Faik Bulut Araştırmacı gazeteci, yazar
"33 Kurşun" hadisesi Meclis'te nasıl tartışıldı? Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın yargılanma sürecinde neler yaşandı? Muğlalı olayında neden İnönü suçlandı?
"Muğlalı Olayı"na kaldığımız yerden, Barış Ertem yazısı ve TBMM tutanakları ile devam edeceğiz.
Faik Bulut: TBMM tartışma tutanaklarında Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı ya da 33 Kurşun Hadisesi -1-
Resmi raporları yadsıyan ifadeler:
32 kişiyi teslim alan taburda doktor olarak görev yapan Binbaşı Reşit Ersezer, "Bu 32 kişinin öldürülmek amacıyla teslim alınarak sınıra götürüldüğünü, emrin Muğlalı'dan geldiğinin de taburda bilindiğini" iddia etmiş ve şöyle demiştir:
Bu kez toplatılan 33 kişidir. Tabur komutanı, tümenden aldığı emir üzerine, 7. Bölük Kumandanı Yüzbaşı Vahdi'yi çağırıyor ve tutukluların hududa götürülerek öldürülmelerini emrediyor. Fakat Vahdi Yüzbaşı tecrübeli bir askerdir ve Askerî Ceza Kanununda ‘Kanunen suç olan emirler yapılamaz' diye bir madde vardır. Binbaşıdan yazılı emir istiyor. Binbaşı da tecrübelidir. Yazılı bir emir vermesine imkân yoktur…
O dönemde askerlik hizmetini asteğmen olarak yapmakta olan Bilal Bali de bu 32 kişiyi sınıra götüren görevlilerin arasındadır.
Bilal Bali, Muğlalı tarafından verilmiş olan emri doğruladıktan sonra şunları anlatmıştır:
Bölük komutanımız Üsteğmen Hasan Tuncay, daha bölük Van'da iken izinli olarak ayrılmış bulunduğundan, bölüğün sevk-idaresi 1. Takım Komutanı olan arkadaşım Teğmen Necdet Bilgez'e verilmişti. Bölüğümüzün mevcudu 80 kadardı.
Bize verilen yazılı emirde, tutuklu olan bu şahıslar Yzb. Vahdet Yüzgeç tarafından kaymakamlıktan teslim alınacak ve Hasankaleli çavuş ve erlerden kurulu iki manga refakatinde Çilli mevkiine götürülüp gizli giriş ve çıkış yerlerinin tespiti istenecek, şayet kaçmaya teşebbüs ederlerse üzerlerine ateş açılacaktır mealinde idi.
Emir gereğince, 30 Temmuz 1943 sabahı bu şahıslar, Yzb. Vahdet Yüzgeç'in son anda hastalık bahanesiyle gelmemesi yüzünden, T.K. tarafından verilen emir üzerine ben ve Teğmen Necdet Bilgez tarafından kaymakamlıktan teslim alınarak emniyet tertibatı alınmış bulunan Çilli mevkiine götürüldüler.
11 ve 21 kişilik iki kafile halinde İran hudut taşı üzerinde Bölük K. Vekili Teğmen Necdet Bilgez'in (gerek mahkeme ve gerekse tahkikat dosyalarında mevcut zabıtlarda da belirtilmiştir) komutanı Teğmen Ekrem'in yanında hâkim bir tepeden kılıçla verdiği ateş emri üzerine, her iki manga tarafından çapraz ateş ile öldürüldüler.
Org.Mustafa Muğlalı / Fotoğraf: Mustafa Uyar
Jandarma Karakol Komutanı Gedikli Çavuş Ali Saber'den, Teğmen Necdet Bilgez ve Asteğmen Seyit Bilal Bali tarafından 30 Temmuz sabahı saat 3.30'da teslim alınan ve biri serbest bırakılan bu 32 kişinin sınıra götürülmesinin ardından, yine 30 Temmuz 1943 akşamı Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter tarafından Özalp Kaymakamlığı'na gönderilen yazıdaki bu 32 kişinin sınırda çıkan çatışmadan yararlanarak kaçmaya çalıştıkları ancak iki ateş arasında kalarak öldükleri bilgisi verilmiştir.
Bu arada İsmet İnönü'nün, olaydan sonra Erzurum'a gittiğinde Orgeneral Mustafa Muğlalı ile bir araya geldiği ve "Muğlalı Şarkın kralıdır. Ben onun burada bulunması sayesinde müsterih ve rahat uyuyorum" dediği iddia edilmektedir.
Mustafa Muğlalı olayı taraftar ve muhalifleri arasında hâlâ tartışılıyor
Olay hakkında Meclis'teki tartışmalar:
Mevcut dava o günün koşullarında bir şekilde ötelenip üstü örtülmeye çalışıldıktan sonraki gelişmelere de bakalım:
1943 yılında Meclis'e dilekçeyle bildirilen olay, yaklaşık 5 yıl bekletildikten sonra 3 Aralık 1948'de Demokrat Parti Eskişehir Milletvekili İsmail Hakkı Çevik tarafından gündeme getirilmiştir. Demokrat Parti'nin 5 yıldır komisyonda bekletilen bu konuyu gündeme getirmesinde, yukarıda da belirtildiği gibi çok partili sistemde bölgedeki Kürt oylarının önem kazanmış olmasının etkisi büyüktür.
Demokrat Parti, 1946 Seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan vekil çıkartamadığı için konu gündeme bölge dışından bir vekil tarafından getirilmiştir. 1950 Seçimlerinden sonra ise bölgeden 43 milletvekilliği kazanan DP'de konuyu Meclis'e Kürt kökenli milletvekilleri taşıyacaklardır.
İ.H. Çevik, Meclis'e konuyla ilgili şu soru önergesini sunmuştur:
1942 yılında, 33 Türk vatandaşının Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu'nun hâlen mülga 18. maddesi hükmüne dayanılarak gözaltına alındıkları, sonradan da hududa sevk olunan bu şahısların Özalp Kaymakamı ve Jandarma Komutanı tarafından, mahkeme kararı olmadan, kitle halinde kurşuna dizilmiş oldukları, Yüksek Meclise vâkî şikâyetlerden anlaşılmıştır.
Böyle bir hâdisenin vuku bulup bulmadığının, vuku bulmuş ise fâilleri hakkında ne gibi bir muamelenin yapılmış olduğunun Sayın Başbakan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ve teklif ederim.
Çevik'in sorusunu yanıtlayan Millî Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, Özalp ilçesi sınır bölgesinde 32 kişinin ölümü ile sonuçlanan böyle bir olayın gerçekleştiğini doğruladıktan sonra, "Askerî şahısları ilgilendirdiğinden olay hakkında askerî makamlar tarafından soruşturma başlatıldığını ve soruşturmanın sonuçlanmasının ardından gereken hukukî işlemlerin yapılacağını" söylemiştir.
1950 Seçimleri yaklaştıkça, Demokrat Parti'nin Muğlalı Olayı'na ilgisi de artmıştır. 1949 yılının Ocak ayında, konuyu Meclis'e taşıyan dilekçeyle ilgili Dilekçe Komisyonu Raporu tamamlanmıştır.
Meclis'in 19 Ocak 1949 tarihli birleşiminde sunulan rapor üzerine söz alan Demokrat Parti Kayseri Milletvekili Fikri Apaydın, 1924 Anayasası'nın "Cana, mala, ırza, konuta hiçbir türlü dokunulamaz. Eziyet, zoralım ve angarya yasaktır" şeklindeki 71 ve 73. maddelerini hatırlatarak sözlerine başlayıp şöyle devam etmiştir:
Dilekçe Komisyonu Raporundan anlaşılıyor ki Komisyon olayı yeterince ciddiye almamış ve gerekli araştırmalar yapılmamıştır; konu gerekli makamlardan sorulmamıştır. Dolayısıyla TBMM İçtüzüğü'nün 177. maddesine dayanarak Meclis soruşturması başlatılmasını talep ediyorum.
Yeniçağ gazetesi olayı, üstteki gibi haberleştirdi, 4 Kasım 2011
Barış Ertem, Apaydın'ın konuşmasında geçen bir noktaya da dikkat çekiyor:
Apaydın'ın konuşması, Demokrat Parti'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu politikasının tek parti döneminden farklı olacağının ve tek parti döneminde yaşanmış benzer olayların "hesabının sorulacağının" bir vurgusu olarak önemlidir:
Bir devrin; tek parti sisteminin taşıdığı zihniyetin karakteristik bir misali olmak üzere arza şayan olarak bu hâdisenin üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Vatandaşın hayat hakkının bahis mevzuu olduğu bir meselede keyfiyete ıttıla edildiği halde nasıl sâkit ve samit kalmak suretiyle, yine de kalp ve vicdan huzuru içerisinde, sırası geldiğinde en heyecanlı ve millî hislerle dolu olarak vakit geçirildiğini nazarlarınızda canlandırmak, ilerisi için memleketin selâmeti ve milletin menfaati namına hareket hattımıza bir veçhe ve istikamet vermek bakımından da dikkate değer bir keyfiyettir.
Anayasa ile hayat hakları emniyet altına alınmış olan vatandaşların can güvenliklerinin bulunmadığını gösterecek derecede ve ihmal sınırlarını aşan bu olaylar karşısında CHP Hükümetlerinin duyarsız kalmıştır. En basit suçlarda bile 24 saat dolmadan harekete geçerek gereken tedbirleri almakla görevli olan yetkililerin, 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu olayda beş yıl boyunca hareketsiz kalmalarına bir anlam veremiyorum. Yoksa öldürülen bu insanlar vatandaş değiller miydi?
Fikri Apaydın'dan sonra söz alan Dilekçe Komisyonu Sözcüsü Asım Aksoy ise, olayı özetledikten sonra şunları söylemiştir:
Komisyon olayın üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Olayla ilgili İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı'ndan yazılı olarak bilgi talep etmiştir. Adalet Bakanlığı, konunun kendilerine intikal etmediği ve olayın sivil yargının alanına girmediği yanıtını vermiştir. İçişleri Bakanlığı da, yanıtında benzer bir şekilde konunun Milli Savunma Bakanlığı'nı ilgilendirdiğini yazmıştır.
Bunun üzerine komisyon, Milli Savunma Bakanlığı'ndan yazılı olarak bilgi istemiştir. Milli Savunma Bakanlığı ise cevabında olayın 3. Ordu Komutanlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı'na rapor edildiğini ve Genelkurmay'ın bu raporu inceleyerek olay hakkında takibata gerek görmediğini yazmıştır.
Komisyon ise bunu yeterli bulmamış ve Genelkurmay'dan konunun soruşturulmasını ve suçlular hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını istemiştir. Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından olay hakkında soruşturma başlatılmıştır.
Dilekçe Komisyonu, olayla ilgili Meclis soruşturması başlatılabilmesi için önce suçluların belirlenmesi gerektiğini öne sürerek Meclis soruşturması açılması talebine karşı çıkmıştır.
Bu arada Adnan Menderes ve Hasan Polatkan, konunun gelecek birleşimde tekrar görüşülmesini talep etmişlerse de, yapılan oylamalar sonucunda bu talepleri reddedilmiştir.
Orgeneral M. Muğlalı'nın yargılanma süreci:
Olayın yargı süreci resmi belgelere göre şu şekilde devam etmiştir:
Olayla ilgili olarak Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın suçlu olduğu sonucuna varılmış ve hakkında yasal işlem yapılarak yargı süreci başlatılmıştır. 1 Eylül 1949 tarihinde tutuklanarak askerî cezaevine gönderilmiştir.
Genelkurmay Askerî Mahkemesi tarafından yargılanan Muğlalı, mahkemenin 23 Kasım 1949 tarihinde verdiği vazifesizlik kararı sonucu tahliye edilmiştir. Karar aleyhine müracaat edilmesi üzerine inceleme başlatan Askerî Yargıtay, mahkemenin verdiği vazifesizlik kararını 9 Ocak 1950 tarihinde bozmuştur. Bunun üzerine Muğlalı tekrar tutuklanarak cezaevine gönderilmiş ve 2 Mart 1950 tarihinde idama mahkûm edilmiştir. Hakkındaki idam kararı daha sonra 20 yıl ağır hapis cezasına çevrilmiştir.
Aynı zamanda Demokrat Parti Ankara Milletvekili olan avukatı Hamit Şevket İnce'nin temyiz başvurusu sonucunda 27 Eylül 1950 tarihinde ileri derecede bunaklık nedeniyle Muğlalı'nın aklî dengesinin yerinde olmadığı saptanmış, tedavisinin tamamlanması için mahkemenin 6 ay ertelenmesine ve Muğlalı'nın tahliyesine karar verilmiştir.
6 ay sonunda Muğlalı'nın durumunda düzelme olmamış ve mahkeme 6 ay daha ertelenmiştir. Ancak bu 6 aylık sürede de Muğlalı iyileşmeyecek ve mahkeme yine ertelenecektir. Muğlalı'nın 20 yıllık hapis cezası, mahkemenin ertelendiği dönemde Demokrat Parti'nin çıkardığı afla 6 yıl 8 aya inmişse de iyileşememesi nedeniyle yine infaz edilemeyecektir.
Muğlalı'nın mahkum edildiğine dair bir haber
Demokrat Parti iktidarında davanın nasıl soruşturulup sonuçlandığına dair süreci ise TBMM tutanakları ile Barış Ertem'in kaleminden izleyebiliyoruz:
Yargı süreci bu şekilde sürerken, mahkemenin sürekli ertelenmesi ve Muğlalı hakkında verilmiş olan mahkûmiyet kararının uygulanamaması, 1950 Seçimlerinde Meclis'e giren Demokrat Parti Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci tarafından 2 Şubat 1951 günü Meclis gündemine getirilmiştir.
Ekinci'nin merak ettiği ve Adalet Bakanlığı ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nın bilgi vermesini istediği konu ise Mustafa Muğlalı'nın toplam kaç gün hapiste kaldığı ve Muğlalı dışında kaç mahkûmun sağlık raporu dolayısıyla tahliye edildiğidir.
Adalet Bakanı Halil Özyörük cevabında Muğlalı'nın aklî dengesinin yerinde olmadığı yönünde düzenlenen rapor nedeniyle Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 253 ve 399. maddelerindeki "Akıl hastalığına tutulan mahkûmlar hakkında hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır" hükmü gereğince tahliye edildiğini ve benzer nedenle tahliye edilen çok sayıda mahkûm olduğunu söylemiştir.
DP Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci, Muğlalı olayını tekrar Meclis'e getirmişti
Bunun üzerine tekrar söz alan Ekinci, Muğlalı ile ilgili düzenlenen raporun gerçeği yansıtmadığından hareketle şöyle demiştir:
(Muğlalı) Delidir raporu almak suretiyle muameleye tâbi tutulmuş ve serbest bırakılmıştır. Bu husus, efkârı umumiyede bir ukdedir. Bütün herkes ve bilhassa zabitandan ve mütaaddit kimselerden (subaylar ve farklı kişilerden) aldığım mektuplar zinde olduğunu bildirmektedir.
Yani eğer bu adam hakikaten deli ise tımarhaneye, aciz ise Darülaceze'ye ve eğer zinde ise (ki öyle iddia ediliyor) o takdirde hapishaneye gitmesi lazımdır.
Muğlalı'nın gerçekten hasta olup olmadığı tartışmaları sürerken iddialara cevap veren kızı Özkan Aslaer, babasının yatağında hareket bile edemediğini, tek bir kelime söyleyemediğini ve olaydan siyasî çıkar elde edilmek istendiğini iddia etmiştir.
Olayla ilgili tartışmalar, Mustafa Muğlalı'nın Gülhane Askeri Hastanesi'nde 11 Aralık 1951 günü vefat etmesiyle geçici olarak kapanmıştır.
Muğlalı olayında İnönü'nün suçlanması:
Son dönemeçteki tartışmalara da bakalım:
Muğlalı Olayı'nın tekrar gündeme getirilmesine ilişkin tartışmalarla girilen seçim sürecinde Demokrat Parti, 2 Mayıs 1954 Genel Seçimlerinde %58.4 oranında oy alarak en büyük seçim başarısını kazanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da da oyunu arttıran Demokrat Parti, bu bölgedeki illerden toplam 68 milletvekili çıkartmıştır.
1955 yılında ekonomik sorunların başlaması, 6-7 Eylül Olayları gibi nedenlerle zor bir yıl geçiren ve kamuoyu desteğinin azalmaya başladığını gören DP milletvekilleri, 1956 yılında, Mustafa Muğlalı Olayı'nı tekrar Meclis'e getirerek gündeme taşımışlardır…
Demokrat Parti Van Milletvekili Kemal Yörükoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 15 Ağustos 1956 tarihli birleşiminde bu olayda dahli olanların suç derecelerini tespit etmek amacıyla Anayasa ve Adalet Komisyonlarının katılımıyla karma bir komisyon oluşturulmasını gündeme getirmiştir.
Yörükoğlu'nun konuşmasında İnönü'yü suçladığı bölümler şöyledir:
(...) Sene 1945, 33 vatandaşın öldürülmesinden iki sene geçmiş, kemikleri henüz çürümemiş, kanlarının kızıllığı Özalp ve Van ufkundan henüz silinmediği bir sırada İsmet İnönü ziyarete geliyor. Vatandaş hak ve hürriyetini arayacağına yemin eden Reisicumhur İnönü; Mustafa Muğlalı'yı, bir katili, bir fatih gibi koluna takarak Van'a geliyor!
Bu hareketin büyük bir manâsı var. Bu, icabederse 33 vatandaşın daha öldürülmesinde mahzur yoktur manâsını tazammun eder. Bu fiili ve hareketi bir Reisicumhur yapıyor. Katili cezaevine göndereceği yerde, fatih gibi, millî bir kahraman gibi koluna takarak Van'ı geziyor. (...) Kanaatim arkadaşlar, bu hâdiseden zamanın Devlet Reisinin haberdar olduğudur.
Konuyla ilgili konuşan diğer Demokrat Partili milletvekilleri de aynı şekilde İsmet İnönü üzerinde durmuşlardır.
Mustafa Muğlalı'nın yargılandığı davaları izlemiş olan ve Muğlalı ile de konuşma imkânı bulan Demokrat Parti Çankırı Milletvekili Kenan Çığman şunları söylemiştir:
Mustafa Muğlalı dedi ki: ‘Ben nihayet bir ordu kumandanıyım, hudutta vukua gelen bir kaçakçılık hâdisesinde neden dolayı adamları öldürteyim?' Mustafa Muğlalı, bu hadisede seni göreyim diye emir veren, işi yaptıran zâta iki defa mektup yazdım, müdafaa için tevessül edin diye, cevap vermedi, dedi. Bunun kim olduğunu öğrenmek istedim. Anladığıma göre bana İnönü olduğu manâsını verdi ve öyle anladım ki, doğrudan doğruya Reisicumhur olarak İnönü bunların imhası için kendisi emir vermiştir.
Buradan hareketle B. Ertem, şu değerlendirmeyi yapıyor:
Olayda dahli olanların araştırılması için karma komisyon kurulması önerisi aynı gün Meclis'te oya sunulmuş ve kabul edilmiştir.
Böylece: 'Van Vilâyetinin Özalp Kazasından 32 vatandaşın bilâmuhakeme öldürülmesi hadisesinde dahli olanlar hakkında tahkikat icrasına dair' 2027 sayılı kararla, Anayasa Bakanlıkları'ndan oluşan Karma Soruşturma Komisyonu kurulmuştur.
Demokrat Parti yöneticileri, bu girişimleriyle 1951 yılında 32 kişiyi öldürmekten mahkûm edilen Mustafa Muğlalı ile İsmet İnönü arasında bir bağlantı kurarak muhalefeti güçlenmeye başlayan CHP'yi ve CHP'nin Genel Başkanı İsmet İnönü'yü yıpratmayı amaçlamışlardır.
CHP'nin Genel Başkanı İsmet Paşa ile bu olay arasında doğrudan bir bağlantı kurulması, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Doğu ve Güneydoğu'daki desteğini de azaltacaktır.
Rapor, 1958 yılının Mayıs ayında Meclis'e sunulmuştur. Meclis'te kurulan Karma Tahkikat Komisyonu kurulması aşamasındaki konuşmalara bakılarak da anlaşılabileceği gibi, raporda İsmet İnönü'yü doğrudan olayla ilişkilendiren özel bir bölüme yer verilmiştir.
'Belli Olan Suçlar ve Maznunlar' başlıklı bölümde ise İsmet İnönü ile ilgili DP milletvekilinin ithamı şöyledir:
'İsmet İnönü'nün Özalp hâdisesi karşısındaki durumu birkaç yönden dikkati çekmektedir. Bir kere kendisi Muğlalı'nın çok önem verdiği Şark mıntıkasına gönderilmesine ilk amildir. Muğlalı 3. Ordu Müfettişi olarak fevkalade selâhiyetli bir Hükümet Komiseri rolünde hareket edebilmenin imkân ve cesaretini İnönü'den almıştır.
Suçlu sanılanların muhakemesiz öldürülebileceklerine ve bunun hiçbir takibe tabi tutulmayacağına, icabında böylesine hareketin hatta vatanî vazife sayılacağına dair Muğlalı'da mevcut zihniyet temelini (tek parti-tek şef) düsturunun imkânlarından almaktadır. Tek partinin lideri ve Türkiye'nin şefi ise İsmet İnönü'den başkası değildir.
Acaba İsmet İnönü Mustafa Muğlalı'ya adam öldürme cesaretini vermiş midir? Başka bir deyimle Reisicumhur İsmet İnönü'yü Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun 41. maddesinin 2. bendi gereğince şahsî fiilinden dolayı itham etmek mümkün müdür?
Olay üzerinde çalışıp yazan Barış Ertem'in konuya ilişkin kanaatini paylaşalım:
Karma Tahkikat Komisyonu, Demokrat Parti'nin yaklaşık 10 yıldır yoğun bir karalama kampanyası yürüttükleri Mustafa Muğlalı ile İsmet İnönü arasında bir bağlantı kurarak ‘Kürt katili İsmet İnönü' imajını oluşturabilmek için çoğu birbirinden zorlama 10 madde sıralamıştır. 1948 yılında Meclis gündemine gelmiştir ve o tarihte konuyla ilgili bir soruşturmanın devam etmekte olduğu açıklanmıştır.
Tüm iddiaları zorlama yorumlara ve söylentilere dayanan, bu söylentileri destekleyebilecek belgelere yer vermeyen komisyonun güçlü sayılabilecek tek iddiası, ‘bana bu işi yaptıranlara iki defa yazdım' diyen Muğlalı'nın yargılandığı dönemde Cumhurbaşkanı İnönü'ye 19.2.1949 ve 26.9.1949 tarihlerinde iki kez mektup yazmış olmasıdır. Ancak, bu mektupların içerikleri de bilinmemektedir.
Soruşturma Komisyonu'nun iki yıllık çalışma sonucu tamamlayabildiği bu rapor, Genel Kurul gündemine getirilmemiş ve Meclis'te tartışılmamıştır.
ErcişHaber sitesi, öldürülenler için "Mezarları bile yok" diye yazdı
Yeni gelmişken hikayeye bir ek yapalım:
TSK önce 1987'de Muğlalı'nın naaşını Devlet Mezarlığı'na taşıdı. 1997 yılında Harp Akademileri Komutanlığı bahçesine büstünü diktirdi.
Şener Eruygur'un Jandarma Genel Komutanlığı sırasında 6 Mayıs 2004'te olayın yaşandığı Özalp' deki Jandarma taburunun bulunduğu kışlaya (Org. Mustafa Muğlalı Kışlası) adı verildi.
Bu gelişme bölge halkını yaraladı. Her fırsatta kışlanın tabelasının sökülmesini isteyenlerin talebi Başbakan Erdoğan'a da ulaştı.
O da çözüm sürecinde (Mart 2011) dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner'e iletti. Bunun üzerine kışladaki isim silinip yerine başka bir isimle tabela konuldu.
Hikâye burada noktalanıyor ama yankısı ve acısı günümüzde de sürüyor.
Cumhuriyet dönemi partilerin iktidar rekabeti ve oy avcılığı nedeniyle Kürtlere reva görülen katliam, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla ara sıra yüzleşir gibi yapmaları ve kimi hataları kabul etmeleri elbette olumludur.
Kürtlerin demokratik haklarını hâlâ reddeden ve Türklük Sözleşmesi'ne bağlı kalan kurulu düzenin sahipleri, Kürt meselesini içselleştirip katılımcı bir çözümden yana olmayınca, partilerin gönül alıcı "ara fasıl" kabilinden bu sorunla yüzleşmeleri bir yerden sonra kesintiye uğramakta veya uğratılmaktadır.
Muğlalı isminin bahsi geçen kışladan silme emri veren Erdoğan'ın girişimiyle başlatılan çözüm süreci, yine onun talimatıyla sona erdirildi.
AKP iktidarı ise anında fabrika ayarlarına dönerek "Türklük Sözleşmesi" gereğince milliyetçi-mukaddesatçı yoluna devam etti.
Şimdiye kadar Muğlalı olayından çıkarılması gereken ders bize göre yeterince çıkarılamadı, bundan sonra çıkarılabilir mi, birlikte göreceğiz.
Kaynakça:
1. Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler.
2. Hüseyin Koca, Yakın Tarihimizden Günümüze Hükümetlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Politikaları, Konya: Mikro, 1998.
3. Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, İstanbul: Milliyet, 1970.
4. Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Ankara: Phoenix, 2004.
5. Cumhuriyet Halk Partisi Yedinci Büyük Kurultayında Genel Başkan İsmet İnönü'nün Söylevi, Ankara, 1947.
6. Cemil Ertem, "Kürt Açılımının Önünü Bir Maliye Müfettişi Açmıştı", Yeni Aktüel, 2009.
7. Doğu Sorunu: Necmettin Sahir Sılan Raporları (1939-1953)
8. Kenan Esengin, Orgeneral Muğlalı Olayı ve 33 Kişinin Ölümü, İstanbul: Yenilik, 1974.
9. Dr. Reşit Ersezer, "Muğlalı Olayının İki Tanığı Konuşuyor", Milliyet, 7 Mart 1974.
10. Seyit Bilal Bali, "Muğlalı Olayının İki Tanığı Konuşuyor", Milliyet, 8 Mart 1974
11. Hüseyin Cahit Yalçın, "İhmal Edilen Doğu İlleri", Ulus, 24 Eylül 1953.
12. Zafer gazetesinin "Muhtelit Tahkikat Encümeni Raporu", 4- 5- 6 Mayıs 1958 tarihli nüshaları.
13. Resmi Gazete, 18 Ağustos 1956, no.9385.
Ayrıca Meclis tutanaklarını şu tarih ve sayılı nüshalarına bakılabilir:
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 14, 3.12.1948, s.7-8.
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 14, 3.12.1948, s.8.
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 15, 19.1.1949, s.147
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.148
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.149-150
TBMMZC, Dönem 8, Cilt 16, 19.1.1949, s.155 (S. Sayısı: 84) 74
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 3, 4.12.1950, S.Sayısı: 9, s.2
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 3, 4.12.1950, s.49-50
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 2, 20.11.1950, s.177-178
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 5, 2.2.1951, s.6-8
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 5, 2.2.1951, s.8 82
TBMMZC, Dönem 9, Cilt 25, 18.11.1953, s.304.
TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.383-388
TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.392
TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956
TBMMZC, Devre 10, Cilt 13, 15.8.1956, s.385-386;
Kaynak: Independent Türkçe