Erdoğan-Bahçeli rejimi uzun süredir gündemlerinde tuttukları "Fırat’ın Doğusu’na girme” konusunda ABD’den şartlı bir izin almış görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki “Girdik, giriyoruz” diye vaveyla koparılan harekât, Suriye’nin kuzeyinde, sınırlı bir bölgede, ABD askerleri kontrolünde bir devriye. İlave olarak da ABD ve Türkiye’nin birlikte bir “Ortak Harekât Merkezi” kurması. Şimdilik manzara bu.
Biraz daha detaya inecek olduğumuzda ise manzara şu: Bu bölgede ABD’nin YPG’yi Türkiye’ye, deyim yerindeyse “yedirmemek” üzerine bir politika kurduğu biliniyor. Türkiye devletinin ve milliyetçi çevrelerin “PKK uzantısı” olarak gördüğü YPG ve YPG’nin başat konumda olduğu SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yapılanması, ABD açısından ise “IŞİD”i durduran” ve ittifak kurulabilecek bir güç. YPG’nin IŞİD konusundaki performansı sadece ABD değil Batı ülkeleri ve konunun diğer aktörleri tarafından da dikkatle ve altı çizilerek not edilmiş durumda.
Erdoğan-Bahçeli rejimi ise Suriye’nin kuzeyindeki bu Kürt yapılanmasını “Türkiye’ye tehdit” olarak görüyor ve ilk günden beri boğmaya çalışıyor. Çözüm süreci masasının iktidar tarafından devrilmesinde HDP’nin ülke içinde ulaştığı etkinlik kadar, Suriye’deki bu yapılanmanın da “payı” vardı. Ve mevcut iktidar, yani MHP ve diğer geleneksel milliyetçi güçler desteğindeki Erdoğan, bu yapılanmayı bir şekilde ortadan kaldırmayı kafasına koymuş vaziyette.
Önündeki en büyük engel ise, az önce de bahsettiğim gibi -ne yazık ki ülke içindeki kamuoyu değil-, ABD... Hatırlanacaktır ABD Başkanı Trump S-400 krizinin en kritik günlerinde attığı bir tweet’te (”açıksözlülüğü” bu konuda işe yaramış görünüyor) Erdoğan hakkında şunları söyledi:
“İşin açıkçası herkesin bildiği gibi Kürtlerle bir problemi var. Sınırda 65 bin kişilik bir ordusu vardı ve IŞİD'e karşı bize yardım eden Kürtleri haritadan silecekti. Onu aradım ve bunu yapmamasını rica ettim. Sanırım Kürtler onun veya Türkiye'nin doğal düşmanı. Ve o bunu yapmadı. Sınırda dizilmişlerdi ve bizimle birlikte IŞİD'i yenenleri haritadan sileceklerdi. Dedim ki 'bunu yapamazsın, bunu yapamazsın' ve o bunu yapmadı. O yüzden bir ilişkimiz var.” (29 Haziran 2019)
Trump bölgesel dengeler açısından durumu gayet net tarif etmekle birlikte Kürtler konusunda Erdoğan, AKP ve Türkiye siyasetinin “manevra” kabiliyetlerini bilmediği için “doğal düşman” tabirini kullanmış. Pek öyle değil. Kürtler konusu, Erdoğan’ın nasıl işine geliyorsa, öyledir.
Eğer “PKK’ya silahları bıraktıran lider” gibi bir imkân ufukta beliriyorsa, Kürtler Erdoğan’ın en hakiki dostudur. Ancak bu sürecin aynı zamanda yıllardır toplumsal anlamda ezilen Kürtler’in de işine yaradığını, biraz daha özgürlük ve eşitlik (hatta statü) kazandıklarını görüyorsa ve kendi iktidarının da uzun vadede tehlikeye gireceğini düşünüyorsa Kürtler, evet doğal düşmandır.
Tekrar başa dönecek olursak, işte bu dengeler içinde, iktidarın “Kürtler'e orada hayat hakkı tanımayacağız” alt metniyle ilan ettiği “Fırat’ın Doğusu’na girme” operasyonunda öyle görünüyor ki ABD hem Türkiye’nin hem de YPG’nin -şimdilik- itiraz etmeyecekleri bir formül buldu ve Ortak Harekât Merkezi üzerine bir anlaşmaya varıldı.
Ancak şu açıkça görünüyor ki Erdoğan-Bahçeli rejimi bununla tatmin olmayacaktır. Süreç başladıktan sonra “Bu sistem yürümüyor” denilerek Trump’ın az önce hatırlattığım tweet’inde bahsettiği harekât için zemin yoklanacaktır. Daha doğrusu Erdoğan, bu yoldan ayrılınmamasını tavsiye eden/şart koşan “güç”lerle ittifakını sürdürdüğü sürece, Ankara’nın da politikası bu olacaktır. Hemen ilave etmek gerekir ki Erdoğan bu konuda “kuşatılmış” filan değildir. HDP’nin yükselişini görüp çözüm masasını devirmek ve savaş politikasına geçmek Erdoğan’ın -kindar- politikasının sonucuydu. MHP ve diğer milliyetçi güçler/unsurlar bu ortamda kendilerine alan buldular ve bu alanı olabildiğince genişlettiler.
Bu ortamda Öcalan’ın “Kürtler’e yer açmaya çalışıyorum, gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” çağrısını nasıl okumalı?
Bir açıdan iktidarın bu süreçte Öcalan’ı bir şekilde devreye sokma hamlesinin ilk (daha doğrusu ikinci) adımı gibi görülebilir. Hatırlanacaktır Öcalan açlık grevleri zamanında yaptığı açıklamada da Kürt hareketine Türkiye’nin Suriye konusundaki “hassasiyetini” anlama çağrısında bulunmuştu.
Dolayısıyla bu süreçte iktidar Öcalan’ı devreye sokarak süreci kendince yumuşatma hesabı yapmış olabilir ancak Öcalan’ın bu ikinci mesajı ile ilk mesaj arasında hayli ton farkı var. Öcalan bu son mesajında “çatışma durumu/ihtimali” diyerek, kanımca “Örgüt Suriye konusunda geri adım atacak gibi değil, süreci ancak ben koordine edebilirim” demek istiyor ve kendine de yeni (yeniden) bir alan açmak istiyor gibi görünüyor. En azından benim çıkardığım sonuç bu. “Devlet aklı” bu mesajı ne kadar dikkate alır, ABD-Rusya Türkiye’ye bu konuda ne gibi telkinlerde bulunur, şimdiden bir şey söylemek zor.
Bir konu daha var. ABD ile varılan bu son “Güvenli Bölge” uzlaşmasında bölgeye Suriyelilerin gönderilmesi gibi bir madde de var. Buna daha önce de dikkat çekmiştim.
Erdoğan, yerel seçimlerdeki oy kaybının “Suriyeliler” nedeniyle yaşandığı düşüncesinden hareketle “Suriyelileri geri gönderiyoruz” havasında bir kampanya başlatmış durumda. Dolayısıyla bu güvenli bölgeye hem Suriyelileri yerleştirip bölgenin nüfus yapısını değiştirerek, hem ülke içine dönüp “İşte Suriyelileri geri gönderiyoruz” propagandası yaparak, hem de “Fırat’ın Doğusu’na girdik” diyerek bir taşla üç kuş vurmak istiyor.
Ama bütün bunların altındaki asıl politika “Kürt anasını görmesin” politikasıdır. Yıllarca denenip sonuç alınamamış, ülkeyi nefessiz bırakan, binlerce insanı zindana tıkan bir politikadır. Asıl yapılması gereken, ülke içinde ve dışında yeni bir “çözüm” masası kurmak ve geleceği hep birlikte tasarlamaktır. Bu vesileyle yeri gelmişken söyleyeyim: Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakın.
YETVART DANZİKYAN-ARTI GERÇEK