Mustafa Zengin
Kürtçe bir kelime olan ve Türkçede “köylü” anlamına gelen “gundî” kavramı, son yıllarda popülaritesi pik yapan bir hal aldı. Gündelik hayatta belki sürekli karşı karşıya geldiğimiz, çevremizde sürekli duymaya başladığımız, hatta artık büyük ölçekte alıştığımız ve kısmen de içselleştirdiğimiz bir söylem oluverdi. Gundî, Kürtçe bir ifade olması ve daha çok Kürtlerin kullanması, özellikle de şehirleşmenin “görüş alanı”na giren Kürtlerin kullanması ile birlikte Türklerin de “teveccühünü” kazanan bir kavram artık. Kavramın ilk olarak Kürtlerin “bajarî” denilen şehirli kesiminin, modernleşme bağlamında özellikle alaycı, pejoratif ve “ötekileştirici” bir biçimde kullanması neticesinde zuhur ettiği savunulabilir. Nitekim kavramın “saf” Kürtçe olması ve anlamsal olarak neye tekabül ettiğini kestirememeleri ve bilmemeleri hasebiyle, ilk olarak Türklerin kullanmış olması imkânsız gibi görünüyor. Ancak bununla birlikte şehirli ve/veya okul-üniversite gibi herhangi bir nedenden ötürü şehirleşmeye doğru yelken açan Kürtler üzerinden Türklere sirayet ettiği söylenebilir.
Kürtçede korku, korkmak anlamına gelen “tirs(mak)” kavramıyla aynı düzeyde olmasa da, “gundî” kavramının da Türkler arasında bir “statü” sahibi olmaya başladığı ifade edilebilir. Hatta Türkler arasında hâlâ kısmen varlığını sürdürmekle birlikte bir zamanların “meşhur” alaycı ve pejoratif ifadesi olan “kıro” söyleminin iktidarına son vermeye yeltenen bir kavram olduğunu da söylemek mümkün. Tabii alaycılık, pejoratif ve ötekileştirici konusunda “kıro” söylemi “gundî” söylemine oranla daha fazla bir “ciddiyete” sahip. Zira “kıro” ifadesi Kürtler içinde bir tepki ile karşılanıp kullanılmazken, “gundî” kavramı bizzat Kürtler tarafından hem de Kürtlere karşı kullanılmak üzere “icat” edildi. “Kıro” söylemi bilhassa Kürtleri, Goffman’in ifadesi ile “damgalama”, onlara Bourdieu’nün deyişi ile “simgesel şiddet” ya da gayri fizikî linç diyebileceğimiz simgesel linç uygulama konusunda daha bir işlevseldir. Bundan ve başka nedenlerden kaynaklı olarak “kıro” söylemi daha çok itici ve antipatik dururken, “gundî” ifadesi ise daha bir çekici ve sempatik durmakta.
Bununla birlikte özellikle Kürtler nezdinde “kıro”nun Türk menşeli, “gundî”nin de Kürt menşeli olması, her iki kavram ve sahip oldukları anlam arasında böyle bir farklılığa neden olabilmektedir. Yani “kıro”nun Türkler tarafından Kürtlere karşı alaycı, küçük düşürücü, dalga geçici, ötekileştirici mahiyette kullanılması, Kürtler açısından “kıro”nun anlamına negatif olmakla birlikte bir “ciddiyet” ve “ağırlık” yüklemektedir: “kıro”nun şakası olmaz. “Kıro”ya yönelik bu aksi tutum “kıro”nun kendisinden çok, “sömürgeci” ve egemen Türk’ün kullanmasından kaynaklanmaktadır. Ancak “gundî” ifadesi bizzat Kürtler tarafından Kürtlere karşı ama daha çok şaka ve espri mahiyetinde kullanıldığı için tepkiselliğe neden olduğu söylenemez. Tabii “gundîlik”in Kürtler açısından “olumlu” anlamı, Kürtlerin kendileri kullandığı sürece geçerlidir. Şayet Türkler tarafından Kürtlere karşı kullanılırsa, ortaya “kıroluk” anlamını aşmayan bir “gundîlik” çıkar. Ve bu kesinlikle politik bir hal alır. Örneğin Sırrı Süreyya Önder 2012 yılında cezaevlerinde yapılan bir açlık grevi eylemiyle ilgili basına yaptığı açıklamada “Gandhi açlık grevi yapınca bilgelik, Kürtler yapınca gundîlik oluyor,” demişti. Buradaki “gundîlik”, Türklerin Kürtlere yönelik bakışı olan “gundîlik”tir ve dolayısıyla “kıroluk” ile paralel olarak cahil, saf köylü, bilgisiz, görgüsüz, ne istediğini bilmeyen anlamı taşımaktadır. Bunun yanında daha çok “gundîlik” lehine işleyen “kıroluk” ile “gundîlik” arasındaki mücadele sürecinin, daha doğrusu “kıroluk”tan “gundîlîk”e evrilme sürecinin, değişen sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik şartlara bağlı olarak geliştiği de söylenebilir.
Gundî kavramı, bizzat “gundî” olan (köylü, köyde oturan) için kullanılmaz. Daha ziyade ve özgün olarak şehirli olan veya şehirliliği bilen, diğer bir deyişle “medeni” olan ve “medeniyeti” bilen; ancak yine de bir “gundî ruhu” taşıyan, bilinçli bir şekilde “gundî” gibi davranan kişiler için kullanılır. Ama yine de son sözün “Gundî olmak ayıp mı kardeşim?” olma olasılığı yüksektir.
Elbette “gundî” olmak ayıp değil. Ancak “ayıp” edilirse eğer, işte o zaman “gundî” olmakla yüz yüze kalmak kaçınılmaz olur. Tabii burada her “gundî” ayıp eder anlamı çıkarılamaz; ancak her “ayıp” eden her an “gundî” olabilir. Özellikle adabımuaşeret de denilen “görgü kuralları” ile ilgili bir hadise söz konusu olduğunda, bu “gundîlik” ve “ayıplık” ilişkisi daha belirgin bir biçimde gün yüzüne çıkabiliyor. Mesela bunun en bariz ve çoğu kez karşılaşılan örneği, herhangi bir “lüks” restoranda yemek yeme seansında yaşanılır. Nitekim o mekânın havası ve konumundan dolayı çatal ve bıçakla yemek yeme, bir “görgü kuralı” olarak kabul ve telkin edilir. Bu aynı zamanda bir “modern olma”, yani şehirli olma nişanesidir. Böyle davranmayan, ama özellikle de bilinçli ve kasıtlı olarak böyle davranmayan, her an “gundî” vasfına layık görülebilir. Burada kullanılan “gundî” ifadesi, üstü örtük bir biçimde de olsa, daha çok karşısındakine yeterince şehirleşme/modernleşme yetisinden ve buna bağlı olarak da “görgü kuralları”ndan yoksun olduğu esprili bir dille belirtme aracı oluyor. Buna rağmen, “gundîlik”in paradoksal bir biçimde şehirli olduğu ve dolayısıyla modern olduğu söylenebilir.
Yukarıda da kısaca belirttiğimiz üzere bizim bahsettiğimiz ve konumuz olan “gundîlik” bilmemek değil, bilineni yapmamak, bilmemezlikten gelmektir; “cahil” olmak değil, kendini “cehalet”e vurmaktır. Özünde modern ve şehirli olana karşı tavır alma vardır. Bu, onu “köylü” ve moderndışı yapmıyor. Zira söz konusu “gundîlik”, moderndir ve modern olmasından kaynaklı olarak da bir “ratio”ya (akla) sahiptir. Daha doğru bir deyişle bir “bilince” sahiptir. Biz şehir merkezli/orijinli ya da şehirli olan, modern anlamda bir akıl ve bilince sahip olan bu “gundîlik”e, “bilinçli/politik gundîlik” diyebiliriz. Bu “gundîlik” biçimi, aynı zamanda akıl ve bilinçten kaynaklı olarak bir farkındalığa da sahiptir. Denilebilir ki, kendisinden bihaber olan, gayri ihtiyari ve tabii bir şekilde sergilenen bir tutum değildir. Ayrıca bu gundîlik biçiminde kurnazlık, hem de “köy kurnazlığı” hakim bir özelliktir. Ancak buna karşın kendisini kendisinden bihaber olarak, gayri ihtiyari ve doğal bir biçimde deklare eden bir “gundîlik” biçimi daha var. Köy merkezli/orijinli ve köylü “gundîlik” olan bu gundîlik biçimi, şehirleşemediği ve modern dışı olduğu için, diğer bir ifadeyle modern bir “akıldan” ve sistematize olmaktan yoksun ve doğal olduğu için, “bilinçdışı/ontolojik gundîlik”tir. Kısaca “bilindışı/ontolojik gundîlik”in pre-modern bir özelliğe sahip olduğu söylenebilir. Bu bağlamda “bilinçli/politik gundîlik”in ise daha çok postmodern özellikler taşıdığı dile getirilebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, “bilinçdışı/ontolojik gundîlik” biçiminde, “bilinçli/politik gundîlik”teki “köy kurnazlığı” yerine “köy saflığı” hakim bir özelliktir.
Bununla birlikte “bilinçli/politik gundîlik” dediğimiz gundîlik biçiminin savunucu ve sempatizanları, sırf modernlik karşıtı bir tutum olsun diye “gundîlik” yaparak muhafazakâr bir zemine de kayabilmektedirler. Bu kesim bunu da, köylülük ve köy kültürüne atfettiği gelenek-görenek, alışkanlık, tutum ve değerlere sahip çıkıp “muhafaza” ederek göstermeye çalışmaktadır. Elbette söz konusu “muhafaza” etme şehirlilik, şehir kültürü ve dolayısı ile modernlik karşıtlığı üzerinden sergilenmektedir. Tabii bu da bilinçli bir şekilde ve “şehirliler”in gözüne sokarak yapılmaktadır. Nitekim bu muhafazakârlık tutumu, “yeni” olan şehri, şehirliliği, şehir kültürü ve değerlerini yozlaşmanın, kendine yabancılaşmanın, bireyciliğin, aile ve toplum değerlerinin kaybolmasının vesaire nedenleri olarak kabul ettiği için, kendilerine kurtulması gereken nesneler olarak bakar. Bu da “eski” adına köye, köylülüğe (“gundîlik”e), köy kültürü ve değerlerine özlem duyma, onları anma ve anımsa(t)ma, mümkünse bizzat köyde, değilse de içinde yaşanılan şehirde sembolik bir tarzda yaşa(t)ma istek ve hissiyatı çerçevesinde yapılır. Mevzubahis durum, “bilinçli/politik gundîlik”in müdafilerinde bazen Hirschman’ın bahsettiği bir “aksi tesir” durumun ya da “tehlikeye atma” korkusunun neticesinde ortaya çıkabilir. Yani şehir, şehirlilik, şehir kültürü ve değerleri bu müdafilerde ters teperek ve bir tepkisellik doğurarak “aksi tesir”de bulunabileceği gibi, sahip oldukları ve “muhafaza” etmeye çalıştıkları “gundîlik” ve “gundî değerlerin” tehlikeye düşme, yok olup ortadan kalkma endişesi de yaratabilir. Bu da ister istemez “gundîlik” ile “gundî” kültürü ve değerlerine sarılıp koruma, onları yeniden üretip sonraki nesillere aktarma ve bu şekilde de onlara bir süreklilik kazandırma anlamında bir muhafazakârlığı doğurmaktadır.
Eğer bu konuda Kürtleri ele alacak olursak, onların özellikle “gundî(lik)” kültürüne, gelenek ve göreneğine, alışkanlık ve tutumlarına apayrı bir değer atfettiklerinden bahsedebiliriz. Nitekim söz konusu Kürtler bunu, muhafazakârlığın kendisi namına şehir, şehirlilik, şehir kültürü ve değerleri ile modernizmin kendisine karşıt bir tavır olarak değil, daha çok kendi “ulusal kimliği”nin bir parçası, hem de dil ve kültür bağlamında önemli bir parçası kabul ederek yaparlar. Hatta bunların şehri ve şehirlileşmeyi bir asimilasyon, yabancılaşma, yozlaşma, egemenin kültürüne entegre olma mekânı ve aygıtı olarak değerlendirdikleri de oluyor. Bu kesim için “gundîlik”e ait olan ve önceki nesiller aracılığıyla geçmişten gelen kültür, gelenek-görenek, alışkanlık ve tutumlar yaşanması ve korunması gereken “ulusal değerler”dir. Çünkü bu değerler, onlar için Kürt olarak “ben” olmanın, isteyerek ve bilerek “öteki” olmanın (bilinçli ötekileşmenin) olmazsa olmazlarıdır. Bahsedilen Kürtlerin bilinçli olarak benimsedikleri bu “gundîlik”, kendileri için kesinlikle bir “utanç” nedeni değil, “öz”leri olduğu için aksine bir “gurur” kaynağıdır. Ataerkil olan bu Kürtlerin “gundîlik” anlayışında toplumsal cinsiyet kodları bile saklıdır. Nitekim kendileri için gundîlik, “mêr” (erkek) gibi olmakla birlikte erkeğe atfedilen cesur, sözünde duran, sadık, gözü pek, mert, delikanlı gibi hasletlere sahip olmaktır. “Bajarîlik” (şehirli olmak) ise “pîrek”* (kadın) gibi olmakla, sözünde durmamakla, arkadaşına sadık olmamakla, cimrilik, pısırıklık, korkaklık ve züppelikle özdeşleştirilir. Böylece “cinsiyet eşitliği” ile ilgili taleplere karşı egemen ataerkil zihniyetin üretimine/yeniden üretimine ve sürekliliğine hizmet edilmektedir.
Sonuç olarak, “masum” bir ifade olmaktan çıkan, hatta gündelik pratiklerin bir sonucu olarak geliştiği için, hiçbir zaman “masum” olmayan “gundîlik”, öyle sıradan, dikkate alınmayacak bir söylem değil. Zira söz konusu “gundîlik”, yeri geldiğinde alaycı, pejoratif ve ötekileştirici bir anlam taşıyabilir, yeri geldiğinde “esprili” bir dille modern/modernlik karşıtı bir tavır ve duruş sergilemenin aygıtı olabilir, yeri geldiğinde yine “esprili” bir dille moderndışılaştırmanın bir enstrümanına dönüşebilir, yeri geldiğinde de muhafazakârlık ve milliyetçilik ideolojilerinin söylemsel bir izdüşümü olabilir. Bunlarla birlikte toplumsal cinsiyet kodlarını da kendinde barındıran ve yazının konusu da olan bu “gundîlik” biçimi, şehir merkezli/orijinli, modern bir akla sahip, rasyonel ve gayrı tabii olan “bilinçli/politik gundîlik”tir. Hatta bu gundîlik, bazen bizzat referansı olduğu, kaynaklık ettiği bir “gundîizm” söylemine de kapı aralayabilmektedir. Tüm bunlarla birlikte “gundîlik” anlayışının, söylemden çok, gündelik hayatın pratiklerinde gittikçe daha görünür bir hal alacağını, hatta önemli oranda var olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü postmodern bir dönemdeyiz ve postmodernizm, söz konusu “gundîlik” anlayışının lehine işlemekte, ona takviyede bulunmakta. Yani ileriki zamanlarda “gundîlik” (köylülük) ile “bajarîlik” (şehirlilik) mücadelesi daha da kızışacak gibi.
* Kürtçede her ne kadar “jîn” kelimesi kadın anlamına gelse de, ataerkil zihniyette istenilen kadın modeli “pîrek” olandır. Özellikle birini zayıf, güçsüzlük ve korkaklıkla suçlarken “tu mîna pîreka yî” (kadın gibisin) ifadesi kullanılır. Zaten feminist Kürtler de “jîn jîyan azadî” sloganında “jîn” kelimesini kullanırlar, “pîrek” kelimesini değil.
Kaynaklar
Bourdieu, Pierre (2015), Eril Tahakküm, çev. Bediz Yılmaz, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Hirschman, Albert O. (2013), Gericiliğin Retoriği, çev. Yavuz Alogan, İstanbul: İletişim Yayınları.
Goffman, Erving (2014), Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar, çev. Ş. Geniş, Levent Ünsaldı ve S. N. Ağırnaslı, Ankara: Heretik Yayınları.