Eren Keskin;‘İstanbul Sözleşmesi’ bazı yetersizlikleri olsa da, cinsel suçları kabul etmesi ve yasalara girmesi açısından önemliydi.”
Eren Keskin:“Kadınlar maruz kaldıkları cinsel suçları; koca, baba ya da feodal çevrenin baskısından dolayı kimseye anlatamıyor ve dolayısıyla cinsel suçlar açığa çıkmıyor, failler yargılanamıyordu.”
‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ nedeniyle; Dayanışmanın Kadın Hali Derneği (DAKAHDER)’in gerçekleştirdiği etkinlikler kapsamında Wejegeh Amed’de insan hakları savunucusu, kadın aktivist avukat Eren Keskin’le bir araya geldi.
DAKAHDER Başkanı avukat Aslı Pasinli’nin moderatörlüğünde yapılan söyleşiden sonra; gazeteci yazar Bircan Değirmenci’nin Eren Keskin’i anlattığı ‘Keskin Bir Hayat’ adlı kitabı imzalandı.
Avukat ve insan hakları savunucu, kadın aktivist Eren Keskin kadın hakları konusunda çalışmaya başlamasının nedenini; “90’larda cinsel işkencenin hiç konuşulmuş olmamasıydı. İnsanlar 90’larda çok yoğun işkence görüyorlardı. Birçok işkence biçimleri konuşuluyor ama cinsel işkenceden bahsedilmiyordu. Cinsel işkence, işkencenin en açıklanamayan, biçimiydi. Utanıyorlar, yalnız kalacaklarını düşünüyorlardı. Failler cezasız kalıyor ve kamuoyu bunu hiçbir şekilde bilmiyordu. Kadınlar bununla tek başlarına halletmeye çalışıyorlardı.” Diye 1980’lerden sonraki süreçte, kadın hak ihlallerini anlattığı konuşmasına;
“TCK’da cinsel işkence, cinsel şiddet yönünden son derece zayıftı. Tecavüz suçunu düzenleyen tecavüz ve sarkıntılık vardı, cinsel taciz diye bir suç yoktu. Tecavüz suçunun tanımı yoktu.”
Sözleşme, cinsel saldırılar suç tanımı olarak yasalara girdi
Tecavüze uğrayan kadınların, maruz kaldıkları cinsel işkenceyi açıklamakta çok zorlandıklarını, kocalarından, babalarından ve feodal anlayış ve yaklaşımlardan dolayı çevrelerinden korktukları için açıklayamadıklarını anlattı. Bununla birlikte ceza yasalarında da cinsel işkencenin yeterli bir tanımı olmadığını ama 2005 yılında yetersiz bulunsa da cinsel saldırının suç tanımı olarak yasalara girdiğini, bekâret kontrolünün yasalara bağlandığını ve bu sürecin İstanbul sözleşmesine kadar nasıl geldiğinin sürecini dile getirdi.
Hak ihlallerine yeterince karşı çıkamıyoruz
Bütün kadın hak ihlallerine karşı yeterli karşı çıkışı gösterebiliyor muyuz diye sorarak hayır cevabını vererek; “Çünkü bizim kendi örgütlerimizde maalesef ki erkek egemen militer ve feodal bir yapısı var. Gerçekten erkek yoğunluklu, kararları erkeklerin vermek istedikleri homofobik, transfobik yapılar, biz bunu aşamıyoruz. Bunu aşamadığımız için de itirazlarımız fazla sonuç aşamıyor ve gelişemiyor.
Kadın mücadelesinden çok daha fazla korktuklarını düşünüyorum. Bütün dünyada da böyledir. Bu bütün dünyada egemen erkek sistemler için geçerlidir. Dünyada giderek sağcılaşıyor. Giderek militerleşiyor.
Hala mülteci hakları sözleşmesinde kadın ve şiddet tek başına iltica nedeni değil. Mesela bir kadın ben şiddete uğradım diye tek başına iltica edemiyor.
Cinsel saldırılar savaş suçu olarak görülmedi
Tüm savaşlarda en büyük mağduriyetleri kadınlar yaşıyor. 1. Ve 2. Dünya savaşından sonra kurulan mahkemelerde de kadına yönelik tecavüz, cinsel saldırılar bir savaş suçu olarak değerlendirilmedi. Ama Bosna ve Ruanda da; kadın mücadelesi bütün dünyada o kadar çok dillendirildi ki, ilk kez Bosna ve Ruanda çatışmalarından sonra kadına yönelik cinsel şiddet bir savaş suçu olarak değerlendirilmeye başlandı. Bu kadınların mücadelesi ile elde edilen sonuçtu. Bugün de kadın mücadelesi geri adım atmaksızın devam ediyor.
Diye değerlendirmelerine devam eden Eren Keskin ve gazeteci yazar Bircan Değirmenci ‘Keskin Bir Hayat’ kitabını imzaladılar.