Gökçen Tuncer
10 günde 4 kez gerçekleşen Ümit Özdağ - Kemal Kılıçdaroğlu toplantısından "28 Mayıs'ta Kılıçdaroğlu'nu destekliyoruz" mesajı çıktı. Peki iki liderin altına imza attığı 7 maddenin perde arkasında neler var?
Kılıçdaroğlu'na Oğan veya başka bir arkadaşımız dahil olmak üzere, her türlü görüşme yetkisini, varsa talepleri o talepleri yerine getirme yetkisini, en başta ben olmak üzere, diğer siyasi parti genel başkanlarıyla beraber yetki olarak verdik."
Sinan Oğan'ın 22 Mayıs'taki basın toplantısı öncesi sarf etmişti bu sözleri İYİ Parti lideri Meral Akşener.
Kılıçdaroğlu ile basının karşısına geçmeden görüşen Oğan'ın tercihi ise Erdoğan'dan yana oldu.
Hâl böyle olunca, "Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda kimi destekleyecek" sorusunun rotası bu sefer Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'a döndü.
Kemal Kılıçdaroğlu ile 10 günde 4 defa, bir kez de AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş ile görüşen Özdağ, beklenen yanıtı verdi: "2. turda Kemal Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceğiz."
Peki neden bu görüşme trafiği bu kadar yoğundu?
14 Mayıs seçimlerinde 1,5 milyondan fazla oy alan Zafer Partisi'nin şartları nedeniyle.
Bu şartlarla ilgili tüm tartışmalar, dün yayınlanan protokol ile kesinleşti.
İki liderin 24 Mayıs'taki basın toplantısı sonrası kamuoyu ile paylaşılan Cumhuriyet Halk Partisi ile Zafer Partisi arasındaki protokolün amacı şöyle açıklanıyor:
21 yıllık AKP hükümetlerinin yarattığı sosyal yıkım, yolsuzluk, yoksulluk, devlet krizi, sığınmacı sorunu, rant-borç-talan ekonomisi ve neden olduğu ağır ekonomi sorunları ve toplumun siyasi kutuplara bölünmesine karşı devletin yeniden düzenlenmesi; millî birlik ve beraberliğin sağlanması, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar ve ağır ekonomi sorunlarının çözümü, Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu oluşturan sığınmacı ve kaçakların gönderilmesi için ortak çalışma ve iş birliği detaylarının tespit edilmesidir."
Birinci madde: İlk 4 madde ve 66'ncı madde nedir?
Protokolün ilk maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ilk 4 maddesinin ve 66'ncı maddedeki Türk vatandaşlığı tanımının korunacağını söylüyor.
Özdağ'ın önceki röportajlarında pek çok kez "tartışmaya bile açık değil" dediği dört madde şunları içeriyor:
66'ncı madde ise uzun süredir siyasetin gündemlerinden biri.
Söz konusu madde, "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür" diyor ve şöyle devam ediyor:
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk'tür.
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz."
Peki neden bu madde tartışmaların gündemine oturdu?
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın 2 Ocak'ta yaptığı bir paylaşım nedeniyle.
Babacan açıklamasında, "Herkesin kendini bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşı hissetmesi, güçlü bir vatandaşlık anlayışının hakim kılınmasıyla mümkündür. Anayasamızın 66. maddesini, çağımızın gereği olarak, kapsayıcı bir anlayışla yeniden ele almayı teklif ediyoruz" demiş ve tabiri caizse "ortalık karışmıştı".
O dönem İYİ Parti'den "Bizim için kabul edilemez" açıklaması gelmiş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise "Cesedimizi çiğnemeden nasıl başaracaktır?" ifadesini kullanmıştı.
Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Genel Başkanı Mustafa Özçelik de Independent Türkçe'ye yaptığı açıklamada tüm hakları güvenceye alan yeni bir anayasa yazılması gerektiğini savunmuştu.
İkinci madde: 1921 ve 1924 anayasaları
Protokolün ikinci maddesinde ise "1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz verilmeyecektir. Bu değerlere bağlı kalınacaktır" deniliyor.
Ümit Özdağ, en başından beri Millet ve Cumhur ittifaklarının hareket noktasının 1921 Anayasası olduğunu, bu anayasanın içeriğinde "Türk milleti" ve "cumhuriyet" kavramlarının olmadığını savunuyordu.
Kendilerinin ise "Yönetim şekli cumhuriyetti" ifadesinin yer aldığı 1924 Anayasası'nı savunduklarını belirtiyordu.
Her iki anayasa neden karşı karşıya geldi?
20 Ocak 1921'de kabul edilen 1921 Anayasası'nda herhangi bir etnik grubun ismi geçmiyor ve devletin adı "Türkiye Devleti" olarak geçiyordu.
Birinci maddesinde "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır" ifadeleri yer alıyordu.
Aynı anayasanın 102 yıldır farklı farklı yorumlanan 11'inci maddesinin günümüz Türkçesindeki hali ise şu şekilde:
Vilayet yerel işlerde kurumsal kimliğe ve bağımsızlığa sahiptir. İç ve dış siyaset, şeri, adli ve askeri işler, uluslararası ekonomik ilişkiler ve hükümetin genel politikasıyla kamu yararının birden fazla vilayeti içine aldığı (kapsadığı) hususlar ayrı tutulmak üzere, Büyük Millet Meclisi'nce yapılacak (çıkarılacak) kanunlar gereğince vakıflar, medreseler, milli eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardımlaşma işlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesi vilayet şûralarının (meclislerinin) yetkisi dahilindedir."
Meclis, konsey, danışma kurulu anlamlarına da gelen "şûra"nın, yerel yönetimlerde "özerk iradeyi" de çağrıştırması, tartışmaların odak noktasını oluşturuyor.
1921-1924 anayasaları çekişmesini ortaya çıkaran konu ise Milet İttifakı'nın 28 Şubat 2022'de deklare ettiği "Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Dönüş Protokolü".
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin sona ermesiyle kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçileceğini söyleyen metinde "Ülkemizde hiçbir zaman gerçek anlamda çoğulcu demokrasiye geçiş de mümkün olmamıştır. 1921 Anayasası'nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir" ifadeleri yer alıyor.
Üçüncü madde: 10 yıldır devam eden tartışma; Sığınmacılar
CHP-Zafer Partisi protokolünün üçüncü maddesinde ise 2011'den bu yana Türkiye'nin gündeminde olan ancak "seçim döneminin gündemleri" listesinde üst sıralara tırmanan sığınmacılar konusu var.
Göç İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de geçici koruma statüsündeki Suriyeli 3 milyon 381 bin/ Fotoğraf: Reuters
"Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içerisinde ülkelerine geri gönderilecektir" deniliyor metinde.
Kime mülteci kime sığınmacı kime göçmen denir?
"Bu maddeyle ilgili kim bugüne kadar ne dedi?"nin detaylarına inmeden önce bir karışıklığı açıklayalım: Mülteci nedir, sığınmacı nedir?
Uluslararası hukukta, "ırkı, dini, milliyeti, bir gruba mensubiyeti ve siyasi düşünceleri nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu" için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişilere "mülteci" deniyor. Uluslararası anlaşmalar kapsamında, bu kişilere özel statü ve hukuki koruma veriliyor.
Sığınmacılar için de ülkesine dönememe konusunda yukarıdaki şartlar geçerli ancak bu kişilerin statüleri resmi olarak tanınmıyor.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'na göre üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye'de kalmasına izin veriliyor.
Suriyeliler için ise durum farklı. Onlar "geçici koruma" statüsündeler.
Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ülkesine dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel şekilde göç eden ve haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan koruma anlamına geliyor "geçici koruma".
Göçmen ise maddi ve sosyal durumlarını iyileştirmek başka bir ülkeye gidenleri tanımlıyor. Başka bir ülkede eğitim görenler ya da iş bulanlar bu statüde.
6 Şubat depremleri sonrası Suriyeli sığınmacılar, en dezavantajlı gruplar arasındaydı/ Fotoğraf: Reuters
Resmi verilere göre 3,3 milyon Suriyeli var
Göç İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de geçici koruma statüsünde olan Suriyeli sayısı Mayıs 2023 itibarıyla, 3 milyon 381 bin 429. Suriyelilerin en yoğun yaşadığı ilk üç il İstanbul, Gaziantep ve Şanlıurfa.
Bunun yanı sıra, 2022'de yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısı, 285 bin.
Geçen yıl "uluslararası koruma" başvurusu yapanların sayısı da 33 bin 246'ydı.
Bu başvuruyu en fazla yapan ilk üç uyruk: Afganistan, Ukrayna ve Irak.
Bu sayıların hepsi resmi veriler. Resmi olmayanlar eklendiğinde kaça çıktığı net değil.
Özdağ: Sığınmacıların yıllık maliyeti 11 milyar dolar
Sığınmacıların kriminal olaylara karıştığı örneklerin olması hatta 14 Mayıs seçimlerinde Türkçe konuşamayan Ortadoğulu kişilerin oy kullanmaya gitmesi ise hemen her kesimden tepki çeken durumlar.
Zafer Partisi'nin kuruluşundan bu yana en önemli sloganı "Zafer Partisi gelecek, tüm sığınmacılar gidecek" şeklindeydi.
Partinin lideri Ümit Özdağ, 24 Mayıs'ta gerçekleştirdiği basın toplantısında da ülkenin en büyük sorununun sığınmacılar ve kaçaklar olduğu iddiasını yineledi.
Fotoğraf: Gökçen Tuncer
Özdağ'a göre ülkede 13 milyon sığınmacı ve kaçak var ve yılda 11 milyar dolarlık maliyete neden oluyor.
"Yılda 11 milyar dolar sığınmacılara harcayarak Türk halkını fakirlikten kurtaramayız, kiraların yükselmesini engelleyemeyiz" diyen Özdağ, şunları söyledi açıklamasında:
Vatandaşlık satarak Türk halkının rahatlıkla gayrimenkul alışını sağlayamayız. Sokaklarda güvenliği sağlayamayız.
Nasıl bir yüzücünün bacaklarına yirmişer kilo demir bağlarsanız ne kadar iyi yüzücü olursa olsun yüzemez ise bir ülke de 13 milyon sığınmacıyla ekonomisini, güvenliğini doğru bir çizgiye oturtamaz."
Özdağ: Numan Kurtulmuş'un anlattıkları, sığınmacıların vatanlarında dönmesini içermiyordu
22 Mayıs'ta AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş'la yaptığı toplantıyı hatırlatan Özdağ, kendilerine "Sığınmacılar konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?" sorusunu yönelttiklerini söyledi ve şöyle devam etti:
Anlattıkları şey sığınmacıların vatanlarına dönmesini içermiyordu. Kemal Bey'le görüştük. Kemal Bey çok net bir şekilde sığınmacıların vatanlarına dönmesi gerektiğini ve bu politikayı izleyeceğini söyledi.
Bu politikanın detaylarını konuştuk. Zafer Partisi'nin önermiş olduğu bir sene içerisinde uluslararası hukuka uygun, insan haklarını gözeten, dönen Suriyelilerin Suriye'de güvenliğini sağlayacak ama Türk ekonomisinin üzerindeki büyük yükü de kaldıracak, sokaklarımızı tekrar güvenli hale getirecek, uyuşturucu çetelerini sokaklarımızdan, okulların önünden çözecek bir model üzerinde kendisi ile fikir birliğine vardık."
Kurtulmuş: Özdağ'ın açıklaması tamamen gerçek dışıdır
Numan Kurtulmuş ise sosyal medyadan yaptığı açıklamada Ümit Özdağ'ın iddiasını reddetti.
Sözcü TV'ye yaptığı açıklamada Numan Kurtulmuş'la görüşmesini "çok yapıcı bir konuşmaydı" diye niteleyen Ümit Özdağ, Kurtulmuş'un 5 milyon Suriyeli olduğunu kendisine ilettiğini söyledi.
Özdağ: İktidarın sadece 1 milyon Suriyeliyi gönderme planı var
Bu sayının İçişleri Bakanlığı verilerinden daha fazla olduğunu hatırlatan Genel Başkan, iktidarın Suriye'nin kuzeyindeki projesinden bahsetti:
Numan Kurtulmuş bana ‘Suriye'nin kuzeyinde proje hazırladıklarını ve 1 milyon Suriyeliyi oraya göndereceklerini' söyledi.
Ben de bu projenin yeni bir Afganistan yaratacağını, o bölgenin kontrolümüzde olmadığını söyledim.
"Sizin hükümetinizin Rusya ve İran'la yapmış olduğu, Birleşmiş Milletler'e verdiğimiz Astana Anlaşmasına da aykırı bu proje" dedim.
Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ve AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, 22 Mayıs'ta bir araya gelmişti/ Fotoğraf: Zafer Partisi
1 milyon Suriyeliyi geri yollayarak çözüm üretemezsiniz. Sizin ifadenize göre burada geriye 4 milyon Suriyeli kalıyor.
Bizdeki veriye göre ise Türkiye'deki kayıtlı kayıtsız Suriyeli sayısı 7 milyon. Geriye 6 milyon kalacak.
O nedenle görüşmeler bu noktada tıkandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ise, 13 milyon sığınmacı ve kaçağın bir sene içerisinde vatanlarına dönmesi konusunda ortaya koyduğumuz projeyi kabul etti."
Suriyeliler bir yılda mı gidecek, iki yılda mı?
Ülkedeki Suriyelerin, ülkelerine gönderilmesi, Millet İttifakı'nın 14 Mayıs öncesi de seçim vaatleri arasındaydı.
30 Ocak'ta kamuoyu ile paylaştıkları Ortak Politikalar Mutabakat Metni'nde geçici koruma altındaki Suriyelilerin en kısa sürede ülkelerine dönmelerinin sağlanacağı vaadi veriliyordu.
Hatta savaşta hasar görmüş alt ve üst yapıların uluslararası finansman imkanları kullanılarak yenilenmesinde etkin rol üstlenecekleri söylenmişti. Bunun için "Türk iş insanlarının Suriye'nin yeniden imarında yer almalarını ve Suriye'ye yönelik yatırımlarını destekleyeceğiz" denilmişti.
Söz konusu "en kısa süre" hâlâ net değil. Özdağ "bir yıl içerisinde" dese de Kemal Kılıçdaroğlu, daha önceki açıklamalarında "iki yıl içerisinde" ifadesini kullanmıştı.
Buradaki diğer bir önemli konu ise Özdağ'ın kullandığı "uluslararası hukuka uygun" ifadesiydi.
Zira Özdağ, 23 Mayıs'ta yaptığı açıklamada sığınmacıların "gerekirse zorla" gönderileceğini söylemişti. Özdağ bu ifadeyi, nisan ayında da kullanmıştı
Dördüncü madde: Kayyumluk kalkacak mı kalkmayacak mı?
Gelelim son dönemin en çok tartışılan dördüncü maddesine: Kayyum uygulaması devam edecek mi etmeyecek mi?
Özdağ-Kılıçdaroğlu imzasını taşıyan metinde başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere tüm terör örgütleri ile mücadele edileceği söylendi. Tartışmaya konu ifadeler ise şunlardı:
Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir. Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir. Türkiye'nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir."
Bu maddeye göre belediye başkanlarının terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla ispat edilirse, yerine kayyum atanabilecek.
Söz konusu metinde "yargı kararının bekleneceği" ifade ediliyor. 2019 seçimleri sonrası Kürt illerinde halkın iradesi ile belediye yönetimine gelen isimler, yargı kararı beklenmeden görevden alınmış yerlerine kayyum ataması yapılmıştı. Ancak her iki türlü de adaletin sağlıklı işleyip işlemeyeceği tartışmanın ana odağı.
Fotoğraf: Zafer Partisi
HDP'nin kazandığı 65 belediyeden 48'ine kayyum atandı
Kayyum ataması, belediyelerden üniversitelere kadar bugüne kadar çok fazla tepki çekmiş bir uygulama.
31 Mart 2019 seçimleri sonrası HDP, il ve ilçeler dahil 65 belediyenin yönetimini kazanmıştı.
Üç yıl içerisinde bu yönetimlerden 48'ine terörle iltisaklı olduğu gerekçesiyle kayyum atanmıştı.
Kayyum atanan belediyeler arasında Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyeleri de var.
"Yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkını yok sayan kayyum uygulamalarına son vereceğiz" ifadesi Millet İttifakı'nın meydanlarda en fazla alkış toplayan vaatlerinden biriydi.
Seçimle gelenin seçimle gitmesini güvence altına alacaklarını söylüyorlardı.
30 Ocak tarihli Ortak Politikalar Mutabakat Metni, "Seçilmiş yöneticilerin görevlerine bir yargı kararı olmadıkça son verilememesini güvence altına alacağız" diyordu.
Yeşil Sol'dan açıklama: Evrensel demokratik ilkelere aykırı
Özdağ-Kılıçdaroğlu görüşmesinin ardından söz konusu dördüncü madde ile ilgili Yeşil Sol Parti'den bir açıklama geldi.
HDP'nin hakkındaki kapatma davası nedeniyle 14 Mayıs seçimlerine Yeşil Sol adıyla giren partiden yapılan açıklamada "Sayın Kılıçdaroğlu'nun bugün açıkladığı protokoldeki bu konuyla ilgili belirlemeler evrensel demokratik ilkelere aykırıdır. Tutumumuz ve eleştirimiz net ve açıktır. Kayyum uygulamaları sadece Diyarbakır'ın değil İstanbul'un ve bir bütün olarak hepimizin sorunudur" denildi.
"Ülkemizde yaşanan sorunların temelinde demokrasi ve hukuk açısından evrensel ilkelere uymayan uygulamalar bulunduğunu uzun zamandan bu yana ifade ettik" ifadelerinin yer aldığı açıklama şöyle devam etti:
Özellikle seçim hukuku ve halk iradesini, yerel demokrasiyi yerle bir eden kayyım politikaları bu uygulamaların başında gelmektedir. Halkın iradesini gasp eden kayyım atamaları demokrasi ve hukuk açısından kabul edilemez ve bu konudaki yaklaşımımız değişmezdir."
Cumhuriyet Halk Partisi ile Zafer Partisi arasındaki protokolün 5, 6 ve 7'nci maddelerinde ise devlet yönetiminde liyakatin esas alınması, yolsuzlukla mücadele, devletin vatandaşa karşı şeffaf olması şartları yer alıyor.
İçişleri Bakanı olacak mı?
Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, Ümit Özdağ'ın İçişleri Bakanı olup olmayacağı tartışması da 24 Mayıs'ta Özdağ'ın bir paylaşımı ile başladı.
Zafer Partisi lideri, ikili basın toplantısına saatler kala Twitter'dan yaptığı açıklamada sığınmacıları "İçişleri Bakanı olarak yollayacağını" söylemiş ve bu bazı kesimlerden çok tepki almıştı.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ, üzerinde anlaştıkları yedi maddenin protokolünü birlikte imzaladı/ Fotoğraf: Zafer Partisi
Özdağ'ın bahsettiği görevle ilgili herhangi bir detay yer almadı metinde. Ancak Zafer Partisi Genel Başkanı, basın toplantısının ardından katıldığı Sözcü TV yayınında şu açıklamayı yaptı:
Bakanlık meselesi, hükümet kurulmadan konuşulacak bir mesele değil. Bu konuyu, Altılı Masa da kendi içerisinde konuşmamış. Kemal bey bizimle paylaştı. "Önce bir 28 Mayıs'ı bitirelim. Daha sonra konuşuruz" şeklinde karara bağladık.
Ben bu görevi isterim, partim de ister. Ancak dediğim gibi bu, ayın 28'inde diğer siyasi partilerin bir araya gelmesiyle… Ancak biz gelmeyiz çünkü biz, bu ittifakın parçası değiliz.
Bu, cumhurbaşkanı olacak sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun yetkisi dahilinde diğer paydaşları ile konuşacağı bir konudur. O süreçte bizim herhangi bir dahlimiz olmaz, bu konuyu sadece Kemal Bey ile konuşuruz."
CHP Sözcüsü Faik Öztrak da 24 Mayıs'ta gerçekleştirdiği basın toplantısında Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu ile Ümit Özdağ arasında bir bakanlık görüşmesi olmadığını söyledi ve "Çok açık ve net söyleyeyim protokolde yer alan ve benim az önce açıkladığım hususlar dışındaki haber ve yorumlar dezenformasyon ve yalandır" diye konuştu.
Kaynak: Independent Türkçe