Diyarbakır’da önceki gün düzenlenen ‘Toplum ve Sosyoloji Bağlamında Türkiye’de Seçmen Davranışları’ konulu panelde konuşan Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan, ‘Ortaçağ Avrupa’sındaki Lonca kavramına atıfta bulunarak, “En sağından en soluna Türkiye’deki siyasi partiler loncalaşmış” dedi.
Siyaset bilimci Vedat Koçal moderatörlüğünde Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonu’nda yapılan ‘Toplum ve Sosyoloji Bağlamında Türkiye’de Seçmen Davranışları’ başlıklı panele, Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan, Gazeteci Osman Sert, Sosyolog Dr. Feyza Akınerdem ve Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruhavioğlu konuşmacı olarak katıldı.
Panelde seçmen profilinin giderek farklı bir noktaya evrildiğini ve siyasetin değişen seçmen davranışlarının iyi okumadığına vurgu yapıldı.
Panelin ilk konuşmasını Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan yaptı. Erkan, Türkiye’de 14 Mayıs ile 28 Mayıs’ta yapılan seçimlere atıfta bulunarak muhalefetin mevcut politik tutumu nedeniyle uzun bir süre daha seçim kazanma ihtimalinin olmadığını söyledi ve muhalefeti dış politikada yetersiz olduğunu belirtti.
Seçimden sonra yapılan analizlere ironik bir şekilde yaklaşan Erkan,“Önceki gün muhalefet lideri kaybetmediğini açıkladı. Öyle bir seçim ki kazananı yok. Seçim öncesi Avrupa ve ABD Erdoğan’ın gitmesi gerektiğini söylüyordu. Ama en çok onlar bu seçimin kazanmasına sevindi” dedi.
‘Antiemperyalist bir tutum olmadan oy alınmaz’
“Bir değişim beklentisi vardı ve bu toplumu da pompalanmıştı. Birbirine benzemeyen ve bir araya gelemeyecek gruplar bir araya geldi ve birliktelikler oluştu 21 yıllık bir iktidara karşı. Buna rağmen bu seçimde bir değişim olmadı. Asıl önemli olan nokta burası ve son süreçlerde bu çokça tartışılır hale geldi” diyen Erkan, Ortadoğu uzmanı tarihçi Bernard Lewis’in ‘Amerikan karşıtı olmayan bir yönetim toplumun desteğini alamaz ve iktidarda kalamaz’ şeklindeki yorumunu hatırlatarak şöyle devam etti:
“Artık Ortadoğu ülkelerinde ABD ile dost görünüp iktidarda kalacak bir lider yok. Önemli olan batı ile kavgalıymış ama görünürde ilişkilere zarar vermeyecek liderlerle çalışmak. Muhalefet batı ve ABD merkezli mesaj vermedi. Antiemperyalist bir tutum olmadan oy alınmaz. Türkiye’de gerçek bir siyasi muhalif dünyadaki eşitsizlikleri de gündemine almalı. Ama bizler bunların hiçbirini görmedik”
‘Hem zihinsel hem politikasal olarak liberalizm hakim’
Liberalizmin Türkiye’deki zihinleri teslim aldığını ve sınıfsal yaklaşımın kaybolduğunu ifade eden Prof. Erkan, seçmen kategorisinin liberalizme göre tarif edildiğini söyledi.
“Uzun süre böyle devam edecektir. 1980 den sonra zihinlerde liberalizm nüks etti. Bu büyük bir aykırılıklara neden oldu yani bölünmüşlük ortaya çıktı. Ezilen ve ezen gibi bir şey ortaya koyulmadı. Diyarbakır’daki Sümerpark’ı biliyorsunuz. Ne oldu? Şimdi park işlevinde. Eğer fabrikalar, parka dönüştürülmüşse ve toplum buna bir ses etmiyorsa o zaman liberalizm zihinleri teslim almış demektir. Bölgesel ekonomik politikalar oluşturulmadı. Örneğin Diyarbakır’da OSB gibi iş sahaları mevcut anacak bir yandan da işsizlik söz konusu. Eğer siz bölgesel ekonomik politikalar geliştirip ve halka bu alanlarda iş sahası yaratacağınızı vaat edemiyorsanız ve bunu ortaya koyamıyorsanız ‘kadim kent, medeniyetlerin beşiği’ gibi sade sözleriniz toplum nezdinde etki yaratmaz. Kimse bölgesel ekonomi politikası üretmiyor. Liberalizm meseleyi kendi haline bırakmaktır. Hem zihinsel hem politikasal olarak liberalizm hakim artık.”
‘Türkiye’deki siyasi partiler loncalaşmış’
Ortaçağ Avrupası’nda Lonca sistemine atıfta bulunan Erkan, Türkiye’de siyasetin giderek loncalaştığını söyledi. Babadan çocuğa milletvekili geçişinin olduğuna değinen Erkan, siyasi partilerde oligarşik yapıların varlığının iktidara yürümeyi ve başarıya ulaşmayı engellediğine işaret etti.
“Lonca ‘Ortaçağ Avrupa’sındaki gibi siyaset de loncalaşmış. Bir iki dönemdir babadan oğla geçen bir milletvekili olma söz konusu. Her parti her ilde bir lonca sistemini kuruyor. Halk siyasete dahil edilmiyor. Bu sadece siyasette değil diğer alanlarda da öyledir.
Batı ve ABD toplumun sevmediği nefret ettiği bir kişiyi oluşturur ve onu kendisine en muhalif olarak gösterir. En sağından en soluna Türkiye’deki siyasi partiler loncalaşmış. Türkiye’deki asıl yenileşme ve değişim tabandan olmazsa Türkiye toplumu aynı dönemi daha çok yaşar. Liberalizm etkisi ile oluşan bölünmüşlük ortada. Örneğin Karadeniz ve Doğu bölgelerine baktığınızda bu seçimde bir ittifak o bölgede en çok oyu alırken, diğeri ise diğer bölgeden en çok oyu alıyor. Siyaseti etnik ve kimliklere indirgendiğinde iktidara gelemezsiniz”
Güç yitirildiğinde bir büyük hikaye oluşturuluyor
Erkan’ın ardından konuşan Sosyolog Dr. Feyza Akınerdem siyaseti hakikat ile güç odaklı olarak ayırdı ve her iki siyaset tarzı üzerinde durdu ve şu değerlendirmelerde bulundu:
"Neye yalan neye hakikat. Duygular ve olgular tanımı yeterli değil. Seçmeni ne duyguları ne de olgular. Muhalefet söylemini yalanla mücadele etmek ve yalana karşı çıkmak üzerine söylemini kurdu. Muhalif kesimler sürekli yalana karşı bir direniş ortaya çıkardı.
Hakikat odaklı siyasette erişilmesi gereken gerçeklikleri içinde barındırır. Popilizm ise güç odaklı siyasetleri üretir ve bu son süreçlerde üzerinde durduğumuz bir konu haline geldi. Burada hakikatin altı tamamıyla oyuluyor ve kişilere gelecek vaadi ya da sosyal ve toplumsal gerçekleri gündemine alamayan ve buna ilişkin topluma bir şey verilmeyen ‘güç odaklı’ siyaset tarzı egemen hale geldi. Burada hakikat sürekli bükülerek yapılır.
Medya da bir temsil rejimi içerir. TRT’de 1970’lerden beri izlediğimiz hikayeler, diziler, belgesel programlar, deneyimlediğimiz geçekliğimizi büken bir millet, bir ulus görünümü anlatılır. Ama bunun içinde Türkçe konuşmayanlar yoktur. Türk olmayanlar yoktur. Oradaki o hayali köyde yaşamayanlar bambaşka bir köy hayatı ve ya bambaşka şehir hayatı yaşayanlar yoktur. Bambaşka aile yapısı içinde yaşayanlar yoktur. Anne, baba ve çocuğun mutlu olduğu aileler vardır.
Dolayısıyla bizim olgusal gerçekliğimizin tamamen ötesinde bir hakikat düzeni kurar televizyon, 1970’lerden beri. 1990’lardan sonra özel televizyonlar da her ne kadar yayıncılığı genişlettiyse de yine televizyon ekranının çerçevesinin dışında kalmış kitleler kendilerini o temsilin içinde göremezler. Aynı şey meclis için de geçerli. Yani siyasal ve kültürel temsil bu anlamda oldukça dışlayıcıdır.
Seçmenlere gelince de yani nasıl oluyor da her duruma her ekonomik koşular rağmen her koşula rağmen hatta bir çok siyaset bilimcinin ‘tencere iktidarı devirir’ tezinin gerçekleşmediği bir seçim yaşadık. Ne yaparsak yapalım iktidar bloğu ile muhalefet bloğu aşağı yukarı aynı oy oranını alıyor. Buradan hareketle yapılan hiçbir şeyin bir sosyal ve siyasal değişim getirmediğini gördük. Bunu bir kısmı doğu bir kısmı yanlış.
Eğer değime odaklanırsanız sürekli değişim görürsünüz. Bir değişim hikayesi anlatırsınız. Sürekliliğe bakarsanız, süreklilik görürsünüz. Bir şeyin değişmediğini görürsünüz. Türkiye’de siyaset böyle. Hem çok değişti hem de hiçbir şey değişmedi.
Güç yitirildiğinde bir büyük hikaye oluşturuluyor. Örneğin; Dünya bizi kıskanıyor. Uçak gemilerimiz, İHA’larımız, SİHA’larımız vesaire. Bunlar aslında bizim materyal gerçekliğimize ve olgusal deneyimlerimize asla dokunmayan ama diğer taraftan seçmen nezdinde oldukça büyük bir arzu nesnesi oluşturan büyük hikayeler ve bu büyük hikayeleri nesnel olarak doğrulama şansımız yok. Bunu teyit edebileceğimiz araçlarımız da yok. Dolayısıyla büyük anlatılar karşısında vatandaşlar güçsüz bırakılmış.
Kadın seçmenlerde de bir yorgunluk söz konusu. Yani kim kazanırsa kazansın bizim açımızda değişen bir şey yok diyorlar.
Oyun kurucu siyaset kendini güçlendirebiliyor. AK Parti’nin çok iyi oyun kurucu parti olduğunu daha önce anlattıklarıma dayandırarak düşünüyorum. 2015’te yazdığımız bir makalede ‘güç ustaları’ diye ifade etmiştik. Gerçektende bir güç ustası siyasal hareket, video oyunları formatında oyunu iyi kuruyor yani. Bu konuda başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer taraftan ise büyük ve geniş bir muhalefet uzlaşması oluşmuş gibiyse de burada da halen daha eski, daha hakikat peşinde koşan bir siyaset. İşte adalet, özgürlük, hak ve sorumluluklar gibi kavramların peşinde koşan bunların savunuculuğunu yapan gruplar olarak bir araya gelindi fakat bu o aradaki oyuncu manevraları maalesef içeremedi. 2 turlu seçim gerçektende oyuna çok açık yani video formatına çok açık. Bir şekilde o joker oyuncularının sahaya kolaylıkla girebildiği ve manevra yapabildikleri bir seçim sistemi. Bunu da ilk defa deneyimlemiş olduk.”
"Kendi doğruları sizi esir alıyor"
Panele konuşmacı olarak katılan Gazeteci Osman Sert ise muhalefet bloğunu iktidara karşı kullandığı dil bakımından sergilediği tutuma değindi ve şöyle devam etti:
“Seçim sonuçlarının şaşıracak herhangi bir tarafı yok bence. Şaşırmanın kendisine ben biraz şaşırıyorum. Çünkü ön kabullerimiz bizi esir alıyor. Ya da beklentilerimiz esir alıyor. Ne olmasını istediğimiz bizim görüşlerimizi belirler hale geliyor.
Değişim isteyenler acaba bu sefer olur diyor. İktidarını sürdürmek isteyenler ise bu kez de daha çok doğrularına yapışıyor. Dolayısıyla kendi doğruları sizi esir alıyor. Ben bu seçimde iktidarın tek oyuncu olduğuna da katılmıyorum.
Ben seçim sonuçlarının aslında çok öngörülemez olmadığını düşünüyorum. 2023 seçimleri aritmetiğin oy toplamlarının sosyolojiye mağlup olduğu seçimler olarak bence tarihe geçti. 5 tane partiyi yan yana getirmenin onları bir matematiksel işlemle bir bütünlük haline getirdiği ön yargısıyla hareket edildi ve bu yanlış çıktı. Çünkü seçmen hiçbir siyasetçinin cebinde keklik değil.
Aritmetik toplamları hesap yaptığınız takdirde ve toplumu okumadığınız takdirde sizin seçimlerle ilgili sonuçlara da şaşırmamanız gerekiyor”
"Kürtler iki kümede bulunuyor"
Panelde söz alan araştırmacı Reha Ruhavioğlu, ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye'de 1950'den beri yapılan seçimler bugüne kadar çok basit iki şeyi söylüyordu bütün seçimlerde 2 tane kırılma noktası vardı. Buna sosyal kırılma noktaları deniyor.
Biri Kürt sorunu, bir diğeri de sosyoekonomik coğrafi eşitsizlikler yani coğrafi kutuplaşma ve belki Kürt meselesi temeli kutuplaşma.
Bu seçimde de aslında sonucu belirlediğini fakat seçim sürecinde özellikle Kürt meselesinin aslında bu kadar güçlü bir dinamik olmadığına tam aksine Kürt meselesi bir çözüme rağbet meselesinden çok daha çok terör gündemi ile karşı tarafı suçlayan bir argümana dönüşen yani belki de şiddettin en düşük olduğu ama çatışmanın kampanyada çok başat bir rol oynadığı bir dönemi yaşıyoruz.
Şimdi bu iki kırılmanın Kürtlerle ilgili önemli bir kesişim kümesi var. Kürtler hem sosyal ekonomik eşitsizlik kümesindedirler hem de zaten Kürt olarak Kürt kimliği kümesindedirler. Yani iki tane kırılma noktasının aktörleri ve mağdurları diyebileceğimiz bir kimlik grubu var Türkiye'de daha genç nüfusu ve de daha fazla artan bir nüfusu var.
Kürtlerle ilgili birkaç tespit söylemek istiyorum Kürt derken herkes file dokunduğu yerden tarif ediyor aslında hiçbirisinin yaptığı tarif Kürt fotoğrafını tamamlamıyor.Kürtlere güncel haliyle baktığımızda Kürt kimliğinin bir kere güçlü olduğu ve giderek güçlendiği bir topluluktan bahsediyoruz.
Ana akım ve taşıyıcı siyaseti her ne kadar seküler ve sol olsa da aslında dindar ve dindarlıkla barışık bir sosyolojiden bahsediyoruz. Türkiye’de belki diğer gruplardan farklı olarak göç olgusunun hem kanaatleri hem tutumları etkilediği topluluktan bahsediyoruz.
Eksiden daha politik ve zorunlu göçlerdi ama son dönemlerde daha çok ekonomik göç meselesi söz konusu. Dolayısıyla göç birbirinden faklı Kürtlüklerin inşa olması için bir zemin yaratmış görünüyor. Türkiye’nin batısı ve bölgede yaşayanlar gibi. Bölgedeki Kürtlüğü de yine kendi içinde gruplandırabiliriz.
Kürt toplumunda tutumları en çok belirleyen şey siyasi aidiyetlerdir. Siyasi aidiyetlerde de önemli oranda bir kutuplaşma var. Sağcılarımız büyük ölçüde AK Parti’de solcularımız da büyük ölçüde HDP’de kümeleniyorlar.
Yapılan bir araştırmamızda ‘ayrımcılığa uğruyorum’ diyenlerin oranı yüzde 58. Bu oran Türkiye’de herhangi bir demografik grupta göremeyeceğimiz bir oran.
Zaman zaman öncelikler değişse biler örneğin ekonomi gibi ama Kürt Sorunu önemli bir mesele olarak kalmaya devam ediyor.
‘Kürtlük güçleniyor, Kürt olmaktan gururluyum’ gibi araştırmalarda sorulara verilen yanıtların puanları da yükseliyor. Ama yanı zamanda yarısından fazlası kendisini Türkiye hissediyor. Örneğin bayrağa ve istiklal marşına olumlu bakan Kürtlerin oranı yüzde 60 civarında.
Kürtler ya da Kürt siyaseti ne zaman büyüyor? Sorusunun cevabı; ‘Barış zamanlarında ve umut vaat edildiği zamanlarda büyüyor’ oluyor. ‘Yani Kürtler direnişçi bir halktır işte budana budana büyüyorlar’ değil. Bunun da elbette ki gerçekliği var. Ama daha çok huzur zamanlarında Türkiye ile daha uzlaşmacı bir profil çizdiği zamanlarda daha büyüdüğünü görüyoruz”