Erdoğan’ın rol arayışının Moskova’daki karşılığı Türkiye’de tanımlandığı gibi değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Donbas ve Kırım’la ilgili Moskova’yı kızdıracak o kadar hamle yaptıktan sonra Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk teklifiyle kendini ‘güvenli’ bir yere konuşlandırmaya çalışıyor. Fakat Türk basınına yansıtıldığının aksine bu teklifin ne Kiev ne Moskova’da aranan türden bir girişim olduğunu söylemek zor.
Sorunun bir arabuluculukla Rusya ve Ukrayna arasında bir meseleye çekmek Rusya’nın resmi politikasıyla uyuşmuyor. Rusya’ya göre Donbas’taki sorun Ukrayna’nın iç meselesi ve Ukrayna liderleri meseleyi çözmek için Kremlin’le değil Lugansk ve Donetsk’deki fiili özerk cumhuriyetlerin temsilcileriyle görüşmeli.
Bu çerçevede Rus Dışişleri Sözcüsü Zaharova olası bir arabuluculuk girişiminden neyi anladıklarını ve ne beklediklerini gayet net olarak ortaya koydu: Birincisi Erdoğan eğer etkisini kullanmak istiyorsa Zelenski’yi Minsk Grubu’nun sağladığı anlaşmaların yerine getirilmesine ikna edebilir. İkincisi Donbas’ın silah zoruyla tekrar Kiev’in kontrolüne geçmesi yönündeki planlardan vazgeçilmesini sağlayabilir.
Rusya’nın duruşu bu. Öte yandan Ukrayna lideri de doğrudan Putin’le masaya oturmaktan yana olduğunu söylüyor. Bu konudaki pozisyonunu parlamentodaki son konuşmasında dile getirdi. Savaşı Rusya ile doğrudan görüşme olmadan sonlandıramayacaklarını vurguladı. Rusya’nın doğrudan müzakereye yanıtı da aynı: Git Lugansk ve Donetsk’deki temsilcilerle konuş, kendi sorununu kendin hallet.
Beri tarafta mesele sadece Donets ile sınırlı değil. İşin diğer tarafında NATO’nun genişlemesi planlarına yönelik Rusya’nın ilan ettiği kırmızıçizgiler var. Erdoğan Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini şiddetle destekliyor. Rusya ise buna izin vermek istemiyor. Haliyle Ukrayna üzerinden büyüyen krizde Putin sorunun kaynağı olarak ABD ve AB’yi görüyor ve bunlarla konuşup NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşmayacağına ve Donbas’ta savaşı kışkırtmayacağına dair güvence almak istiyor. O yüzden Erdoğan’ın rol arayışının Moskova’daki karşılığı Türkiye’de tanımlandığı gibi değil.
Karadeniz havzasındaki gerilimlere karşın Rusya ile ABD arasında Suriye’de bir diyalog süreci işliyor. Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı İlham Ahmed’in Moskova’da ağırlanması farklı bir zemin üzerinde gelişti. Bu zeminde iki konuda Amerikan-Rus çakışması var. Biri Türkiye’nin yeni bir askeri harekat düzenlemesi konusunda Rusya ve ABD paralel pozisyonlar aldı.
İkincisi Kürtlerin Cenevre sürecine katılması ya da Şam’la diyaloga girmeleri konusunda bir Rus-Amerikan yakınlaşması görüyoruz. Bu iki çakışma noktasında da Türkiye karşı cephede duruyor. Bu Türkiye üzerindeki baskıyı artıracaktır. Bunun üçüncü ayağında Araplar arasında Şam’a yaklaşımdaki değişim var.
İvedilikle herkesin koşarak Şam’la köprüleri kurmaya çalıştığından söz etmiyoruz. Adıma karşılık adım yaklaşımıyla sorunu başka bir yol haritasıyla çözme eğilimi taraftar topluyor. Bu minvalde belli başlı Arap aktörler Suriye’yi Arap Birliği’ne döndürmek istiyor. Şubatta Cezayir dönem başkanlığının ilk zirvesinde bunu yapmayı hedefliyorlar. Bu olduğu takdirde Türkiye’nin oyun alanı daralacaktır.
Libya’da herkesin elinin tetikte olduğu kritik bir seçim sürecine girildi. Rusya ve Türkiye farklı adaylara oynuyor. Çok karmaşık bir durum ve çok fazla taraf var. Libya’da Rusya ile Türkiye karşı karşıya gelse de her iki ülke de karşıt tarafın askeri-milis varlığını bu ülkede kalma gerekçesi yapıyor. Fakat Ruslar doğu güçlerinin destekçisi olsa da batıda Trablus’taki ulusal uzlaşı hükümetiyle de yakın çalışmaya başladı.
Rus enerji devleri Libya’da çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye ise bütün yumurtaları aynı cephede birkaç farklı aktöre yatırdı. Ya kazanacak ya tamamen kaybedecek. Kumar gibi.