Gencettin Öner: İki Yüzlülük, Riyakarlık ve Yalanlarla Nereye Kadar?

.

Gencettin Öner

Yalan, kandırmaca ve ikiyüzlülükle geçen bir seçimi de geride bıraktık. Dinci-Şeriatçı otokrat rejim, bu seçiminde galibi oldu. Uyduruk bahaneler aramaya da kimsenin hakkı yok. İktidarda olmanın her yönden avantaj sağladığının da farkındayım. Bu gücün, ekonomik ve adli tehditler, yalanlar ve iftiralara rağmen, demokrasi ve özgürlük isteyen bir toplumun iktidarı değiştirme yolundaki kararlılığını hiçbir güç yolundan çeviremez. Ama sandığa giden toplumun çoğunluğu bu sistemin devamı için oy verdi. Böyle veya şöyle. Bahanelerin arkasına sığınarak bu gerçeklikten kurtulamaz kimse. Bahaneleri bir tarafa bırakırsak, toplumun çoğunluğu bu sözde muhalefetin vaat ve söylemlerine inanmadılar. Zaten muhalefet te gerçek bir muhalefet değil. Bazıları çıkıp; "Evet ama şöyle oldu, böyle oldu" gerekçelerine de sığınmasın. “Muhalefet" denen siyasi aktörlerin tamama yakını, otokrat rejimden daha devletçi ve otoriter bir yönetimden yana olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Ülkenin evrensel anlamda demokratik ve bir hukuk devleti olma gibi bir niyetlerinin ve inançlarının olmadığı da net bir şekilde ortadaydı. 1980 12 Eylül askeri darbe sonrası asker postalı ve süngülerin gücüyle topluma zorla giydirilen bu ucube anayasadan bırakın vaz geçmeyi, seçtikleri bazı inkârcı ve ırkçı maddelerin kırmızı çizgileri olduklarını defaatle dile getirdiler. Bu söylem ve tavırlarıyla mevcut iktidarın bile gerisindeler.

Mevcut anayasanın bu topraklarda yaşayan farklı toplumsal realiteleri inkâr eden, yok sayan, elinizi bu anayasanın hangi maddesine atarsanız her tarafından ırkçılık fışkıran bir anayasa. Bu anayasa maddelerini (devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olması dışında kalan ilk üç maddesi ve 66. madde) değiştirmek için teklif hazırlamak isteyenlere şiddetle karşı çıkan bunlar değil miydi? Bağıra bağıra; “Anayasanın bu maddeleri bizim kırmızı çizgimizdir" diyerek, demokrasi ve özgürlükler konusunda zerre kadar samimi olmadıklarını göstermediler mi? (Deva Partisi genel başkanı Ali Babacan'ı bunların dışında tutuyoruz.) Bütün bu kötülüklerin, tarihte yaşanan acı ve dramların müsebbibi bu inkârcı ve ırkçı anayasa değil mi? Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, bir meclis darbesiyle 1921 anayasasını ilga ederek yerine Türk etnik kökenli, tekçi ve inkârcı 1924 anayasası getirildi. Bu ırkçı ve faşist anayasa, rutin bir hal almış askeri darbe ve muhtıralarla yeniden şekillenerek devamı sağlandı. Bu darbe anayasası değişmeden ülkeye ne gerçek demokrasi ne de toplumsal barış gelir. Kendi kendilerine muhalefetçilik oynayanların amaçları ne demokrasi ne de özgürlüklerdir. Amaçları, otokrat rejimin meclis iradesini by-pass ederek devreden çıkarmasıyla göstermelik bir duruma düşürülen meclise girip, orada uyuklayarak dokunulmazlık zırhının arkasına sığınıp yüksek maaş ve kaliteli sağlık hizmetlerinden yararlanmak ve ömür boyu alınan yüksek emekli maaşı içindi bütün bu çabalar. Vatandaş neler çekiyor bunların zerrece umurlarında değil. Aralarında gerçekten samimi, vatandaşların kendilerine verdiği temsil yetkisinin siyasi sorumluluğunu omuzlarında taşıyan ahlaklı ve vicdanlı insanlar parmakla sayılıdır.

İktidara muhalif gibi duranlar, "neden kaybettik?" muhakemesini yaparak beceriksizliklerini sorgulayacaklarına, kabaran bilinçaltı şoven duygularını yine Kürtlerin üzerine boca ettiler. Demokrat olduğuna epeyce inandığım Mehmet Tezkan da beni hayal kırıklığına uğrattı. 2. tur seçimin sonuna doğru, bir muhalefet kanalının yorumcu koltuğunda arkaya yaslanarak; "Arkadaşlar güneydoğu sonuçlarını tekrar ekrana getirebilir miyiz?” dedikten sonra "Kürtlerin 1. turda Kılıçdaroğlu'na verdikleri oylarda bir düşüş var. 2. turda Kılıçdaroğlu'nun oyunu yükselten Türk milliyetçi oylardır." diyerek utanmazlığın, katıksız şovenliğin gerçek yüzünü gördük. Yüz yıldır Kürtler üzerlerindeki bunca yoğun ulusal baskıya katliam ve aşağılanmalara rağmen yasa ve hukuk tanımaz iktidar karşısında kendilerini hedefe koyarak hiçbir pazarlığa girmeden Neo-Osmanlıcı rakiplerinin onları nefes alamaz duruma getirmesini ortadan kaldırmak için kendilerini hedef tahtasına koyarak bunca eziyet ve fedakarlığa rağmen, böylesine ahlaksızca suçlanmayı hak ediyorlar mı?  Sen önce Türk nüfusun yoğun bir şekilde yaşadığı haritaya bak. Kendi aleyhlerinde turuncu renkte. Merhum Can Yücel'in her konuşması küfürlü geçtiği için, bu konuda kendisini eleştirene; "Ne yapayım yani. Bu memlekette bu kadar or...çocukları varken küfretmemek mümkün mü?" demişti. Saygıyla anıyorum. Fakat biz ustanın bu tipten kişiler için ağzımızı bozmayacağız. Hoşgörülü, demokrat olarak bildiğim Mehmet Tezkan'a bir sorum var; "Seçim haritasına bir daha bak. Kürtlerin yaşadıkları şehirlerin hepsinde yüzde 67-75 oranında Kılıçdaroğlu’na oy çıkmış. Hani hep pohpohladığınız, gıpta ettiğiniz "laikliğin kalesi" İzmir'den bile oransal olarak daha yüksel oy vermişler. Kaldı ki İzmir dahil, sahillerdeki Kürt oylarını çıkartın, oralardaki renk büyük ihtimalle Turuncuya boyanacak. Devletin koruma, kollama ve teşvikiyle devreye sokulan Türk faşizm ve ırkçılığını sempatik göstererek, 'Türk Milliyetçileri' diye bizlere yutturmaya çalışıyor hazret. İç Anadolu ve Karadeniz Türk ve milliyetçi değiller mi? Neden oy vermediler? Bu sorunun objektif değerlendirmesini yapabiliyor mu? Kürtler, fazlasıyla bu vefa ve kıymet bilmez şovenlere güvenerek arkalarına takılmış durumda.

Kimliği, dili, kültürü inkâr edilmiş, sürgün ve katliamlara uğratılmış kadim bir halkın gasp edilmiş ulusal haklarının karşısında 'Kırmızı çizgimiz' diye fırtına koparanların dertleri ne demokrasi ne de özgürlüklerdir. Tek dertleri iktidar ve ranttır. Rant kavgasına tutuşan bu şoven haramileri Kürtler kendi kavgaları olmayan bu rekabetin tarafı olmamalıdırlar. Rant kavgası muhalifleri iktidara gelse, Kürtlerin ulusal hak talepleri için aynı zulüm ve baskıları devam ettirecekler. Ellerinde gelse bu statükonun asla değişmeyeceğini ağız birliği edercesine zaten her yerde deklare etmiş durumdalar. Beceriksizlik, korkaklık ve pısırıklıklarını, Dinci-otokrat rejim iktidara gelip yüz yılın rövanşını almaya başlayınca kendilerine hibe edilen her mevziyi tek tek  kaptırınca, kederlenip Anıtkabire koşarak 85 yıl önce ölmüş, bu imtiyazı dedelerine bağışlamış diktatör liderin mozolesinde ağlayıp sızlayarak; "Atam uyan bak kurduğun cumhuriyeti ne hale getirdiler" diyerek dövünüp durmaktan başka hapsolmuş kendi getttolarında  yüzde 20-25 lik azınlık olarak yaşam sürdüren bu kesim ile demokrasi, özgürlük, hak ve hukuk mücadelesinde güvenilir ve samimi partner olabilirler mi? Bu kesimin nasıl fırsatçı ve küstah bir anlayışa sahip olduklarını bizzat kendimin yaşamış olduğum şok bir anekdotu burada sizinle paylaşmak istiyorum. İzmir'in bir sahil beldesinde evimiz vardı. Yazın dinlenmek için giderdik. Kendilerini demokrat diye tanıtan bir gurupla arkadaş olmamız istendi. Her görüşmede ilerleyen saatlerde alkolün de etkisiyle Otokrat rejimim kötülükleri konusunda veryansın ediyorlardı. Onlara, mücadelenin sadece şikayetlerle yürüyemeyeceğini söylediğimde, karşımda oturan orta yaşlı bir kadın bana; “Doktor Bey siz de Kürtsünüz. Kürlerde şöyle yiğit ve kahraman birisi yok mu bu zalimin icabına baksın?" Dediğinde donup kalmıştım. Ona; "Hanımefendi, her gün her saat bangır bangır bağırdığınız Türk milletinin kahramanlığından asilliğinde dem vurup duruyorsunuz. Türklerin tamama yakını kahraman ve yiğit değil mi? Neden bu türden kahramanlığı ve yiğitliği Kürtlerden bekliyorsunuz" dediğimde, suratı aniden asılmıştı. Ben ayağa kalkarak oradan ayrıldım. Kürtleri birer fedai, her istediklerini yaptıran birer aptal, Kürt kadınlarını da ev temizliği ve çocuk bakıcısı olarak gören bir zihniyetle eşitlik, demokrasi ve özgürlük yolunda bu faşistlerle bir adım bile atılır mı? Kürtler, bu aymazlıktan bir an evvel kendilerini kurtarmalılar. Kürtleri bu duruma sokan nedenlere birazdan geleceğim.

İçlerinde solculuk ve komünistlik adı altında ortalarda gezinen marjinalin marjinali öyle bir kesim var ki, dünyayı kendilerinin yarattığına şüphe duymadan inanan, çağın gerisinde kalmış totaliter bir ideolojiyi hala savunan, kafalarını kuma gümmüş, 21. yy da toplumun sınıfsal dağılımın onlarca çeşitlendiği, her şeyin siyah-beyaz olmadığı, insanların arz ve taleplerinin değiştiği, işçi sınıfının toplum içinde azınlıkta kaldığı hatta gericileştiği, hayatın olmazsa olmazı denilen üretim katkısının minimum olduğu (robotik çağı) gerçeğini hala anlamamış epeyce şaşkınlar var. Dağ-fare misali "Biz olmadan hayat durur” hezeyanı içindeler. Ülkenin yüz yıllık pratiğinde, çatışma, ölüm ve kan üzerinden iktidara geldikleri tüm ülkelerde, milyonlarca insanlara cehennem azabı yaşatıldı. Kurulduğu anavatanında namlu ucuyla ancak 70 yıl dayanarak sonunda yıkılıp giden ceberut bir rejimi, hala arzulayanlar var. Psikotik hezeyanlar içinde debelenip duran, evrensel sol ile uzaktan yakından ilişkisiz olan bir “sol" ile karşı karşıyayız. Burunlarından kıl aldırtmayan bu marjinal kesim, PKK ve HDP'nin hazırladığı Kürt seçmenlerin oy verdiği listelerin başına yerleştirilerek, Kürt yoksullarının sırtından vekil olarak meclise gönderilip keyif çalıyorlar. Aileleri ve akrabaları dahil güvenmeyip oy vermedikleri kişiler olduklarını söylesek sanırım yanlış olmaz. Ulusalcı-İttihatçı ırkçılardan Kürtlerin gasp edilmiş ulusal haklarına kavuşması, kendi geleceğini kendisinin belirlemesi konusunda İttihatçı ulusalcılardan farkları yok. Kürtlerin arkasına sığınarak baraj sorununu aşmalarının etik ve ahlaki olmadığı eleştirileri yönetildiğinde de; “mecliste sosyalistlere ihtiyaç var. Mesela Şırnak' ta aday göstermedik" diyerek Kürtleri yine aptal yerine koymaya çalıştılar. Şımartılmış küçük çocuklar gibi, zafer sarhoşluğunun da etkisiyle Kürtlerin bu konudaki haklı sitemleri kendilerine hatırlatıldığında, bodoslama; "Kürt faşistlerle uğraşamam" diyecek kadar mantık ve izandan yoksun olduklarını da ispatladılar. Bu lafları kullanan bir aklı evvel vardı. Hazret, Faşizmin ne olduğunu, kimlere faşist denildiğini dahi bilmeyecek kadar bir cehalet örneği sergilemişti. Ya da bildiği halde, bilinçaltı şoven duyguları depreşmişti. Bu konuşmaları yapan zat, iki dönemdir, devletleri tarafından horlanan, aşağılanan, coplanan yoksul Kürt kadınlarının sırtından vekil olduğunu hemen unutuverdi. Suç onlarda değil, onları Kürtlerin sırtına bindiren PKK/ HDP’nin bu sakat ideolojik zihniyetinde.

Kürtler tarihlerinde maruz kaldıkları onur kırıcı bir durumla ilk defa bu dönemlerde yaşadılar, evet zulme karşı başkaldırıyorlardı, katliam ve sürgünleri yaşıyorlardı ama böylesi onur kırıcı ve aşağılamaları yaşamıyorlardı. Bu mazlum ve mağdur halkın en büyük talihsizliği, ulusal haklarının geri kazanılması adına ortaya çıkan çağdışı totaliter bir zihniyete sahip Stalinist bir örgüt olan PKK  "namus belası" vesayetinin altında olmasıydı. Kürtleri otoasimilasyona razı etmenin ideolojik aparatı olan HDP nin "Türkiyelileştirme" siyaseti, ilginçtir ki ne Türk mağdurlara ne de özgürlük ve demokrasi isteyen Kürtlere yaradı. Namus belasından hala arkalarında yürüttükleri Kürtleri karanlık yollara doğru yönlendiren bu zihniyet, marjinal Türk solunun hayatla bağdaşmayan ütopik fantezilerine kurban etmiş durumdalar. Türk solunun mangalda kül bırakmayan lider kadroları, doğup büyüdeki yerleşim yerlerinde kendi komşularından kopuk, hayatlarını sürdürdükleri izole gettoları olan barlarda toplanıp devrim şarkılarını söyleyerek, toplumu kurtaracaklarını sanacak kadar hayattan kopukturlar. Yakın akrabaları, hatta eşleri bile onlara oy vermezler. HDP, yöneticileri, Selahattin Demirtaş'ı Kürtlerin algısından silmek için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Daha önceki yıllarda bir işaretle on binlerce Kürd insanını bir arada toplayan örgüt ve legal parti HDP, Türklerin tamam yakınında çok büyük tepkiler çeken Öcalan'ın yerinin darlığı için yaptıkları eylem ve yürüyüşleri, siyasi rehin olarak tutulan Demirtaş'ın bırakılması için kıllarını neden kıpırdatmadıkları konusunu kurcalayan ve sorgulayan var mı? Çünkü karar, planlı ve bilinçliydi. Demirtaş, eksik ve hataları olan genç bir politikacıydı. Gelmiş geçmiş Kürt siyasetçileri içinde çok iyi bir hatip, zeki, hazır cevap ve espiritüel bir politikacıydı. Derin devleti, Erdoğan'ı, Öcalan'ı ve Kandil'in dinozor yöneticilerini çok fena kızdırmış ve telaşlandırmıştı. Elbirliği ile onu susturmak ve siyasi hayatın bitirmek istediler. Demirtaş, son seçim de artık dayanamayarak, içine gömdüğü eleştiri ve duygularını dışarı bıraktı. Bence çok geç kalmış bir eleştiri ve öz eleştiriydi. Hem Kürtlerin ulusal hakların geri alınması için hem de gittikçe duygusal kopuşu derinleştiren Türk-Kürd barışı için makas daha da açılmaktadır. Demirtaş, diplomatik dil ve yaklaşımı bırakmalı, PKK vesayetinden kendini kurtarmalı, Kürtlerin politik bir lideri olarak bunları deklere etmelidir. Kürtlerin çoğu kadirşinas bir halktır. Onu bağrına basacaktır.

Kaynak: Nerinaazad

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz