Alican Uludağ
Vaizlikten yola çıkarak önce Türkiye'de ardından dünyanın dört bir yanına yayılan bir "cemaat" yapılanması kuran Fethullah Gülen, Türkiye'de "silahlı terör örgütü" liderliği ve 15 Temmuz darbe girişimi suçlarından aranırken hayatını kaybetti. Devletin "kılcal damarlarına kadar sızmak" iddiasıyla yola çıkan Gülen'in 1999'dan itibaren yaşadığı ABD'den "Humeyni gibi" döneceği iddia ediliyordu.
AKP ile ortaklık yaptığı dönemde de Türkiye'de olağanüstü şekilde güçlendi: Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve KCK gibi siyasi operasyonların arkasındaki isim olmakla suçlandı. Ancak önce 7 Şubat MİT krizi, sonra dershanelerin kapatılması, ardından gelen 17-25 Aralık operasyonlarıyla birlikte AKP ile yollar ayrıldı. Gülen'e bağlı olduğu iddia edilen askerlerin karıştığı 15 Temmuz darbe girişimi ise Gülen yapılanmasının Türkiye'de tasfiyesiyle sonuçlandı.
Türkiye'nin son 60 yılına bu şekilde damga vuran Fethullah Gülen kimdir?
Fethullah Gülen, Erzurum'un Pasinler ilçesinde 27 Nisan 1941 tarihinde sekiz kardeşin ikincisi olarak dünyaya geldi. İlk dini bilgilerini, imam olan babasından aldı. Yarım bıraktığı ilkokulu dışarıdan bitiren Gülen, bu süreçte çeşitli "hocalardan" dini eğitim aldı. 17 yaşında Nur cemaatiyle tanıştı. Nur Cemaati'nin Yeni Asya koluna girdi.
Gülen, Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak 1959 yılında Edirne'de vaiz olarak göreve başladı. Burada yaklaşık dört yıl görev yaptı. Askerlik dönüşünde memleketine dönenerek 1962'de Komünizmle Mücadele Derneğinin Erzurum Şubesinin kurucuları arasında yer aldı, sola karşı faaliyet yürüttü. Daha sonra önce Edirne, ardından Kırklareli'nde imamlık yaptı.
İzmir'e 1966 yılında tayinin çıkması ise Fethullah Gülen'in hayatının dönüm noktası oldu. Burada hem öğreticilik hem de Kestane Pazarı Kur'an Kursu müdürlüğü yaptı. Bu dönemde etrafında bir çekirdek kadro toplanmaya ve cemaatinin temelleri atılmaya başlandı. 12 Mart 1971'deki askeri muhtırasına kadar burada görev yaptı, vaazlarıyla etrafındaki sempatizan sayısını artırdı. Özellikle gençleri hedef kitlesi yapan Gülen'in vaaz kasetlere alınarak el altında dağıtıldı ve propagandası diğer illere kadar uzandı. İlk öğrencileri arasında yer alan Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi ve İlhan İşbilen gibi isimler bugün Gülen yapılanmasının üst kadrolarına geldi.
Nur Evleri'nden Işık Evleri'ne
İlk kez İzmir Tepecik'te 1966 yılında "Nur Evleri"ni kurdu. Ancak zamanla cemaatin "Altın Nesil" projesi kapsamında bu evler 1994'ten itibaren adını "Işık Evleri" olarak değiştirdi. Gülen, 1970'li yıllardan itibaren Yeni Asya Cemaati'nden koparak kendi cemaatini kurdu.
Gülen'in kurduğu cemaatin ilk halkası "eğitim" oldu. Özellikle cemaate bağlı "Işık Evleri"nde öğrenciler Gülen'in fikirleri çerçevesinde eğitildi ve devşirildi. Uzan vadede de yapılanma içinde yetişenler, başta Emniyet, TSK ve Mülkiye olmak üzere devletin önemli kademelerine yerleştirildi.
Bu süreçte devletin yakın takibinde olan Gülen, öğrencileri "Nur Medreseleri"ndeki toplantılara götürmesi gerekçesiyle Ocak 1971'de görevinden uzaklaştırıldı. 12 Mart muhtırasından sonra Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 4 Mayıs 1971 tarihinde İzmir'de tutuklandı. İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi'nde açılan 54 sanıklı "Nurculuk" davasında 9 Kasım 1971 tarihinde tahliye edildi. Mahkeme, Gülen'e 1972'de üç yıl hapis cezası verdi.
Ancak bu ceza 1974'te Askeri Yargıtay tarafından bozuldu.
Fethullah Gülen, her ne kadar bu dönemde tutuklansa da askerlerle karşı karşıya gelmekten özellikle kaçındı. Bir konuşmasında 27 Mayıs için "sol güdümlü hareket" diyen Gülen, "12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır" diyerek muhtırayı övmeyi ihmal etmedi.
Serbest kaldıktan sonra Edremit, Manisa ve İzmir'de vaizlik yapmayı sürdürdü. Özellikle 1970'li yıllarda sağ-sol çatışmasının zirveye çıktığı dönemi kendi lehine kullanarak din odaklı "üçüncü yol" yaratmaya çalıştı.
Fethullah Gülen'in 12 Eylül darbesinde kaçışı
12 Eylül 1980 askeri darbesinde gözaltına alınacaklar listesinde Fethullah Gülen de vardı. 1981 yılında vaizlik görevinden istifa eden Gülen, sıkıyönetim komutanlığının hakkında çıkardığı yakalama kararına rağmen altı yıl boyunca kaçmayı başardı. 1986 yılında Burdur'da kardeşine ait kimlikle yakalandı ancak iddiaya göre Turgut Özal'ın devreye girmesiyle bir gün sonra serbest bırakıldı. Gülen'in yakalandığı sırada kendisiyle birlikte hareket eden diğer 13 kişi daha sonra Gülen yapılanmasında önemli yerlere gelecekti.
Gülen, 12 Eylül darbesinden sonra Sızıntı Dergisi'nin Ekim 1980 tarihli sayısında kaleme aldığı, "Son Karakol" başlıklı yazısında "Ümidimizin tükendiği yerde hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz" diyerek 12 Eylül'ü de övdü. Darbenin lideri Kenan Evren ile görüşmek istedi ancak bu süreçte olumsuz yanıt aldı.
Gülen serbest kaldıktan sonra darbenin yarattığı boşluğu fırsata çevirdi. 1989'den itibaren İzmir ve İstanbul'da Diyanet İşleri Başkanlığından bağımsız şekilde gönüllü olarak vaazlarını sürdürdü. İstanbul Üsküdar'da Yeni Valide Külliyesi'ni merkez olarak kullandı ve 62 hafta boyunca vaazlar verdi. 1992 yılına kadar bu vaazlar sürdü.
1990'lara kadar kuruluş dönemi
1970'lerden 1990 yıllara kadar olan dönem Fethullah Gülen'in cemaatini kurma, çekirdek kadrosunu oluşturma dönemi oldu. Başlangıçta kendilerine "cemaat" diyen Gülen, daha sonra "hizmet hareketi" olarak kendisini tanımlamaya başladı. Işık Evleri'nden yetişenlerin devlet kadrolarına "sızma" dönemi başladı.
1990'lar sonrası ise bir yandan "devlete sızma" hızlanırken diğer yandan sivil alanda yeryüzüne çıkarak "legal faaliyetler" yürütme dönemi başladı. Cemaati de bir yandan kurumsallaşmaya, şirketleşmeye başladı. Özellikle siyaset dünyasıyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Aynı zamanda dünyaya açılma stratejisi güttü.
Özellikle Sovyetler'in dağılmasıyla birlikte Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri ile Afrika ülkelerinde açılan okul sayısı arttı.
Erdoğan ile birlikte Bank Asya açılışı
Ekonomik alanda da güçlenen Gülen, 24 Ekim 1996 tarihinde Altunizade'de Bank Asya'yı açtı. Açılışa Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Devlet Bakanı Abdullah Gül, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski bakanlardan Abdülkadir Aksu da katılarak kurdeleyi kesti.
Diğer yandan gıda, eğitim, sağlık, medya gibi alanlarda açılan şirketlerin sayısı arttı. Birçok büyük holding ortaya çıktı, üniversiteler açıldı. Özel okullardan her yıl binlerce öğrenci mezun oldu.
1990'lı yıllarda Gülen, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz gibi siyasetçilerle sıcak ilişkiler geliştirdi. Aynı zamanda bu yıllar "dinler arası diyalog" söyleminin yaygın kullanıldığı bir dönem oldu.
28 Şubat dönemi ve ABD'ye kaçış
28 Şubat döneminde tehdit olarak görülen "irtica" kapsamında Fethullah Gülen de yakından takip edildi. Ancak Gülen, bu süreçte Necmettin Erbakan'ı eleştirdi, askerlerle çatışmaktan bu dönem de kaçındı. 27 Mart 1997'de katıldığı Samanyolu TV'de "Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi" dedi.
Gülen, bu süreçte cemaatine ait okulları Milli Eğitim Bakanlığına devretme teklifi götürdü. Ancak Gülen'in, 1999 yılında sızan bir "mahrem" konuşmasında özellikle adliye ve mülkiyedeki kadrolaşmanın önemine işaret ederek "Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir" demesi tartışma yarattı.
Yargının ibresi, 1990'lı yılların sonu itibariyle Fethullah Gülen'e daha çok dönmeye başladı. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, Gülen'in devlet içerisindeki yapılanmasını ortaya koyan bir rapor hazırladı. Dönemin Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Gülen hakkında "anayasal düzeni yıkıp yerine teokratik bir devlet kurmaya çalışma" iddiasıyla soruşturma başlattı.
Bunun üzerine Fethullah Gülen 21 Mart 1999 tarihinde sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ABD'ye gitti ve bir daha geri dönmedi.
AKP dönemiyle birlikte "devleti ele geçirme"
3 Kasım 2002 tarihinde AKP'nin tek başına iktidara gelmesi, Fethullah Gülen yapılanmasınarahat bir nefes aldırdı. Devlet içerisinde kadroları zayıf olan Erdoğan, iktidarının özellikle 11 yılında Gülen'e bağlı kadroları kullandı. AKP'nin ilk dönemi, Gülencilerin devlet içindeki sayısal ve operasyonel gücünün zirveye çıktığı bir dönem oldu. Aynı zamanda devlet içerisindeki kadrolaşması da büyük oranda tamamlandı.
Diğer yandan Gülen'in üzerindeki AKP döneminde yargı baskısı azaldı. Gülen'i tehdit olarak gören TSK, 2004'te yapılan MGK toplantısında, "Türkiye'deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen" konusu gündeme geldi ve buna karşı yurt içi ve yurt dışında eylem planı hazırlanması ve hükümete bildirilmesi kararlaştırıldı.
Dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından da bu karar imzalandı. Ancak AKP, Gülen ile mücadele kararını hayata geçirmedi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 2007 yılında Gülen hakkında suçun oluşmadığı iddiasıyla beraat kararı verdi. Karar, 2008 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onandı.
Operasyonel güce 2007'de ulaştı
2007 yılı ise Gülen'in artık devlet içerisindeki operasyonel gücünü kullanmasının başlangıcı oldu. Gülen'in Emniyet ve yargı içerisindeki gücü, 2007 yılından itibaren ortaya çıkmaya başladı. İlk olarak AKP muhalifi kesimler hedef alındı. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK gibi siyasi birçok soruşturma bu dönemde açıldı.
Bu operasyonları yöneten Zekeriya Öz gibi savcılar ile Ramazan Akyürek gibi polis şefleri, daha sonra Gülen'e bağlı olmakla suçlandı. İktidara ve Gülen'e muhalif kesimler, bu sürece yargı operasyonlarıyla karşı karşıya geldi. Özellikle TSK'da boşalan Atatürkçü kadrolara, AKP'nin desteğiyle Gülen cemaatine mensup askerler getirildi.
15 Temmuz darbe girişimine aktif olarak katılan askerler, bu dönemde general yapıldı. 15 Temmuz darbe girişimi öncesine kadar TSK içerisindeki bu yükselişleri sürdü.
2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ise Gülen'in yargıda hâkim olmasıyla sonuçlandı. Gülen, bu referandumun önemini "mezardaki ölüleri kaldırıp oy kullandırmak gerekir" sözleriyle açıkladı. Referandumun kabul edilmesinin ardından önce HSYK üyeliklerine, ardından ise yargıdaki kritik görevlere, Gülen yapılanmasıyla bağlantılı hâkim ve savcılar getirildi.
MİT, dershaneler ve 17 Aralık krizleri
Devlet içerisindeki gücünün zirvesine ulaşan Gülen hareketi, iktidar partisine operasyon çekebilecek güce ulaştı. AKP ile cemaat arasındaki ilk kriz, 7 Nisan 2012'de Hakan Fidan'ın arasındaki MİT görevlilerinin gözaltına alınmaya çalışılmasıyla yaşandı. Erdoğan, o dönem "Hakan Fidan benim sır küpüm. Alacaksanız beni alın" diyerek cemaate meydan okudu. Erdoğan, 14 Haziran 2012'de katıldığı Türkçe Olimpiyatları'nda Gülen'e "Bu hasret bitsin" diyerek ABD'den dönme çağrısı yaptı.
2013 yılında ise AKP'nin dershaneleri kapatmaya yönelik yasa teklifi hazırlamasıyla AKP ile cemaat arasındaki kriz, savaşa dönüştü.
17 Aralık 2013'de İstanbul'da Rıza Sarraf'ın ve bazı bakan çocuklarının gözaltına alındığı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu düzenlendi. Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış hakkında fezleke hazırlandı. 25 Aralık'ta ise Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve bazı iş insanlarının adının bulunduğu isimlerle ilgili soruşturma, operasyona dönüştü. Ancak iktidarın talimatıyla gözaltılar hayata geçmedi. 2014 yılında MİT tırlarının durdurulmasından da yine Gülen yapılanması sorumlu tutuldu. Erdoğan, bu dönemde Gülen'e "Ne istediler de vermedik" dedi.
17-25 Aralık operasyonuyla birlikte Erdoğan iktidarı, Fethullah Gülen hareketini tasfiye etme kararı aldı. Başta yargı, emniyet ve bürokrasi olmak üzere devlet içerisindeki Gülen kadroları görevden alınmaya başlandı. 2014 yılında MGK tarafından "paralel devlet yapılanması" olarak görüldü.
Haziran 2016 tarihinde Fethullah Gülen'in arasında bulunduğu 73 kişi hakkında terör örgütü kurmak, yönetmek ve üyesi olmak iddiasıyla "FETÖ çatı iddianame" hazırlandı. İddianamede, örgütün darbe yapacak güce ulaştığı anlatıldı. Ancak iddianame henüz mahkeme tarafından kabul edilmeden 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri darbe girişimi yaşandı. İddianamelerde, darbe girişimine katılan askerlerin Gülen yapılanması üyesi olduğu iddia edildi. Yine Akıncı Üssü'nde yakalanan ancak şaibeli bir şekilde serbest bırakılan Adil Öksüz'ün de yine Gülen ile bir videosu ortaya çıktı.
Fethullah Gülen hakkında bugüne kadar çok sayıda dava açtı. 17-25 Aralık operasyonları, Selam Tevhid soruşturması, MİT tırlarının durdurulması, 15 Temmuz darbesi, Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi çok sayıda davanın sanığı oldu. İddianamelerdeki temel suçlama, Fethullah Gülen'in anayasal düzeni ortadan kaldırarak yerine dini temele dayalı bir devlet kurmak ve "Humeyni gibi" Türkiye'ye dönmeye çalışmak oldu.
Başta TSK, Emniyet, Yargı ve MİT olmak üzere devletin kritik birimlerine sızmakla suçlandı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaklaşık 125 bin kamu görevlisi, Gülen ile bağlantılı olduğu iddiasıyla ihraç edildi.
Fethullah Gülen'in hayatını kaybetmesinin ardından geride Türkiye'de büyük oranda tasfiye edilmiş bir "cemaat" kaldı. Ancak Gülen'in yurt dışındaki yapılanması ise halen ayakta. Şimdi gözler Gülen'in yerine kimin geçeceğinde.
Adaylar arasında Mustafa Özcan, Suat Yıldırım ve Şerif Ali Tekalan gibi isimler öne çıkıyor. Ölümünün ardından Gülen yapılanmasının bölünüp bölünmeyeceği, iktidar kavgası yaşanıp yaşanmayacağı ve bu "gücü" kimin yöneteceği ise şimdilik bilinmiyor.
DW Türkçe