Gökçer Tahincioğlu
Dünya böyledir, unutur sizi...
Uzun zaman önce uzak bir kasabada doğup büyüyen bir kız çocuğunun hikâyesini yazmıştım.
Diyelim ki adı Meryem…
Yeni bir yıl yaklaşıyordu. Hepimiz kışın karanlığından sızlanıyor, gelecek yılın giden yıldan daha güzel geçmesini umut ediyor, Aralık'ın karartısı geçip de beyaz bir Ocak geldiğinde dünyanın daha ışıltılı olabileceğini düşünüyorduk.
Meryem yeni bir yıla giremiyordu.
Küçücüktü, henüz on beşinde kalmıştı.
İşçi babasının güç bela aldığı telefonuna kasabaya ara sıra uğrayan, oralara neden uğradıkları başta anlaşılmayan gençlerden mesajlar geliyordu.
Meryem'in ne kadar güzel, ne kadar çekici, ne kadar büyüleyici olduğunu anlatan, aynılarından onlarca kıza gönderilen ezberlenmiş, pis bir gülüşle atılmış mesajlar.
Bakmayın tarikatların çocuklarla evlenilebileceği zırvalarına.
Ne bilsin Meryem çekiciliği, ne bilsin büyüleyici olmayı. Çocuktu işte. Dünya bir oyundan ibaretti.
Meryem okula bile gidemiyordu, özel çocuklardan biriydi ve ne yakında gidebileceği bir okul ne ailesinin onu uzaktaki özel okula gönderebileceği parası vardı.
Kandı Meryem, kaçırıldı, peşine takıldı mesaj gönderenlerden birinin.
Sonra bir pavyonda buldu kendini, sonra bir evde, sonra bilmediği bir başka karanlığın içerisinde.
Sonra kuytu bir köşede bulundu cansız bedeni.
Güzeldi, çocuklar güzeldir zaten.
Öylece kapandı dosyası… Dünyada bir zamanlar var olduğunu bilen, ilk gülüşünü, ilk yürüyüşünü aklına kazıyanlarla sınırlı kaldı bir zamanlar yaşamışlığı.
* * *
Dünya böyledir, unutur sizi.
Öyle bir geçer ki zaman görüntülerin üzerinden, çekilmemiş fotoğraflarda gizlenen anları anımsayabilmek için bir tanık ararsınız.
Isınmak için birbirinize sokulduğunuz o dolmuş sırasını, o kalabalık otobüslerdeki fısıldaşmaları, serin yaz ikindilerini, ağaçların gölgelediği o kalabalık sokağı, kiraz ağaçlarını, hep bir tarafınızda saklı olduğunu düşündüğünüz çocukluğunuzu, inandığınız bir aşkı, inanmadığınız bir dünyayı, o çok sevdiğinizle hangi günlerin üzerine basıp da düşmanlaştığınızı, hepsini unutturur.
Bir çocuğun ölümünü mü anımsayacak dünya?
* * *
Bir başta çocuğun hikâyesi, bir boyacı sandığı…
Adıyla çağıralım, zira öldürülmüş, faili meçhul bir kız çocuğunun ailesinin yaşadığı yalnızlıktan farklı olarak, binlerce kişi uğurladı O'nu… Ümit Kurt…
Cizre'de 2015'te arkadaşlarıyla oynarken göğsünden vurulup düşen 14 yaşındaki oğlunu şöyle anlatıyordu babası Abdullah Kurt:
"14 yaşındaydı benim oğlum. Boyacı, bazen amele. 20 liraya çalışırdı. Okumadı, ben istedim ama olmadı. Zaten iflas etmiştik. Çalışayım dedi. Diğer çocuklarım hasta, Ümit bana yardım eden tek çocuğumdu. Karanlıkta sokağa giriyorlar. Panzerlerde bekliyorlar. Biz bu vatanın evladı değil miyiz? Ümit daha sokağa çıkar çıkmaz, 20 ev kadar uzaklaşmış ki orada kendi yaşıtlarıyla oynarken vuruluyor. Hayatta kimseye zarar vermemiş bir çocuk vuruluyor. Ne hakkınız var? Çocuk bu, korkuyor, bir köşeye siniyor ama orada vuruluyor. Göğsünden girip çıkmış mermi. Plakasız araçtan ateş açıyorlar. Plakasız devlet aracı olur mu? Niye plakaları söküyorsunuz?"
* * *
Araştırmadılar. Beraat kararıyla kapatıldı Ümit Kurt'un dosyası.
Yazıp da anımsatanlara binlerce kişi mesaj yağdırdı Ümit'in mutlaka ama mutlaka terörist olduğu konusunda.
Bilgileri yoktu ama dünya geçmişti üzerlerinden. Dönüp durmuştu dünya ve onlar ne olduğunu bile anlamadan olmaları gereken kişilere dönüşmüşlerdi.
Balistik raporu Ümit'in iddia edildiği gibi çatışmanın tarafı olmadığını ortaya koydu. Ne silahı vardı ne olan bitenlerden haberi.
Ne bilsin Ümit birilerinin belli süreçleri idare edebilmek için yapması gerekenleri…
* * *
Ümit'in öldürülmesinden birkaç gün sonra sadece…
Bir zırhlı araçtan inen polis, ilerideki tepede oynayan çocuklar, ateşlenen silah, yere düşen küçücük bir beden.
Nihat Kazanhan.
Babası Emin Kazanhan şöyle anlatıyordu oğlunu:
"9 çocuğum var. Nihat beşinciydi. 6. sınıfa gidiyordu daha. Çıkıp bazen amcasına çıraklık yapıyordu ama aklı oyundaydı. O gün Irak'a gitmiştim. Ben aileme bakmak için sürekli gidiyorum. 2 gün varsam, 10 gün yokum. Daha varır varmaz telefon geldi bana, yaralı olduğunu söylediler. Kamyonu bıraktım geri geldim. Diyarbakır'a göndermişlerdi cenazesini. Açık gözle oğlumun nasıl vurulduğunu görenler var. Hepsi resmen plakasız bir Akrep aracıydı diyorlar. Oğlum arkadaşlarıyla oynarken, gelip vurup gittiğini söylüyorlar. Kafasına isabet etmiş. 12 yaşında bir çocuk kime ne yapabilir? Yemek bile yememiş oyuna gitmek için. Bir kere de sözümüzün kıymeti olsun."
* * *
Olmadı…
Kamera görüntüleri ortaya çıkana kadar ezberler konuştu.
12 yaşındaki çocuk ateş açmıştı. İki polis, ateş hattı içerisinde kalmıştı. Buna rağmen Kazanhan'ı başından vuranlar polis değildi. Belli ki içlerinde yer aldığı teröristler öldürmüştü!
Yalanlar, yalanlar…
O çok tehlikeli olduğu anlatılan Nihat, 12 yaşındaki bütün çocuklar ne yapıyorsa onu yapıyordu…
Bir bakışı bile yoktu ateş eden polise, varlıklarından haberi bile yoktu. Görüntüler de gösteriyordu olanı biteni…
Artık beraat vermek ayıp olurdu, bir zahmet 13 yıl 4 ay hapis cezası verildi ateş eden polise.
Mahkemedeki "olumlu" davranışları, "faziletli davranışları" ile indirdikleri yetmedi cezayı. Bakışları bile o tarafa değmeyen Nihat'ın polisi tahrik ettiğini belirttiler haksız tahrik indirimi yaparken.
Ateş edenin yanındaki polis, cezaevine konulunca anlattı olanı biteni:
"Cinayeti yanımdaki meslektaşım işledi. Olay sonrası karakolda toplandık. Kolektif şekilde olayı gizleme kararı aldık… Tüm amirlerimiz bu karardan haberdardı."
Gizleyene ceza yok, bölgesel şartlar…
Dün T24'te Candan Yıldız kaleme aldı Anayasa Mahkemesi'nin aileye nasıl tazminat ödenmesine karar verdiğini, haksız tahrik indirimini nasıl haksız bulduğunu… Bir miktar para ödenmesi gerektiğini…
Nafile kararlar… Olan olur, ölen ölür… Korunması gerekenler bellidir.
Bu kadarla kaldı…
* * *
İnsanlar bütün bunları nasıl yapabilir, yapmayı nasıl öğrenirler?
Bizler yapmayız değil mi?
Bakışları, yaralayışları, başkalaşmaları anımsarız mutlaka!
"…insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
toprağını iten çiçeğe
dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine…"
* * *
Küçücük bir haber:
"Kocaeli Kartepe İstasyon Şok Market'te çalışan 23 yaşındaki kasiyer genç kadın, marketin deposunda intihar etti… İntihar nedeni bilinmezken marketin ertesi sabah hizmet vermesine tepki gösterildi…"
Adı yok, derdi yok, izi yok…
O kadar, hepsi üç satır.
Ve ertesi sabah market çalışmaya devam etti.
O markete özel değil elbette. Başkası da olsa devam edecekti. Kimsenin durup neler olup bittiğine bakmadığı bu benzerlikte genç bir kadın ölmeyi seçmiş, ne ki?
* * *
Şebnem Korur Fincancı hapiste, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Sibel Tekin, Selçuk Kozağaçlı, çocukların öldürüldüğünü söyleyen siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar…
Her birine ayrı ayrı terörist dediler, her birine… Bağırmaya devam ediyor kalabalık, usanmıyor dinlemeden bağırmaktan.
Anlamıyorlar ki "Durun, bir dakika durun da bakalım" diyen kim varsa hapiste…
Onların dostları adliye koridorlarını, cezaevi kapılarını aşındırarak geçiriyorlar yılları.
Ama yılmazlar ve korkmazlar bu insanlar.
Üç satırlık kararlarla ağır hapis cezaları onanır, üç satırlık kararlarla hayatları ellerinden alınır ama korkmazlar.
Yeni bir yıla girerken dünyanın akışının biraz olsun durdurulabileceğine dair küçük de olsa bir inancımız varsa hâlâ, onların cesareti sayesinde.
* * *
Dünyanın biraz olsun durması, o büyülü, o zarif anların, simli yılbaşı kartlarının, renkli krapon kağıtlarının, neşeli kalemlerin, ışıldayan gözlerin, hakkın, hukukun, adaletin, hayatın kenar süslerinin, inceliklerin zihnimize kazınması gerek.
Bir an olsun durmak, yalnızlığa mahkûm edilmiş o kalabalığın yanına bir minder atmak gerek.
Bir an olsun durmak, kime ve neye dönüştüğümüze bakmak gerek…
Olur belki de… Belki de bir an gelir ve dönmeye ara verir dünya…
Belki kendimizi anımsarız.
Mutlu yıllar.
31 Aralık 2022 / T24
https://t24.com.tr/yazarlar/gokcer-tahincioglu-yuzlesme/meryem-umit-nihat-ve-isimsiz-kasiyer,38035