Faik Bulut /Independent Türkçe
Mustafa Timisi'nin siyaset ağırlıklı toplumsal-kültürel anılarını içeren kitabı, söyleşi tarzında derlenip yayımlandı. 1
Birkaç hafta önce, kızı Aliye Hanım tarafından bana iletildi. Telefonda, "Türkiye dâhil Ortadoğu ülkelerindeki tarihi olaylar ve güncel gelişmeler üzerine yazdıklarımı yakından izlediğini" ve özellikle de 5 ve 20 Şubat 2020 tarihlerinde Gazete Duvar'da Alevilerin hak mücadelesini anlatan "Cumhuriyet dönemindeki ilk Alevi kimlik mücadelesi: 1963 Alevi Bildirisi" ve "Alevi öğrencilerin Şubat 1966 Bildirisi: Varlık mücadelesine devam…" başlıklı makalelerimi ilgiyle okuduğunu söyledi.
Mustafa Timisi'nin kitabının kapağı
Eski Adalet Bakanı olmasına rağmen sırf laiklik, demokrasi ve cumhuriyet değerleri hususundaki kararlığı nedeniyle, FETÖ kumpası sonucu "Ergenekon Davası" mağduru konumuna getirilen Seyfi Oktay, geçen yılki görüşmemizde her iki bildiri hakkında arka plan bilgisi vermişti.
Hukuk fakültesi öğrencisiyken 1963 tarihli bildirinin hazırlanmasında emeği geçen Oktay, Mustafa Timisi'nin öncü çabasını da anlatmıştı.
Yukarıda anılan iki makaleyi hazırlama sürecinde Timisi'ye ulaştım; konu edilen iki girişimin nasıl geliştiğine dair dönemin gazetelerinde çıkan haberlerin yayımlanma tarihlerini dolaylı biçimde kendisine sordum.
Verilen tarihler üzerine kütüphanede gazeteleri taradım. Lakin somut bir haber bulamadım. Araştırmamı farklı bir kanaldan yürütünce, pek çok bilgi ve belgeye ulaştım.
Islak imzalı 1966 tarihli bildiri taslağını ise emekli yargıç Mehmet Tural'ın anı kitabında bulup izini sürünce, gaye hâsıl oldu ve yazımı yazabildim.
Emekli Yargıç Mehmet Tural'ın kitabının kapağı
Kitaba göz gezdirdiğimde, dönemin aktörlerinden Timisi'nin hak mücadelesini içeren olay hakkındaki anlatımının başlığını da görmüş oldum.
Dolayısıyla burada klasik bir tanıtım yerine, onun anılarından günümüze kadar uzanan Alevilerin inançsal ve kültürel mücadele sürecinden kesitlere değineceğim.
Zira Alevi meselesi henüz çözülememiş; mevcut ortam ve gidişata bakılırsa, vaziyet iç açıcı olmaktan daha da uzaklaşmıştır.
Mustafa Timisi
Timisi'yi birlikte tanıyalım:
Tanınmış bir ailenin evladı. 1 Mayıs 1936'da Sivas'ın Divriği ilçesinde doğmuş. Üç yaşındayken ailece ilçeden baba yurdu olan Timisi köyüne göçmüşler.
Babası, I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üçlü yönetiminden Cemal Paşa komutasındaki Suriye cephesinde İngilizlere karşı savaşmış.
Mustafa Timisi, 1960'lı ve 1970'li yılların önemli siyasi şahsiyetlerindendir. Divriği ilçesine bağlı yaklaşık 130 köyün çoğunda Türkmen Alevi bulunmaktadır. Bu yüzden de mensup olduğu Alevi toplumunda bilinirliği oldukça yaygındır.
Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, aralarında TBP Genel Başkanı Mustafa Timisi'nin de bulunduğu diğer parti liderleriyle toplantıda
1960'lardan itibaren katıldığı yahut tanığı olduğu olaylar ve faaliyetler şöyle sıralanabilir: Alevilerin kimlik ve hak mücadelesi, Birlik Partisi hareketi, Türkiye Birlik Partisi (TBP) genel başkanlığı, 14. ve 15. dönem Sivas milletvekilliği.
Bu süreç içinde yaşadığı ve mücadele etmeye çalıştığı 12 Mart 1971 Muhtırası, Çorum ve Maraş Olayları, "sağ-sol çatışması" diye bilinen öğrenci olayları ile diğer toplumsal ve siyasi çatışmalar, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi.
Timisi, 12 Eylül sonrasında da aktif siyaset yapmış; SODEP'e katılmış, SODEP-HP (Halkçı Parti) birleşmesinde genel sekreter olmuş; 1987'de 18. dönem İstanbul üçüncü bölge milletvekili seçilmiş.
Mustafa Timisi, Erdal İnönü ve Deniz Baykal ile SHP Kurultayı'nda. 1985'te ise Aydın Güven Gürkan ile bir fotoğrafı
Derken parti yönetiminden ayrılmış. Ancak Murat Karayalçın başkanlığındaki SHP'de tekrar parti yönetimine girmiş.
CHP-SHP birleşmesinde ikinci defa SHP genel sekreteri olmuş. İzleyen yıllarda CHP genel başkan yardımcılığından ayrılmak suretiyle aktif politikadan çekilmiştir.
Erdal İnönü ve Mustafa Timisi
Mesleki hayatını, 1958-59 ders yılında Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ne kaydolarak devam ettirmiş: Hem çalışmış hem de okula gitmiş.
Sırasıyla serbest muhasebeci, mali müşavir ve Bayındırlık Bakanlığı Müfettişi olarak çalışmış.
İktidardaki Demokrat Parti (DP) taraftarı olan kimilerinin 1957'de kurdukları Divriği Kültür Derneği'nin bazı etkinliklerine de katılmış.
Derneğin yönetim tarzından memnun olmayan birkaç sorumlunun önerisi üzerine kısa bir süre sonra harekete geçmiştir.
Hâkim (Yargıç) Celal Erdoğan, Almanya'da hukuk doktorası yapan Hasan Doğan, dernek yönetiminden Garip Selvi, Rıza Yakar ve Mehmet Mert isimli dostlarıyla buluşup mevcut dernek içinde nasıl mücadele edilebileceğini tartışmışlar.
Bir yıllık uğraşıdan sonra genel kurul toplanmış ve eski yönetim değiştirilmiş. Böylece aktif biçimde cemiyet çalışmalarına başlayan Timisi, bu olayı, ilk siyasi faaliyeti olarak tanımlamaktadır.
Timisi, Alevi Çalıştayı sırasında bir TV söyleşisinde, Yıl 2014
DP iktidarının askeri darbeyle devrilmesini izleyen süreçte kurulan koalisyon hükümetinin başkanı İsmet İnönü, 1963 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) kuruluş yasasına ilişkin yeni bir tasarı hazırlanmasına onay vermiş.
Bu tasarıya göre, DİB bünyesinde Mezhepler Müdürlüğü adıyla bir birim oluşturulması ve Aleviliğe de ayrı bir yer verilerek Diyanet çatısı altına alınması öngörülmüş.
Devamını, Timisi'nin kitabından izleyelim:
"Bu haber duyulunca, gerici çevreler, dinci çevreler müthiş bir tepki gösterdiler: 'Kimdir bunlar, Aleviler Müslüman mıdır? Kızılbaştır. Neden Diyanet İşleri'nin içine geliyorlar?' Böylece her türlü karalamayı içeren bir kampanya yürüttüler.
Gerici basın, bu kampanyanın öncülüğünü yaptı. Özellikle Adalet Partisi'nin sözcülüğünü yapan Adalet gazetesinde çok ağır yazılar yazıldı.
Bu durum, Alevi toplumu üzerinde ve bizlerde büyük bir rahatsızlık yarattı, tepki doğurdu. Bir cevap verilmesi lazım, bir tepki olması lazım dedik. Bu arada büyüklerimizden (bilhassa Alevi politikacılardan-F.B.) çok fazla bir ses çıkmamasını, Ankara'da okuyan üniversite gençliği olarak sorguladık.
Kimseden ses çıkmayınca, öğrenciler arasındaki rahatsızlık büyüdü. Haberleştik birbirimizle ve çeşitli fakültelerde okuyan gençleri alarak Cebeci'de bir düğün salonunda toplandık. Buna cevap verilmesi gerektiğine karar verdik.
Bir komite kuruldu: Eski Adalet Bakanımız Seyfi Oktay, Av. Engin Dikmen, Av. Ali İlhan, Av. Taki Davutoğlu… ve birçok arkadaşımız daha vardı.
On kişiydik; onlardan beş kişilik bir çalışma grubu oluşturduk. Biz, o günün değerleri ölçüsünde Aleviliğin özbeöz Türk-İslam inancı olduğunu söylemek istedik; ama Kürt bir arkadaşımız, 'Ben Kürdüm' dedi.
'Bu bir Kürtlük-Türklük meselesi değil, inanç meselesidir ve bu, Türkiye gerçeğidir' dedik. Ancak ikna edemedik. O da kendini geriye çekti. Böylece dört kişi kaldık. Seyfi Bey'in bildiriye önemli katkıları oldu. Grubun sözcüsü de ben oldum.
Bir bildiri hazırlayıp, basın toplantısında okuduk:
'Tasarıya karşı çıkmak yanlıştır; laik bir devlette eğer Diyanet İşleri Başkanlığı varsa, burada Alevilerin de yer almasından daha doğal bir şey olmaz. Hükümetin tasarısı yerindedir...' dedik.
Bize (Alevilere-F.B.) yönelik suçlamaları da kınadık.
Bir gazeteci sordu: 'Alevilik ile Sünnilik arasındaki farkı kısaca anlatın!'
Ben, daha çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir cevap vermeye çalıştım:
Bak arkadaş! Şu, su bardağıdır. Bir Alevi, bu bardaktaki su yerine şarap da olsa, ibadetini yapacağına inanır. Bir Sünni anlayışı ise, bu şarabı günah sayar. Bırak içmeyi, orada olmasına bile tahammül edemez. İşte kısaca öz bu! Hoşgörülü, insan değerine, inanca olan saygıyı ortaya koyan bir yapıdır. Şekle, şartlara kendini bağlayan, sınırlayan bir anlayış değildir Alevilik.
Gençlik hareketinin bu çıkışı, büyük bir kabul gördü. Türkiye tarihinde ilk defa 1963'te Alevi üniversite gençliği adına bir bildiri yayımlanmış oldu. Basından da çok önemli destek aldık; gazeteler, bu çıkışımıza yer verdi, yazarlar yazılar yazdılar."
Mustafa Timisi, Alevilik üzerine bir söyleşide, 14 Kasım 2008 tarihli Radikal gazetesi
Timisi ve arkadaşları, düzenledikleri "Türkiye'de Laiklik ve Tatbikatı" başlıklı bir panele, konularında uzman sayılan dönemin seçkin profesörlerinin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerini davet ettiler.
Genelde laik devlet anlayışında Diyanet'in konumu, görev ve sorumluluklarının yanı sıra Alevilerin durumu ile talepleri etraflıca değerlendirildi. Basın oldukça ilgi göstermiş ve panel konuşmalarına geniş yer vermişti.
O dönemin CHP yönetimi, Diyanet bünyesinde kurmayı düşündüğü Mezhepler Müdürlüğü tasarısına sahip çıkamadı.
Muhafazakâr sağ basında Alevilere yönelik yalan, iftira, hakaret ve karalamalara karşı da sessiz kaldı.
Bu tartışma ve etkinlikler sırasında, bahsedilen Alevi öğrenci gençler, Cemal Gürsel ile de görüşmüşlerdi.
Mustafa Timisi anlatıyor:
"Bu çıkışımız, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in de dikkatini çekmiş. Bizimle temasa geçildi. Köşk'e davet edildik. Türkiye tarihinde ilk defa Alevi gençliği, davet üzerine Cumhurbaşkanlığı köşküne gitmiş oldu.
Cemal Gürsel önce bizi dinledi, kendini anlattı:
'Bakın arkadaşlar, ben Alevi değilim; ama okudum, gördüm, tartıştım. Aleviliği benimsiyorum. Keşke Yavuz Sultan Selim Sünniliği değil, Aleviliği kabullenseydi. Bugün Türkiye daha ileride olurdu' dedi.
Buna karşılık, 'Bu tasarıya sahip çıkın' dedik. Bir de Hacı Bektaşı Veli Türbesi'nin kapalı, Mevlana Türbesi'nin ise açık olduğunu söyledik.
Gürsel, 'Ya, bilmiyordum' diyerek genel sekreterini çağırdı, 'Bu konuyu da ele alın, hükümetle görüşelim' dedi."
Cemal Gürsel'e ilişkin bir anlatımı daha var Timisi'nin.
Avukat Cemal Özbey'in önerisi üzerine Divriğili halk sanatçısı Âşık Veysel için bir jübile düzenlemeye karar vermişler. Dernek yöneticileri olarak önce kendisiyle birlikte Cumhurbaşkanı'nı ziyarete gitmişler.
Gürsel, Âşık Veysel'in şiirlerini dinleyip duygulanmış ve "Asıl kör olan biziz Veysel, bunları görmeyen bizleriz" dedikten sonra Cumhurbaşkanlığı himayesinde Âşık Veysel için jübile düzenlenmesini onaylamış.
Timisi ve dernek arkadaşları Âşık Veysel ile birlikte Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'i ziyaret ederken, 1963
Timisi, Alevilerin siyasi tercihlerini neden dönemin iktidar partisi DP'den yana kullandıklarını da kendince analiz edip açıklıyor:
"1940'lı yıllardan itibaren 1954'e kadar Türkiye'deki Alevilerin büyük çoğunluğu, DP saflarında yer almıştır… Tek parti döneminde, İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan yokluk, sıkıntılar, disiplin ve halk üzerindeki ekonomik, sosyal baskıları göz ardı etmemek lazım. Aleviler gibi Türkiye halkının çoğunluğu da büyük sıkıntı içindeydi. Aleviler zaten köylerdeydi.
Bir de tek parti döneminde yönetimle bürokrasi bütündü. Kasaba eşrafı da bunlarla bütünleşmişti… Bir bütün halinde köylü üzerinde egemendiler. Köylü, bir nevi ikincil konumdaydı. DP, bu konumdan fevkalade yararlandı.
Dolayısıyla köylü kesim, bir nevi DP'nin tabanını oluşturdu. Zaten DP'nin çıkışı da söylem olarak bir köylü hareketi, kasketliler hareketidir. Aleviler de burada yerini aldı…
Sivas il, ilçe ve köy örgütlerinde 1950'lerden itibaren belli nispette Alevi temsilciler vardı. Sivas'tan iki önemli Alevi büyüğümüz DP'den milletvekili oldu: Yargıç Nurettin Ertürk ve avukat Ercüment Damalı."
Dikkat edilirse bu sınıfsal analiz ve siyasi yapılanma, günümüzde de ana hatlarıyla geçerliliğini koruyor.
Bürokrasi ile iktidar bütünleşmiş; yanına da belli sermaye gruplarıyla taşradaki uzantıları eklemlenmiştir.
Geriye kalan zümre, tabaka ve sınıflar üzerinde hem siyasi, hem de ekonomik baskı uygulamaktadır. Orta tabaka, esnaf, emekçi ve köylü kitleler ekonomik krizin ağır yükü altındadır.
Bir de kimliklerinden ötürü çok yönlü baskıya maruz kalan; doğal ve demokratik haklarından mahrum bırakılan Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Romanlar, kadınlar vs söz konusudur.
1961 Anayasası'nın tanıdığı demokratik hak ve özgürlükler doğrultusunda başlayan sivil örgütlenme girişimlerinin içinde yer alan şehirli Alevi kesimlerinin de kendilerine özgü yapılanmalarına tanık olabiliyoruz.
Mustafa Timisi, Yeni Şafak gazetesindeki söyleşisinde "Nefret dilinin kırılması lazım" demiş, 8 Aralık 2014
Bu konuda yine Mustafa Timisi'nin tanıklığına başvuralım:
"1961 Anayasası, çok ciddi bir rahatlama getirdi. Temel hak ve özgürlükler alabildiğine gelişti, kurumlar oluştu.
Tabii, bu süreçte diğer toplum kesimlerinde olduğu gibi Alevi toplumunda da 1950'lerden itibaren şehirleşmenin başlaması, göç hareketi, gecekondu halkasında Alevilerin ağırlıklı olarak yer alışı, dolayısıyla kentin imkânlarından yararlanmada, eğitimde belli mesafeler alışımız; okurlarımızın çoğalması, belli noktalara gelişimiz, Alevi gençliğinde bir bilinçlenme yarattı…
Cumhuriyet döneminde örgütlenen ilk Alevi gençlik kuşağının içinde bulundum. O süreçte dernek faaliyetlerimiz var. Hacı Bektaş Dergâhı'nın açılışı var. Açılışın ardından biz, bir Hacı Bektaş Kültür ve Dayanışma Derneği kurduk. O dernek marifetiyle Ankara'da bir Hacı Bektaş Gecesi düzenledik.
Sivas ile İstanbul'da da aynı isimle iki gece düzenlendi. Büyük heyecan yarattı ve kabul gördü. Dergi çıkarıldı, orada yazılar yazıldı. Derginin adı Karahöyük idi.
Doğrusunu isterseniz bu faaliyetler sürerken bir siyasal düşünce söz konusu değildi. Kendimizi ifade etmek, haklarımızın olduğunu söylemek ve siyasi yapılardan banları beklemek, ilgili devlet katına duyurmaktan öte bir isteğimiz yoktu.
1965 seçimlerinde TİP'in (Türkiye İşçi Partisi) sınıfsal analizi, alışılmadık ama hepimizi etkileyen konuşmaları, çıkışları oraya Alevi tabanından bir yöneliş yarattı.
Mesela Yusuf Ziya Bahadınlı, Yozgat'tan seçilen bir arkadaşımız, Aleviydi. Çok saygın bir yazarımızdır. Ozanlarımız, şairlerimiz, saz sanatçılarımızdan TİP'e gidenler oldu.
TİP, Alevi düşünür ve ozanlardan kendi düşünce sistemi içerisinde yararlandı. Mesela Şeyh Bedrettin öne çıkarıldı. Sosyalist düşünceyle Alevi düşüncesi birleştirilmeye çalışıldı.
Böyle bir süreçti, o süreç. Fakat çoğunlumuzun siyasal davranışı, yönelişi CHP'ye oldu. Bununla birlikte 1965 seçimlerinde CHP'nin Alevi adaylara beklenen ölçüde yer vermediği dikkatten kaçmadı.
Bu da toplumda belli oranda huzursuzluk yarattı. İkinci bir neden ise, CHP bizim, üniversite gençliği olarak uğrunda harekete geçtiğimiz Diyanet İşleri'nin yapısına ilişkin tasarının arkasında durmadı, savunamadı. CHP, üzerine düşen sorumlulukla bunun takipçisi olamadı, geri çekildi. Onun verdiği hayal kırıklığı yaşandı.
Bu arada birtakım olaylar oldu. Arazi meselesi yüzünden Muğla Ortaca'da Sünni ve Alevi köylerinde çok ciddi çatışma yaşandı. Bir Alevi gencinin öldürülmesi, kadınlara yönelik kötü davranışlar gibi olaylar büyük gerginlik yarattı; hepimizi üzdü.
Hatta sanıyorum Malatya'da bir avukatın cenaze namazını imam kıldırmadı. (1965-66'da) Malatya karıştı. Bu süreç Alevi duyarlılığının, tepkilerin ve bilinçlenmenin yoğunlaştığı bir dönemdi."
Mustafa Timisi, Sivas'ta Meydan Mitingi, yıl 1971
Söz Alevi bilinçlenmesinden açılmışken, bağlantılı olarak bu toplumun yurt dışındaki ilk örgütlenmesine dair gelişmeyi de Timisi'nin anlatımlarına dayanarak özetleyebiliriz:
"Türkiye Birlik Partisi (TBP) Genel Başkanı olunca (Partinin 23-24 Kasım 1969'daki II. Kongresinde genel başkanlığa Sivas milletvekili Mustafa Timisi seçilmişti.-F.B.) beş milletvekili olayından sonra (1970'te Birlik Partisi'nin bazı milletvekilleri S. Demirel'in Adalet Partisi'ne geçmişti.-F B.) Almanya'dan gelen teselli ve destek mektupları çoğaldı. Mektuplaştığımız kişilere bilgi verdik.
1970 yılı sonuna doğru TBP Genel Başkan Yardımcımız Avukat Hasan Doğan'la birlikte Almanya'ya gittik. Münih Havaalanı'ndan çıktığımızda dışarıda üçer beşer öbekleşmiş gruplar gördük.
Etrafımızda toplandılar. Karşılamaya gelenler Sivas, Çorum, Tokat, Amasya, Elazığ, Tunceli, Malatya ve Maraş illerimizden insanlardı. Havaalanına yakın, uygun bir parkta toplandık, konuştuk. Gezi programımızı belirledik. Almanya'daki ilk örgütlenmemizi Münih Havaalanında yaptık diyebilirim.
Bu arada Almanya gezimize ilişkin basın bültenimizi Türkiye'de açıklamıştık. Köln Radyosu, o tarihteki tek Türkçe yayın yapan radyo idi. Bu seyahatimizi haber yapmış. Münih'te iki-üç gün kaldık, geniş bir toplantı yapıldı. Almanya'da kırk gün kaldık. Çeşitli şehirlere gittik. Toplantılar düzenlendi.
Köln Radyosu, toplantı yer ve tarihini yayınlıyordu. Sünni inançlı yurttaşlarımız da katılıyorlardı. Böylece programımızı hayata geçirdik. Köln Radyosu'nda konuşmalar yaptım.
Timisi'nin radyo konuşması duyurusu, 30 Eylül 1975
Partiye destek veren komiteler, dernekler oluşturuldu. Süreç içinde bunlar federasyon haline geldiler… TBP'ye gönüllü bağışta bulunuyorlardı. Almanya'daki ilk Alevi örgütlenmesi, dar ölçekte de olsa, bu gezimizle sağlanmıştır…
1970 ile 1980 yılları arasında Almanya'da kurulan derneklerimiz Türkiye Yurtseverler Birliği ismi altında güçlü bir federasyon haline gelmişti. 12 Eylül 1980'den sonra bu federasyon ve bağlı derneklerimiz Alevi Kültür Dernekleri, Alevi Birlikleri Federasyonu olarak bir araya geldiler. Bugün Avrupa ölçeğinde örgütlü hale gelen Alevi federasyonlarının temeli, 1970'li yıllarda atılmıştı…"
31 Temmuz 1973 tarihli Gün gazetesi, Mustafa Timisi'nin demecini yayımlamış
Alevilerin Diyanet'in bağnaz ve ötekileştiren anlayışına karşı mücadelesine ilişkin anlatımlar da yer alıyor bahsi geçen anı kitabında. Birlikte izleyelim:
"Adalet Partisi'nin görevlendirdiği Diyanet İşleri Başkanı diye bir zat, beyanat verdi:
Alevilik ne demek! Alevilik ölmüştür! Alevilik diye bir şey yok…
Bunlar, o dönemde hepimizin tepkisini çekti. CHP'den ciddi bir sahiplenme bekledik; olmadı, görülmedi. TİP sınıfsal esastaydı; bu tür meseleleri kendince geri olarak değerlendirdi, fazla hassas davranmadı.
O zaman ben dâhil kendi kendimize oturup konuştuğumuz genç arkadaşlarımız, avukatlarımız, bürokrasinin içinde yer almış insanlarımız bir şeyler yapmalıyız ihtiyacı içine girdik.
Türkiye, iyiye gitmiyor. AP'nin politikaları gerici çizgiye doğru yöneliyor. Alevileri dışlıyor. CHP pasif; Atatürk ilkeleri, laiklik yeterince savunulmuyor. Bunları konuşuyoruz. Bir siyasi hareket kurmalıyız noktasına geldik.
Doğan Kılıç (Dersim kökenli-F.B.) diye bir arkadaşımız Ehlibeyt Yolu gazetesini çıkardı. Aynı yıl Cem dergisi çıktı. Ciddi yazılar yayınlandı dergide. TBP'nin yayın organı gibiydi o dergi. Dergiyi çıkaran Abidin Özgünay, Birlik Partisi kurulurken genel sekreteri oldu 1966'da. Partimiz kurulduktan sonra Birlik adıyla yayın organımızı çıkardık."
Cem dergisi, Eylül 1967, sayı-16-001
Diyanet'in inkârcı ve ötekileştirici anlayışına karşı eleştiriyi yapanlardan biri de Timisi olduğundan, bu konudaki sözlerine de yer vermekte yarar var:
"1970'li yıllardaki Meclis konuşmalarımda, 'Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapısı, işleyişi yanlış. Aleviler var, biz varız. Türkiye'de var olan sosyal grupların kendi değerlerini, kendi varlıklarını inkâra yönelik bu politika, Türkiye'de bütünlüğü kuramaz…' tarzındaki eleştirilerimi yaptım.
AP ve MHP milletvekilleri itiraz ettiler, sesler yükseldi, bağırıyorlar:
Ne demek yani, ayrımcılık mı, Alevilik mi yapıyorsun? Alevi devleti mi kuracaksın?
Hatta konuşmamın insicamını bozmak için basit, çeşitli laf atmalar (tavşanın kuyruğu kaç gibi) söz konusu…
O kadar sert ve duygusal noktadayım ki, şöyle konuştum:
Beyler, siz çoksunuz ama beni baskı altına alamazsınız; azdan az olur, çoktan çok olur. Bir kere bunu bilin! Geri adım atacak değilim. Ayrıca söylediğim de doğrudur… Siz diyorsunuz ki yoksunuz. İstediğiniz kadar inkâr edin. Varım ve bir gün buraya çoklukla geleceğiz.
Konuşmasını şöyle tamamlıyor Timisi:
"1970 yılında Meclis Genel Kurulu'nda Demirel hükümetinin bütçesi üzerine yaptığım konuşmada bazı illerdeki 'Cihat namazları' ve laik Cumhuriyet'in temeline yönelik faaliyetlerini gündeme getirdim, eleştirdim. Aynı yıl, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiydim. Aynı zamanda TBP Genel Başkanı idim…
Komisyona, hükümetin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapısıyla ilgili bir değişiklik tasarısı geldi. O tasarıda kamu hizmetleri tarif edilip düzenlenirken o güne kadar Türkiye Cumhuriyeti kamu yönetiminde görülmeyen, değerlendirilmeyen hizmetler içerisine, 'Diyanet İşleri Din Hizmetleri Sınıfı' konuluyor.
Tabii, bu 'din hizmetleri sınıfı' ibaresi konunca, din hizmetleri, bir kamu görevi konumuna getirilmiş oluyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti, laik bir devlettir. İnsanlar, inançlarını kendi kararlarıyla örgütleyebilir, kendi davranışlarıyla ifade edebilirler.
Camilerde hizmetler, o güne kadar hep mahalle cemaatinin kendi arasındaki dayanışmasıyla yürütülüyor, o mahallede önde gelen, saygınlığı ve dini bilgisi olan birisi, imamlık yapabilir. Yine kendi aralarından birisi, çıkar ezanı okur. Köylerde imamlar, köy dayanışmasıyla, maddi yardımla devam ettirilir. Yani devlet memuru statüsüne gelip, kamu bütçesinden para alamazlar. İşte, 'Diyanet İşleri Din Hizmetleri Sınıfı' tasarısıyla bu adım atıldı.
Buna karşı komisyonda ciddi eleştirilerde bulundum… Maalesef bizim eleştirilerimiz dikkate alınmadı. Oylama yapıldı, AP'lilerle CHP'lilerin oylarıyla söz konusu tasarı kabul edildi… Üzüntü duydum.
CHP'li bir milletvekili, 'Üzülme! Güzel bir değerlendirme ve çıkış yaptınız' deyince, yanıtladım:
'Yapmayın bunu!.. Sizin de bir tavır koymanız gerekirdi… Grup olarak oy vermeseydiniz, belki de komisyondan geçmezdi bu tasarı' dedim. Tabii, tasarı Meclis'te kabul edildi."
Diyanet'in yetkililerinin çarpık anlayışına dair farklı bir örneğe yer veren Timisi, buna yönelik itiraz ve eleştirisini de şöyle dile getirmişti:
"1976 yılında Süleyman Ateş, Diyanet İşleri Başkanı (DİB) olmuştu. Kendisi Elazığlı. Ermeni kökenli olduğu iddia edilmişti. O da bir açıklama yaparak Ermeni olmadığını ifade etmiş; Ermenileri küçültücü ve aşağılayan bir dil kullanmıştı.
DİB mevkiindeki bir insanın Türkiye'de yaşayan Ermeni vatandaşlara ilişkin bu beyanı, beni rahatsız etti. Onları da rahatsız edeceğini düşünmüş, yakıştıramamıştım.
Bir basın bildirisiyle bunu kınadım:
DİB makamına yakışmaz, laik bir devlette olacak şey değil. Onlar da bizim vatandaşlarımız. Tarihteki olaylar, hepimizi rahatsız eden olaylardır. Aslında bir bakıma tarihteki olayların oluşmasına da bu tür kafalar neden olmuştur.
Anılardan kesitleri burada noktalamak durumundayım. Kitapta anlatılan önemli olaylar günümüzdeki gelişmelere denk düştüğünde, ileride yine üzerinde durulabilir.
Olayların tarihsel gelişimi ve arka planına baktığımda, dikkat çekmek istediğim iki önemli nokta bulunuyor.
Bir: Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki kimi kadroların öteden beri inkârcı, dışlayıcı ve ötekileştirici bir anlayışla yetiştirilmeleri gerçeğiyle karşı karşıyayız!
Mesela Mart 2021'de Amasya Göynücek ilçesindeki bir imam hakkında "Alevilere hakaret ettiği" iddiası üzerine Valilik resmi soruşturma başlattı. 2
Bunun özü-esası ise yüzyıllardan beri devletle özdeşleşmiş olan egemen Sünni, Hanefi, Maturidi anlayıştır.
1960, 1970 ve 1990'lar boyunca Diyanet'in faaliyetleri bahsi geçen anlayış doğrultusunda seyretmesine rağmen o tarihte laiklik kuralı hâlâ kitlesel bir taban buluyor; kimi muhalif kesimler laikliğe aykırı faaliyetlere ve yasa tasarılarına karşı çıkabiliyorlardı.
1980'li yılların ilk yarısı için bunu söylemek pek mümkün değil. Zira askeri cuntanın resmen kabul ettiği Türk-İslam sentezi ve zorunlu din dersi, okullarda okutulmaya başlatılmış; laikliği savunan muhalif partiler giderek muhafazakârlaşan sosyopolitik ortamda, yeterli cesareti gösteremeyip mevcut gidişata ayak uydurmuşlardı.
Mustafa Timisi, Alevi sorununu çözeceğini vadeden eski Başbakan Davutoğlu'nun sözüne güvendiğini söyleyince, bazı Alevilerden tepki almıştı, Kaynaj: ODATV
1980-2020 döneminde Diyanet, geçmişteki dışlayıcı tutumunu devam ettirmiştir. AKP-MHP ittifakının hazırladığı siyasal ve ideolojik ortamı gayet uygun ve çok cesaretlendirici bularak sesini yükseltmiş; milliyetçi-mukaddesatçı söylemleri ön plana çıkarmıştır.
AKP iktidarlarının çıkardığı teşvik edici yasa ve kararnameler doğrultusunda, hayatın hemen her alanına girmeye başlamış; dolayısıyla toplumu kutuplaştırma noktasında ciddi hamleler yapmıştır.
Diyanet'in faaliyetleri hizmet, bilgilendirme, uyarma ve tebliğ sınırlarını aşmış; artık "dava" eksenli olmaya başlamıştır.
Mustafa Timisi ve Kemal Kılıçdaroğlu
İki: Laiklik ilkesinin arkasına sığınan CHP, geçmişte Diyanet'in önünü açan bu tür ayrıştırıcı yasalara karşı çıkamamıştır.
Bugün bile "Alevici" damgası yemekten çekinerek Alevi toplumunun yaşamsal sorunlarına sahip çıkmakta tereddüt etmektedir.
Tıpkı "bölücü" suçlamasından kaçınmak uğruna milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ve Kürt siyasetçileriyle, halkın maruz kaldığı baskılara pratikte karşı çıkamadığı gibi...
CHP yönetiminden birinin, aynı çekinceyle, 17'nci yüzyıl Kürt halkının bilgesi Ahmedê Xanî'den bahsetmemesi dikkat çekicidir.
Keza CHP yönetiminin, "solculuk" ile damgalanmamak adına kendiliğinden gelişen Gezi ve benzeri olayları sahiplenemediğini ve hatta hileli seçim sonuçlarına itiraz konusunda tabanının aktif tepkisini engellediğini görebiliyoruz.
Tarihsel derinliği içinde bakıldığında, CHP zihniyetinin, okullarda okutulan resmi tarihin Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail mücadelesindeki tezlerin etkisinde olduğu görülebilir. O devletçi aklıyla, muhtemelen Yavuz Selim'in 1514'te Çaldıran'da galip gelmesine sevinmiş olmalıdır!
Böyle bir zihniyet için şu örneği verebilirim: 1990'larda kendini sıkı laik ve Kemalist sayan bir yazar, Pir Sultan Abdal'ı, "Erdebil Dergâhı şahlarının casusu" olarak damgalamıştı.
Ben itiraz edince de, kendisiyle uzunca bir polemik yaşamıştım. Bunun farkında olmasa bile, CHP yöneticilerinden bir kısmının, bilinçaltına sinmiş devlet refleksi de böyle bir şey olsa gerek!
Ta 1950'lerden başlayıp Elbistan, Muğla-Ortaca, Maraş, Çorum, Sivas Madımak gibi olaylar dizisine ilaveten Diyanet'in bugün "dava uğruna" siyasi-ideolojik hamleler yapan bir kurum olmasının yoluna açan yasal düzenlemelere karşı çıkmadaki tereddüdü, ürkekliği ve soyut demeçlerle yetinmesine bakarsak, CHP için niçin "devlet aklıyla düşünüyor" eleştirisi yaptığımız daha iyi anlaşılır.
Bunu söylerken, CHP'nin muhtemelen ilkesel değil, "günün siyaseti icabı" ve "günü kurtarma" hesabıyla bile olsa, son haftalarda iktidara yönelttiği sert demeç ve eleştiri hareketliliğini de inkâr etmiyoruz.
Ancak Meclis'teki bazı CHP milletvekillerinin İYİ Parti gölgesine sığınarak HDP hakkında verilecek fezlekeleri kabul etme hevesleri de gözden kaçmıyor. İşte size devletçi akıl!
Alevi inançlı akademisyen Prof. Ayhan Yalçınkaya, CHP tanımında gerçekçi ama oldukça sert ifadeler kullanmıştır:
CHP'yi öncelikle devletsiz düşünemeyiz. Kurucu partisi olduğu devleti kendi eseri sayan bir örgütlenme ve bu devlete asla toz kondurmayan bir siyasal parti: Söz konusu olan devletse, CHP için de, diğer sağcı partiler için olduğu gibi gerisi teferruattır! 3
Bence işin garip tarafı şudur: Atatürkçü devlet algısına dayanarak bu kurumu ebedi billâh kutsamış olsa da, CHP yönetimi, son 10 yıllık AKP iktidarında (FETÖ kadrolarının yuvalandıkları resmi makamlarda yol açtıkları ağır tahribatı da hesaba katarsak) devletin genlerinin tümüyle bozulduğunu göremeyen ve karşımızda bambaşka bir devlet modeli olduğunun farkında olmayan bir tavırla hareket etmektedir.
Oysa mevcut devlet yapısını sahiplenmek yerine, onu yeniden yapılandıracağını söylese, çok daha ikna edici olabilir.
İçinden bazı kesitlere yer verdiğimiz Mustafa Timisi'yi anlatan bu kitabı, bizce salt bir biyografi tanıtımı değil; yaklaşık 84 yıllık bir hayat tecrübesi ve yaşanmış olayların damıtılmış halidir.
Bu yolculukta Timisi'nin doğruları kadar kusur ve eksikliklerinin de olması eşyanın tabiatına aykırı düşmez.
Onu çok sevenlere de rastlarsınız; "düşkün" ilan edip, "tutucu olmak"la suçlayanlara da.
Esasen tarih, birbirinden kopuk dönemlerden, anlardan ibaret değildir; birbirine bağlı halkaların bütünüdür.
Tam da burada ünlü Fransız sosyologu Pierre-Felix Bourdieu'nün sözlerine gönderme yaparak, meselenin salt biyografik tanım yapmakla sınırlı olmadığını savunan yazar Tanıl Bora'nın ifadelerini ödünç alacağım:
Bourdieu, 'biyografi bir illüzyondur' diyor. Kastettiği, bir kişiliği, bir ömrü tamamen tutarlı, bir yerden bir yere doğru giden bütünlüklü bir varoluş olarak düşünmenin yanıltıcı olduğudur. Bir insanın farklı merceklerle bakıldığında görülecek farklı suretleri var; düşünsel varlığının da mutlak tutarlılık içinde birbirine iliklememizin gerekmediği farklı veçheleri var. 4
Mustafa Timisi'yi değerlendirirken, böylesi bir tarihsel derinlikle hareket etmek, bizi hem önyargılardan kurtarır; hem de doğru ve yanlış tecrübelerinden yararlanmamızı kolaylaştırır.
Çünkü kitap salt "Türkiye'deki Alevi belleği" değildir; aynı zamanda ülke siyaset tarihinin de "kısmi hafızası" sayılır.
Kaynakça:
1. Mustafa Timisi Anlatıyor: Biz Varız; Dün, Bugün, Yarın"; söyleşiyi yapan Hatice Aydoğdu-Nilüfer Timisi Nalçaoğlu, Dipnot yayınları, 2021.
2. https://www.gazeteduvar.com.tr/alevilere-hakaret-eden-imama-sorusturma-acildi-haber-1515116
3. Ayhan Yalçınkaya: "Aleviler kimlikçilik batağında yüzüyor", Gazete Duvar, 23 Şubat 2021.
4. Tanıl Bora: "Hasan Âli Yücel'in yürüttüğü kültür siyaseti, modernist bir milliyetçiliğin güdümündeydi", Gazete Duvar, 19 Şubat 2021.