Bugün bulunduğumuz noktada geçmişe baktığımızda eksiklikleri, yanlışları, doğruları çok net olarak görebiliyoruz ya da farkına varabiliyoruz. Dün tecrübeden yoksunduk, ancak yaşadıklarımız bugün bir tecrübe toplamı olarak heybemizde duruyor. O süreçlerde ortak çalışma zeminlerinin oluşturulamaması ve ulusal bir cephenin yaratılma geleneğinden neden yoksun kaldığımızı daha iyi anlıyoruz. Keskin ideolojik mücadele geleneği beraberinde ayrışma ve çatışma zeminini geliştirdi. Örgütsel hiyerarşi kendi mahallerinde ılıman bir iklim yaratma yerine “sosyal faşist, Maocu bozkurt, goşist, reformist, oportünist, revizyonist, pasifist, burjuva milliyetçisi, ilkel milliyetçi” gibi yaftalarla sert bir iklimin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Oysa ideolojik saplantılardan uzaklaşabilseydik ve milli tarih bilincine ve kapsamlı bir bilgi birikimine sahip tecrübeli lider kadrolarımız olsaydı; eminim ki 12 Eylül cuntası karşısında ciddi anlamda bir ulusal direniş geleneğini ve belki de geniş bir mücadele cephesini yaratabilir ve bugün farklı bir yerde olabilirdik.
Ancak lider kadromuzun bu gerçekliği, politik deneyimsizlik, ulusal mücadele perspektifinin cılız olması ve küresel ideolojik rüzgârın güçlü olması, devletin süreci kontrol etmesini ve kendi aparatlarıyla müdahale etmesini kolaylaştırdı. Ulusal devrimci güçlerin sağlıklı bir ufka sahip olmamaları, politik arenada birlikte hareket etme kabiliyetlerinin zayıf olması, devlet icazetli aparatların etkinlik alanını güçlendirdi. Bu eksiklikler ve yanlışlıklar silsilesi sonucu bugünlere geldik. Bir nevi ideolojik körlük sonucu hem mitoz bölünmeler yaşandı hem de “Binxet e” ve “Emperyalist Avrupa”ya demir atmak zorunda kaldık. Bu süre zarfında Kürdistan siyasal güçleri ve sıcakkanlı kadroları toplumsal sürecin ihtiyaçlarına paralel çözüm hamlelerini geliştiremediklerinden ötürü, bir bütün olarak toplumsal travmalar eşliğinde ciddi vurgunlar yedik!
Geçmişe ayna tutmak (1) - Cano Amedî
Oysa 1979’da Kürdistan’ın kuzeyinde bir ilk yaşanmıştı. Yakın ve uzak hedefler noktasında üç siyasal parti Ulusal Demokratik Güçbirliği (UDG) adı altında stratejik bir adım atmışlardı. Amaç, anti-sömürgeci mücadeleyi ulusal bir rotada yürütmek ve dayanışma zeminini genişletmekti. Uzak ve yakın hedefler noktasında ciddi tespitler yapılmıştı ve kitleler nezdinde sevinçle karşılanmıştı. Diğer grup ve partilerin de, bu sürece dahil olması için çabalar sarfedilmişti. Ne yazık ki, ideolojik iklimin yaratmış olduğu güvensizlik ve ayrılık rüzgarları bu hamlenin başarılı olmasının önünü tıkadı. Politik tecrübesizlik ve sürece hâkim kadroların yoksunluğu ve yukarda belirtilen durum ve koşullar bu önemli adımın yakın ulusal tarihimizde bir “başarısızlık örneği“ olarak yer almasına neden oldu.
Kısacası küçük grup çıkarları, bireysel egolar, eksiklikler, politik öngörüsüzlük, deneyimsizlik, ülke, bölge ve dünya denklemini sağlıklı bir bilgi birikimiyle değerlendirmekten yoksun olmamız, yeni koşullara uygun yeni taktik ve planlar geliştiremeyişimiz ve siyasal kötürüm halleri, bizi bugünlere taşıdı. Bizim yanlışlarımız, eksikliklerimiz, yetersizliklerimiz ve doğrularımız boynumuza bir nevi “kaderin acı cilvesi” gibi yapıştı. Bunu değiştirmek ya da kabullenmek artık bir sorumluluk ve vicdan sorunudur. Eğer 12 Eylül 1980 öncesi hep birlikte bir kurtuluş reçetesini oluşturabilseydik, hep birlikte Kürdistani bir duruş sergileyebilseydik, gücümüze güç katarak bugün farklı şeyleri konuşuyor olacaktık.
“Başaramadık, kırılmaya, yenilgiye yol açtık, sürece yanıt olmaktan uzaklaştığımız için en dinamik Kurdi dinamizmin yanlış havuzlarda çürümeye, bozulmaya ve yenilgiye kapı aralamakta bir nebze de olsa bizim sorumluluğumuz vardır’’ diye cümle kurmak çok mu zordur!
Kısmen de olsa 12 Eylül 1980 sonrası “Binxet” te ve Avrupa da bir takım ittifak/cephe çalışmaları oldu, ancak yanlış siyasal yaklaşımlar ve malum grupsal ve kişisel egolardan dolayı başarı grafiğine bir ekleme yapamadığımız gibi, kırılmalar yaşamaya, geri adım atma ve güç kaybetmeye devam eden bir sürece yol açtık.
Dün de ulusal ittifak yaratamadık, bugün de yaratamıyoruz; böylece özgürlüğü öteliyoruz.
Kürdi parti ve gruplar olarak birlik ve ittifaklar yaratamadığımız, ulusal bir çizgi temellinde ulusal çıkarlar ve hedefler noktasında istikrarlı, kitlelerle bütünleşmiş Kürdistani bir duruş sergileyemediğimiz için, başarısızlıklar hanesine yeni başarısızlıklar eklemeye devam ediyoruz. Kısacası derin ve kozmik ortamlarda tasarlanmış ve zehirli ideolojik argümanlarla kurgulanmış, test edilmiş ve zamana yayılmış bir pratik sürecinin ardından, egemen sistem artık öğretilmiş ve öğrenilmiş bir çaresizlik içinde, Kürd toplumuna biat ve entegrasyon varyantlarını dayatılmaktadır.
Kurucu devlet aklı, toplum üzerinde bütünlüklü olarak kontrol ve izolasyonu sağlayarak, yeni fay hatları oluşturarak hem siyasal hem de toplumsal demografinin değişimini hızlandırdı. Türk Devleti, özellikle 1990’larden sonra “düşük yoğunluklu çatışma doktrini” ekseninde bugünkü projeyi hayata geçirmeye çalıştı. Farklı varyantlarla ve aparatlar eşliğinde süreç hızlandırıldı ve dünün stratejik hedefi olan Bağımsız Kürdistanı “çöpe attık” noktasında ne idüğü belirsiz ve siyaset biliminde bir karşılığı olmayan demagojik söylemlerle “yeni bir siyaset tarzı” dayatılmaya çalışıldı. Bu siyaset tarzının Kurdi kazanımlara hizmet etmediği de açık ve ortadadır. Bizler ise, bugünkü sorunları hala 50 yıl öncesinin yaklaşımıyla tartışıyoruz. Ciddi anlamda bir zihniyet dönüşümü olmadığı için geçmişin sağlıklı muhasebesini ve geleceğe dair bir vizyon da oluşturamamanın sıkıntılarını hep birlikte yaşıyoruz. Elbette toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadeleler tarihi ve deneyimleri göstermiştir ki uzun soluklu mücadele maratonu farklı etap ve bayrak değişimiyle kuşaklar arası bir mücadele bütünlüğünü arz etmektedir! Her şeye rağmen Hannibal’ın işaret ettiği gibi “ya yeni bir yol bulacağız ya yeni bir yol yapacağız” gerçeğinden hareketle Kürdistan toplumsal ve siyasal odakları örgütlü ve ulusal çıkarlar bileşkesi etrafında bir kurtuluş reçetesini oluşturmakla yükümlüdürler.