Gördüklerimize dair…

Mehmet Gül

Geldiğimiz yerde dönüp etrafımıza bakmamızın tam zamanıdır.

Gördüklerimiz ile beklediklerimiz arasında bir uyum mu var yoksa beklemediğimiz yeni unsurlar mı tezahür ediyor?

Açıkçası olanlar, ‘olması gerektiği gibi’ seyrediyor. ABD öncülüğünde dünyanın önemli güçlerinin Sn. Barzani’yi Duhok’ta ziyaret ederek sundukları önerileri, bir yönüyle mevcut statükonun devamından yana oldukları,  diğer yandan ise adeta, ‘bildiğiniz yolda yürümeye devam edin, sizi referandumdan alıkoyacak önemde herhangi bir önerimiz yoktur’ şeklinde yorumlamak mümkün. Bugüne kadar gayet alttan alan Irak devletinin birden agresifleşerek referandumu ‘yasadışı’ ilan etmesi ve Kerkük Valisi’ni görevden alması, İran’ın ‘referandum yapılır ve bağımsızlık uygulanırsa, bugüne kadar yapılan tüm anlaşmaları yok sayarız’ tehdidinde bulunması ve nihayetinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘MGK toplantısını 22 Eylül’e aldık, söyleyeceklerimizi o toplantıdan sonra söyleyeceğiz’ derken Türk askerinin Habur sınır boylarında askeri manevralara başlaması gayet ‘normaldir’; eğer bunlar olmasaydı kuşku verici bir durumdan söz edebilirdik fakat mevcut durumda olanlar, ‘yeni bir milletin doğum arifesinde’ olması gerekenlerdir.

Neden?

Çünkü kurulu her düzen, varlığını sürdürme reflekslerini bütünüyle yitirse bile, kurulacak olanın statükoya biat etmesini sağlamak için son bir hamle yapar.  Dünyanın önde gelen devletleri biliyor ki, Bağımsız Kürdistan Devleti çoktan kuruldu bile… Şu anda dünyanın dört bir yanında Kürtler devlet kurmayı iş edinmiş, her gün yeni bir tuğla koymak suretiyle kendi ‘evlerini’ yapıyorlar. Bilindiği gibi ‘zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü hiçbir şey yoktur’. Yüzyıllık bir amacın sabırlı taşıyıcıları olan Kürtler, devlet kurmanın artık kaçınılmaz olduğuna inanıyor ve bunun gereklerini yerine getirmek için biteviye çalışıyorlar. Ortaya koyduklarından daha çoğunu, ‘dünya milletlerinin eşit bir üyesi olmak’ amacıyla ortaya koymaya hazırdırlar.  Bu iradenin ve kararlılığın bilincinde olan ‘mevcut egemenler’, sıkça dile getirildiği gibi kendi ‘bekalarını güvence altına almak’ ve kurulacak olanı bunun bir biçimde ‘savunucusu’ yapmak için ‘pazı’ göstermektedirler. Kuşkusuz bundan, gösterilecek tepkilerin sadece ‘kuru gürültüyle’ sınırla kalacağını anlamamak lazım. Mutlaka ‘bir şeyler’ yapacaklar.

Peki ne yapabilirler?

En başta söylemek gerekirse, eğer ‘fiili’ bir müdahaleden söz edilecekse bunu, olmadık tehditler savuran İran ve Türkiye’den değil, adeta ayakta duracak takati kalmamış olan Bağdat yönetiminden beklemek gerekir. Bunu da sadece kendi iradesiyle değil, İran ve Türkiye’nin baskısıyla yapacaktır. Mevcut durumda Bağdat yönetimi, aynı zamanda Türkiye ve İran’dan gelebilecek ‘hepimiz için tehlikeli olan gelişmeleri önle yoksa biz önleriz’ tehdidi ile de karşı karşıyadır. Çünkü mevcut ‘yasal’ durumda Bağdat’ın müdahalesi hem ‘normal’ karşılanacak hem de G. Kürdistan’a abanmış durumdaki güçlere ‘müdahale imkânı’ sunacaktır. Bu olmadan Türkiye ve İran’ın askeri müdahalesi, Kürdistan üzerinde ‘hak’ iddia eden daha büyük güçlerin gazabına yol açacaktır ki bu da zaten dünya ile ciddi sorunları olan bu iki gücün kendileri bakımından iyi sonuçlar doğurmayacak ‘açık ve yakın’ bir tehlikedir.

Bu aşamada bu tehlikeyi göze almaları pek olası değil fakat İran bir yana, her krizden kendisi için zararlı ne varsa bulup çıkarmakta mahir olan Türkiye, yine Kürtlere fırlatmak üzere kaldırdığı taşı ayaklarına indirmek suretiyle büyük zararlar görebilir. Bu olasılığın güçlü işaretleri var. İran ve Türkiye, referandum öncesi ve sonrası olmak üzere ‘iki ayrı süreçte’ yapabilecekleri konusunda şimdiden açık ve anlaşılır beyanlarda bulunmaktan kaçınmamaktadırlar. Gerek Türkiye ve gerekse İran, referandum öncesinde, Güney’de kendileriyle çalışan güçleri harekete geçirmek suretiyle provokasyonlar yapabilir, referandum sonrasında ise, Güney’le olan ekonomik ilişkilerini kesebilir, gümrük kapılarını kapatabilir, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde güvence altına alınmış olsa da ‘sınır aşan suları kesmek ya da debisini düşürmek suretiyle gayri insani yaptırımlar uygulayabilirler.

Peki sonuç alabilirler mi?

Oldukça kuşkulu. Ciddi sıkıntılara yol açmakla birlikte bu yaptırımların Kürt halkını teslim alması pek olası değil. Hatta denilebilir ki bu yaptırımlar, şimdilik Güney’de siyasal olarak kendisini bir millet olarak var etmek isteyen Kürt halkını, tam da egemenlerin korktuğu gibi, daha geniş bir coğrafyada, tarihsel olarak kendi yurdu kabul ettiği çok daha geniş bir coğrafyada millet olmanın gayreti içine itebilir. Referandum süreci nasıl Bağımsız Kürdistan Devleti rüyasını kuvveden fiile indirdiyse, egemenlerin ortak baskısı da dünya sathında hemen bütün Kürtleri, üstelik bütün renkleriyle, yüzyılımızın yeni bir milleti olarak tarih sahnesine çıkarabilir. Fizik kurallarıyla aynılık taşımasa da sosyal olaylar da ‘etki-tepki’ diyalektiği içinde işler ve tepeden gelen her türlü baskı tabandan dirençle karşılaşır. Ulusal kurtuluş söz konusu olduğunda Afrika coğrafyası oldukça bol örnekler sunmaktadır. Günümüz dünyasında kendi iç meseleleriyle uğraşsa da Afrika kabileleri, ‘Beyaz Adam’ın baskısı sayesinde milli tepki vermeyi başarmıştır. Günümüz şartlarında Kürt milleti muhatap olacağı baskının nedenini gayet iyi biliyor ve bundan sonraki süreçte bu baskı karşısında ne yapması gerektiğini de gayet iyi biliyor. 26 yıllık Federe Devlet pratiğinde ve olarak da şu kısacık Referandum kampanyası sürecinde Kürt milleti, büyük bir ekseriyet olarak, kendi içindeki din, dil, mezhep vb. farklılıklara aldırmadan, üstelik Kürdistan’da yaşayan farklı etnisite ve inançların haklarını teslim etmek suretiyle, kurucu bir millet olarak hareket etmeyi büyük oranda öğrendi. Dün bir araya gelemeyenler bu süreçte bağımsızlık için kol kola yürüdüler ve her biri için doğru davranış biçiminin ne olduğunu tecrübe ederek bilince çıkardılar. Sahip oldukları ve inandıkları bağımsızlık fikri, onları boğmak isteyenleri de hayrete düşürecek bir tepkiyi mutlaka örgütleyecektir. Umalım ki ‘şuursuz hezeyanlar’ üzerinde varlığını sürdürmeye çalışan muhteris yöneticiler halkın sağduyusu karşısında mağlup olsun ve barışçıl bir şekilde Kürdistan halkları özgürce kaderleri hakkında söz sahibi olsunlar.

Peki ‘anormal’ olan nedir?

Kuşkusuz her şey yolunda gitmiyor. Bu heyecanlı ve kararlı yürüyüşe gölge düşüren, içerden bakıldığında ‘anormal’ olan veriler de mevcut. Yukarda belirtmiş olduğum gibi, daha da göreceklerimiz dışında, gördüklerimiz, beklediklerimizin ötesinde değildir. Hatta şunu söyleyebiliriz: Şu ana kadar olanlar, olması gerekenlerdir. İlle de ‘sürpriz’ aranacaksa bu, ‘haricen olanlar ’da değil, ‘dahilen olanlarda’ aranmalıdır.

Örneğin, bağımsızlık fikri ekseninde nasıl hareket edecekleri aşağı-yukarı belli olan kesimler dışında, bugüne kadar hep bağımsızlık fikri ekseninde hareket etmiş bir ‘gelenek ’ten bir kısım, egemenlerin argümanlarını referans vermeyi de ihmal etmeden referanduma karşı çıkmayı kendisine iş edinmiş durumdadır. Oysa bu aşama geride kaldı. Sayın Barzani’nin şahsında dile getirilen ve esas olarak da içerde siyasal rekabete endeksli ‘anormal tutumların’ zamanı geçti. Deyim yerindeyse demokratik normlar esas alınarak iç rekabet artık kurulacak olan Bağımsız Kürdistan’da söz konusu olabilir, şimdi değil. Şimdi bir millet olarak sıkı durmanın zamanı. Artık gündemde olan referandum değil, sonucu belli olan referandumdan sonra yapılması gerekenlere hazırlıktır. Bütün güçler bunu anlamış ve buna göre yeniden mevzilenmişken Kürdistan halkına mutlu bir gelecek vadeden siyasal aktörlerin olduğu yerde kalması büyük bir aymazlıktır.

Bunları ve tabanıyla ters düştüğü halde sadece ‘bölge Devletleri’yle değişik düzeylerde ilişki içinde olduğundan referanduma karşı çıkan kesimleri atlarsak esas ‘anormali’ Goran yaptı. Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın beklenmeyen ama bu süreçte ortaya çıkan bir hareket tarzından söz edilecekse, bu örneği verebilirim.  

Parlamentonun kapalı olmasını eleştirdiği halde yeniden açılan parlamentodaki oturuma katılmayan Goran, ne yazık ki ‘tartışma süreci’nin artık geride kaldığını idrak edememiştir. Güney’de ‘yeniden inşa süreci’nin başladığı şu günlerde sorumlu ve ulusal bir tutumdan söz edilecekse bu, Parlamento oturumlarına katılmak, bütün eleştirileri saklı tutmak kaydıyla Referandum sürecinde gerekli katkıda bulunmaktır. Günümüz şartlarında herkes için esas olan ve savaş baltalarını gömmemizi gerektiren tek şey, ‘Haricen’ cereyan eden tehlikelerden çok bizi müşkül kılacak bu türden ‘dahili’ tutumları gündemden çıkarmak ve milli kurtuluş için yek vücut olarak hareket etmektir. Bu yapılırsa gelecekte yapılacak her türlü eleştiri meşru bir temel kazanacaktır aksi durumda haklı dahi olsa hiçbir eleştiri halk tarafından dikkate alınmayacaktır. 19.09.2017