ankara’da bir dernek kurduğumuzu ve başkanımızın da Yusuf olduğunu söyleyince; ‘gidip bir uğrayalım istersen’, beni kırmamış ASDK-DER’e gitmiştik. Yusuf’la zaten 1969’dan beri tanışıp samimiydiler. O dönem Siverek-Hilvan olayları alıp başını gitmekteydi. Bana: ‘Hayret Abdullah Öcalan’dan böyle hareket’. Siyasalı birlikte okuduklarını anlattı. 1973’te polis Siyasal’ın yurdunu basarken gösterdiği tavrı ile polisler gittikten sonrası tavrı karşısında sertçe tartıştıklarını bana anlatmıştı.

 

Beş yıl üç ay hapislik dönemimden sonra Ankara’ya 1985 başında gelmiştim. Emin’i sorduğumda İstanbul’a yerleştiğini yakınları söylemişti. 1985 ortalarında Erdal İnönü’nün başkanı olduğu SODEP’in Ankara’da kongresi vardı. Kader arkadaşım Mehmet Tevfik Demir’in avukat olan ağabeyi Tevfik Demir de kongre delegesi ve milletvekili adayı idi. Ben ve Kardeşi Mehmet Tevfik’e; ‘sizde kongreye gelin çok tanıdık görebilirsiniz’, söyleyince bizde kongre salonuna gittik. Hiç ummadığım tanıdıkları orada görünce şaşırmıştım. Rızgari döneminde birlikte olduğum Muş ve Bitlisli arkadaşlar, Ankara’daki gurubumuzun sorumlu olanlarından biri ve birçok Türk solundan tanıdıklarımı gördüm. Bazı dostlar polis baskılarından dolayı bir sığınma yeri diyor, bazı dostlar SODEP 12 Eylül Cuntası’nın getirdiği baskı düzenini zorlayacağı gibi gerekçeler anlattılar. Beni gören Emin Köse yanında tanımadığım biriyle gelince kucaklaştık ve hapisten çıktığıma sevindiğini, devamlı haberimi aldığını söyleyip yanındakine beni tanıştırırken: ‘Nesimi’nin eskiden grup arkadaşı, yeni cezaevinden çıktı’, bana da; ‘yanımdaki Nuri Yaman, Nesimi’nin abisi ve benim Siyasaldan okul arkadaşım’, demişti. Ankara’daki zorluklardan konuşunca İstanbul’a gelmemi söyleyip telefonunu vermişti.

 

1986 bahar aylarında İstanbul’a geldim. Kısa bir süre sonra da Emin Köse’ye telefon açıp adresini alıp İstanbul Şişli semtinde onu görmeye gittim. Bir holding yöneticisi olarak çalıştığını, 12 Eylül döneminde açığa alınıp işsiz kaldığını, başından geçenleri anlattı, ben de Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi’ni anlattım. Bir gün sözleşip misafiri olmamı istemişti. Buluşup İstanbul Boğazı’nda bulunan Mülkiyeliler Birliği lokaline gittik. Benim için hiç beklemediğim belki aklıma bile gelmeyen bir yere gelmiştim. Boğaz manzaralı, lokalin döşenmesi, masalar ve ışıklandırması, loş bir sessizliği, tertemiz görünümü ile Ankara’daki Mülkiye lokali bunun yanında üçüncü sınıf bir lokal kalırdı. Oturduğumuz masadan boğaza bakıyor çevremi ilgi ile izliyordum. Diğer masalarda güzel giyinimli kadınlı erkekli gruplar, genelde balık yiyip rakı ve şarap içmekteydiler. Emin Köse bana diğer masalardakilerin bazılarının emekli vali, kaymakam ve yüksek bürokratlar olduğunu söyleyip; ‘cezaevi sonrası senin için değişik bir yer olsun diye getirdim’, demişti. Düşünüyordum; yaşam ne tuhaflıklarla doluydu, daha iki yıl önce cezaevinde ekmek bile, su bile elimize geçmezken şimdi balık, karides, Rus salatası, rakı önümdeki masadaydı. Diğer masalarda Emin Köse’yi tanıyanlar, bana da saygıyla selam vermeleri sanki benimde ya kaymakam ya da vali imişim gibi bir durumu bende çağrıştırıyordu. Elbiselerim ise onların yanında döküntü gibiydi. Cezaevi sonrası o restoran benim için çok farklı bir anıdır.

 

Müslüm Üzülmez’in vasıtasıyla bir textil fabrikasında iş bulmuştum. Arada bir yine Emin ağabeyle buluşup gülerek ona o davetini; ‘ben ki bu devleti bölmek isteyen biriyle devlet katında önemli bürokratlarla aynı restoranda bulunmak değişik bir duyguydu’ der ve takılırdım. İsveç’e 1988 sonu geldikten uzun bir süre haberleşemedik. Emin bir daha ne kaymakamlık ne de devlet kurumlarında bir bürokratlık işini bir daha alamadı. Bir dönem SODEP sonra SHP sonra tekrar CHP adını alan partiden milletvekili olmak için uğraştığında hep olumsuz MİT raporları karşısına çıkınca listeye alınmıyordu. Telefon görüşmelerimizden birinde: Bir ara Romanya ve Moldavya’da eski arkadaşlarıyla iş yaptığını, arkadaşlarının kendisine numara çekip çok zarara uğradığını sitem ederek anlatınca ona; ‘sen yalnız değilsin arkadaş kazığı benimde başıma geldi’ demiştim. Yusuf’un hastalığı başladığında İstanbul’a gittiğimde çok uzakta oturduğu için gidip onu göremedim, uzun uzun telefonda konuştuk. Onda da parkinson hastalığı başlamıştı.

 

Emin Köse’nin böyle zamansız gitmesi tüm dostlarını, Çermiklileri üzmüştür. 1970’lerin başına kadar doğduğum ilçem komşu ilçeler olan Ergani ve Siverek gibi politize olmamış, geleneksel değer yargıları egemendi. Sol deyince namus olmadığı anlatılıyordu. Bu katı gelenekçi yapıyı kıran beş kişiyi her zaman saygıyla anarım. Bunlar: Osman Bardakçı, Nurettin Değirmenci, Mahmut Aktaş, Yusuf Andiç ve üç gün önce kaybettiğimiz Emin Köse’dir. Çermik için her biri birinden değerli bu yurtsever devrimciler aramızdan ayrıldılar. Umarım Çermik’in yeni nesili bu beş öncünün isimlerini Çermik’in belirli yerlerine yazdırarak onlara karşı sorumluluklarını yerine getirirler, unutulmamalarını sağlarlar. Geçmişinde sosyal ve toplumsal sorunlarda öncü olanları unutanın geleceğinden de bir umut çıkmaz. Çermik’in bu yiğit beş yurtsever devrimcilerini saygıyla anıyorum.

 

Güle güle Çermik’in gurur duyduğu devrimci!

Güle güle korkusuz ve cesur insan!

Sen her zaman yüreğimde yer eden, anıların önünde saygı duyduğum bir ağabeysin!

Yerin gül ve gülistanlık olsun!