Güney merkezli „hayin- şahin“ tartışmalarına artık bir son verin.
Bu konuda hergün, her saat söylediğiniz sözler kabak tadı verdiği gibi, bundan sonra da harcayacağınız enerjiyi Kuzey’de sizi bekleyen çalışmalar için kullanırsanız, daha yararlı işler yapmış olursunuz…
Çünkü, biz dışarıdan bakan Kürtler olarak farkında olmasak da, Güney’de, Kerkük olayı ile birlikte yeni bir süreç başladı.
Yaşanan bu sürece Güneyliler, özellikle de yetki ve sorumluluk sahibi olanlar, bizim gibi bakmıyor ve aralarında varolan birliktelliğin bozulmaması ve daha da güçlendirilmesi yönünde çaba harcıyor, ona göre bir dil kullanıyorlar.
Ayrıca sağda solda yapılan konuşmalar ve sosyal medyada yapılan paylaşımlar, Güneyliler üzerinde herhangi bir etkiye dönüşmüyor.
Çünkü Güneyli Kürtler kullandığımız dili anlamıyor.
Onlar Türkçe bilmiyor, biz ise Kürtçe konuşup yazamıyoruz.
Kaldı ki Güney’de yeni süreç başladı bile. Başlayan yeni süreçte Güney Kürdistan, ABD ve paydaşları tarafından, en az 25 yıl süreliğine iki kişiye emanet edilecek gibi görünüyor.
Bunlar ise, Neçirvan Barzani ve Kubad Talabani…
Gelecek yıl yapılacak olan Irak seçimleri sonrası süreçte, büyük bir ihtimalle birini Kürdistan Bölge Yönetimi’nin Başkanı, diğer birini de Başbakanı olarak göreceğiz.
Kerkük olayı, biri biten, diğeri de yeniden başlamış olan iki farklı sürecin dönüm noktasıydı.
Eski sürecin bitiş ve yeni sürecin başlayış noktasını belirleyenler de, aslında bölgeyi dizayn etmeye çalışan ABD ve paydaşlarıydı.
ABD Kerkük olayı ile Kürtlerin yanısıra, bölgesel ve küresel aktörlere varolan bir gerçeği bir kez daha göstermeye çalıştı.
O da, bölgede ABD’nin onay vermediği hiç bir değişimin olmayacağı, gerçeği…
Bundan ABD, bölgede her istediğini gerçekleştirebilir, sonucu çıkar mı?
Bu ayrı bir tartışma konusu, ancak ABD ve paydaşlarının onay vermediği hiç bir proje de hayata geçmez.
Tıpkı 25 Eylül’de yapılan Bağımsızlık Referandumu gibi…
Referandum, bir devlete sahip olma duygusuna sahip olan tüm Kürtleri harekete geçirdi. Güneydeki halkın yoğun katılımı ve % 93 gibi bir oranla kabul edilmesi başlı başına bir başarıydı. Ancak hedeflenen nihai sonuca ulaşamadı. Tabi bu, referandumda çıkan sonucu ortadan kaldırmaz, hatta referandumun gelecekte hedeflenen nihai sonuca varmayacağı anlamına da gelmez…
Kerkük olayı ile varılan sonuç, Kürtlerin tercih ettikleri bir durum değildi. Ancak referandumun sancılı olacağı, hatta yapılıp yapılmayacağı bile son güne kadar tartışmalıydı.
Beklenmeyen gelişme, referandum sonrası ve özellikle de Kerkük olayında ABD’nin takındığı tutumdu.
ABD yeni süreçte takınacağı tutumun kodlarını da, Kürdıstan Başkanı Mesûd Barzani’nin görevini bırakmasıyla verdi.
Mesûd Barzani, hiç kuşkusuz bugüne kadar olan mücadelesiyle, azim ve kararlılığıyla, giyim ve kuşamıyla tüm Kürtlerin gönlünde hep başkan olarak kalacaktır.
Ancak ABD’nin resmi makamları tarafından yapılan tüm açıklamalarda, Neçirvan Barzani ile Kubad Talabani’nin yönetimindeki güçlü bir Kürdistan’ın destekleneceği vurgusu anlamlıdır.
ABD’nin ima ettiği daha güçlü Kürdistan bölgesi, ne anlama geliyor?
Eğer Kerkük olayı ile bir kez daha belirginleşen iki başlı pêşmerge yapılanması Kürdistan’ın yumuşak karnı ise, düzenli bir orduya dönüşen peşmerge gücü de güçlü Kürdistan’ın temel şartıdır…
„Çeyrek aşırlık bir süreçte Barzani ile Talabani bunu gerçekleştiremezken, Neçirvan Barzani ile Kubad Talabani mi gerçekleştirecekler“, yönündeki itirazları duyar gibiyim.
Evet.
Barzani ile Talabani’nin eksik bıraktıklarını Neçirvan ile Kubad tamamlayacaklar.
Ayrıca bugüne kadar ayrı iki devlet gibi işleyen tüm yapılanmaları da tek çatı altında birleştirecekler…
Çünkü ABD, PDK cenahında Neçîrvan Barzani’yi, YNK cenahında ise Kubad Talabni’yi muhatap almak istiyor. Önümüzdeki süreç de, büyük bir ihtimalle bu doğrultuda şekillenecek.
ABD’nin böylesi bir tercihe sahip olmuş olmasının nedenlerinden birisi, hatta en önemlisi, rakip partilere mensup olmalarına rağmen, uzun süreden beri başbakan ve başbakan yardımcısı olarak gayet uyumlu bir çalışmayı bugüne kadar sergilemiş olmaları…
Özellikle son yılarda PDK-YNK arasında yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, her ikisinin yönetimde sergiledikleri uyum, ABD’nin satır aralarında verdiği mesajın zeminini oluşturuyor.
Diyeceğim o ki, bugünden sonra Güney ile ilgili fazla kaygılanmanıza gerek yok…
Kaldı ki, taşıdığınız kaygılar sonucu, ortaya koyduğunuz argümanlar başalayan yeni sürece zarar verebilir, kaygan olan zeminin kalıcılaşmasına da yol açabilir.
Ne mi yapmanız lazım?
En büyük parça olan Kuzey Kürdistan da 30 milyona yakın Kürt yaşıyor. Burada hepimizin yapacağı, yapabileceği çok işi var.
Mesela, referandum öncesi parti kurma işine girişenler, yeni bir şevk ve heyecanla yarıda bıraktıkları işlerine devam edebilirler.
Mevcut partilerin yönetici ve üyeleri, şimdiden önümüzdeki üç şeçime yoğunlaşabilirler…
Gücüne göre, kimi partiler genel seçimleri, kimileri de yerel seçimleri önceliyerek bir çalışma yürütebilir.
Özellikle de yerel seçimlerde, belediye başkanlıkları, köy ve mahalle muhtarlıklarının kazanılması için şimdiden kimi adımlar atilabilir.
Anadilini bilmeyen, diğer parçalardaki gelişmeleri daha iyi takip etmek ve düşüncelerini o parçalardaki Kürtlerle paylaşmak için dilini öğrenebilir…
Bunlardan hiçbirini yapamayanlar ise, Kürtler arasında varolan uçurumun daha da derinleşmemesi için, bir süreliğine de olsa susmayı becerebilmeliler…
Bu son öneri bile, „hayin-şahin“ tartışmalarından daha fazla Kürtlere hizmet eder diye düşünüyorum.
Dolayısıyla, herhangi bir Kürdün öncelikle yapabileceği işlerle yoğunlaşması, başka bir Kürdün başarılı işler yapmasına da katkı sunmuş olacaktır…
Gerisi hikaye…
10.11.2107
(Navkurd)