Sovyetlerin çöküşünün ardından dünya sermayesinin globalleşme sürecinde yeniden biçimlendirdiği Ortadoğu’da kendi geleceğiyle ilgili düşünme fırsatı bulan milletlerin başında Kürtler gelir. Büyük acılar pahasına bir hayli yol alındığını söyleyebiliriz fakat ‘yeniden paylaşım süreci’nin yeni bir statükoya evrildiği şu günlerde her şeyin yolunda gittiğini söylemek pek mümkün görünmüyor. Egemen devletler yeniden, ne düşündüklerine aldırmadan, Kürtlere yeni bir elbise biçmeye çalışıyorlar.
Kuşkusuz bunun tek sorumlusu egemen devletler değildir; esas olarak gücü elinde tutan devletlerin rolü önemli olsa da bizim de küçümsenmeyecek yanlışlar yaptığımız aşikardır. Her şeyi doğru yapsaydık bile kimi komplikasyonlarla karşılaşabilirdik, belki de amaçlarımıza ulaşma konusunda istediğimiz noktada olmayabilirdik fakat bugünkü durumdan daha ileri bir mevzide olacağımız ihtimal dahilindeydi.
Elbette her şey bitmiş değil; önemli kayıplar yaşadık ve eğer bir an önce kendimize gelmezsek daha olumsuz gelişmelerle karşılaşabiliriz fakat kendi elimizde olanları yapmaktan başlayarak zararı en aza indirmenin imkânına sahibiz. Güney Batı’nın kaderinin belirleneceği önümüzdeki günlerde bu konu hakkında yeniden düşünmek, olması gerekenleri yapmak konusunda her türlü gayreti göstermek, olası zararları azaltmak bakımından önemli katkı olacaktır.
Durum
Bu günlerde çokça tartışılan konuların başında, Ocak ayı içinde Soçi’de yapılacak olan ‘Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ gelmektedir. Rusya’nın öncülüğünde gerçekleşecek olan Kongre’ye kimlerin çağrılacağı tartışmalı ana konuların başında gelmektedir.
Bilindiği gibi Türkiye, bu konuda bütün sömürgeci devletlerin bayraktarlığını yapıyor ve başlıca etkin güçlerden biri olan PYD/YPG’yi PKK ile ilişkilendirerek Kongre’ye çağrılmasına karşı çıkıyor. Diyalog Kongresine Kürtlerin çağrılmaması için büyük bir çaba harcayan Türkiye, kısmen amacına ulaşmış görünüyor. Ne var ki tatmin olmuş değil. PYD/YPG’nin yanı sıra, bu yapıların ilişkili olduğu SDG’den de kimsenin çağrılmamasını, katılımcılar olsa bile, Kürtlerden oluşmasını istememektedir. Görünüşte Kürtlere karşı olmadığını kanıtlamak için rıza gösterdiği tek güç ENKS… ENKS’nin de savaş cephesinde olmadığı, bu nedenle etkili olamayacağı hesaplanmaktadır.
Güney Batı açısından olumsuzluk olarak değerlendirebileceğimiz bir diğer gösterge de geçtiğimiz günlerde Esad’ın Kürtlere yönelik yaptığı açıklamadır. Bu açıklamasında Esad, Kürtleri, ABD ile olan ilişkilerinden dolayı ‘vatan haini’ olarak nitelemekte, şiddet kullanarak etkisizleştirmekten söz etmektedir. Bu tehdit ve nitelemelere bakacak olursak, sürecin sonuçlanmak üzere olduğunu düşünen Esad, şimdiden gardını alıyor. Anlaşılan Esad, diğer sömürgeci devletlerle birlikte, Güneydeki durumu da veri alarak, Kürtlere hiçbir hak tanımadan meselenin çözülebileceğine inanmaktadır. Esad’ın doğru bir hesap içinde olup olmadığı ayrı bir mesele fakat bu cüretkâr tutumu dikkate almak durumundayız.
İran ve Türkiye’nin tutumu açık; Esad’dan daha büyük bir özgüven içinde hareket etmektedirler. Bu devletler, çöken Irak ve Suriye adına da inisiyatif kullanarak, uluslararası platformlarda Kürtlerin
mahkûm edilmesi için her türlü gayretin içinde olmaya devam etmektedirler. Ayrıca Rusya’nın bu bloka yakın durması cesaretlendirici bir unsur olmaktadır.
Karşı blok
Diğer yanda ABD ile SDG durmaktadır. Bu ‘ittifak’ uzun vadeli, ilkesel tutuma dayalı, iki tarafın da menfaatlerini koruyan bir içerikten yoksundur. Gerek ABD gerekse PYD, mevcut iş birliğinin IŞİD’e karşı mücadele ile sınırlı olduğunu söylemektedirler. Her ne kadar ABD önümüzdeki yıl için de SDG’nin destekleneceğini beyan etmiş durumda ise de bunun, Rusya ile sağlanacak bir anlaşma neticesinde rahatlıkla ihmal edileceği açıktır. Güney Kürdistan’da olduğu gibi Güney Batı Kürdistan’da da ABD, kendi çıkarları korunduğu sürece Kürt muhalefetiyle birlikte çalışmaktadır. Bu menfaat ilişkisinin tehlikeye girdiği an, ABD’nin, yeni müttefikler bulacağı yabana atılmamalıdır.
Kuşkusuz bu ittifakın doğasından kaynaklanan kimi riskler vardır; PYD ile T.C.’nin karşı karşıya gelmesi gibi. Son günlerde T.C’nin Afrin somutunda bir saldırıda bulunacağı sık sık dile getirilmektedir. TSK’nın kullandığı mühimmat çerçevesinde gündeme gelen tartışmalara bakarsak, hazırlıkların ciddi bir seviyeye ulaştığı söylenebilir. Afrin’e yönelik bir saldırı durumda ABD’nin ne tür bir tepki vereceğini bilmiyoruz; Güney’de benzer durumda ABD kendi menfaatlerini öne aldı ve Irak’ın saldırısı karşısında bir göz yumma siyaseti izledi. Güney Batı’da olası bir çatışma durumunda aynı tutumu takınabilir. Bu ihtimal göz ardı edilmemelidir. Bölge devletlerinin saldırısı karşısında ABD ve Rusya’nin sessiz kalması, Kürt muhalefetini oldukça güç durumda bırakacağı açıktır.
Esas sorun
Kuşkusuz esas sorun daha derindir ve açıkçası bu sorunun giderilmesi büyük oranda Kürtlerin elindedir. Birinci mesele Soçi ve diğer uluslararası platformlarda sağlam bir temsiliyet oluşturmak ve ikincsi ise, her türlü tehdit karşısında Güney Batı Kürdistan’da ciddi ve kapsamlı bir direniş gösterebilecek ulusal çapta bir örgütlenme yaratmaktır. Bu eksiklikler giderilirse, Kürt hareketinin direnci artacak ve uluslar arası düzeyde daha fazla destek göreceği açıktır.
Soçi’den kesin bir çözüm beklememekle birlikte, genel bir yaklaşımın çıkabileceği ve başta sömürgeci devletler olmak üzere mevcut statükodan nemalanan güçlerin bundan faydalanabileceği ihtimal dahilindedir. Bunun başlıca sebebi Rusya’nın öncülük ettiği blokun hazırlamış olduğu Anayasa Taslağının PYD/YPG/SDG de dahil olmak üzere, hemen hemen bütün taraflarca kabul edilmiş olmasıdır. ENKS’nin Suriye’de gerçek ve adil bir barışın tesisi için, bütün etnik ve inanç gruplarının haklarını güvence altına alan yeni bir Anayasanın hazırlanması önerisinin, bu dağınık ve parçalı durum karşısında karşılık bulması oldukça güçtür.
Kuşkusuz Suriye somutunda Kürtlerin yerleşik olduğu bölge, bir başına ele alındığında, yekpare bir bütünlük oluşturmuyor. T.C.’nin Menbiç ile İdlib’i işgal altında tutmasıyla birlikte Afrin ile Kürdistan’ın diğer kesimi arasındaki bağlantı ancak K. Kürdistan ya da Esad güçlerinin hakimiyet kurduğu topraklar üzerinden sağlanabilir. Bu durum, Suriye siyasal haritası içinde Kürdistan’ın ‘bölünmüş’ olduğunu ifade eder. Bu nedenle Kürtlerin bölgesel bir çözüm istemeleri ve hayata geçirmeleri bir hayli müşkil görünmektedir. PYD/YPG/SDG’nin böyle bir talebinin olmadığı bilinmektedir. Kürtleri andıracak bir tabir kullanmaktan imtina eden PYD, çözüm masasında kültürel haklardan ibaret bir talebi dile getirmenin ötesine geçmemekte, ‘birleşik ve demokratik Suriye’nin savunuculuğunu yapmaya devam etmektedir.
Bu çerçevede olsa dahi mevcut haliyle Kürt muhalefeti, başta Esad olmak üzere İran ve Türkiye karşısında kendi taleplerinin tahakkukunu sağlamakta zorlanacaktır. Çünkü zaten yetersiz olan muhalefet, kendi içinde bölünmüş ve ayrı hareket eden haliyle oldukça tecrübeli ve örgütlü güçler
karşısında etkinlik sağlayamaz. Yapılması gereken tek şey, Güney’de yaşananlardan da ders alarak, ulusal talepler çerçevesinde bir an önce Ulusal Güçbirliği ve gerek Güney Batı Kürdistan coğrafyasında gerekse uluslar arası barış görüşmelerinde güçlü bir temsiliyetle oluşturarak haklar temelinde bir mücadele yürütmektir. Aksi takdirde başarıya ulaşmak oldukça güç görünmektedir. Unutmamak lazım ki ENKS’ye yeşil ışık yakan TC, gerçekten Kürtlerin haklarına saygı duyduğu için değil, cephede etkin bir güç olan SDG’yi dışarda tutmak için buna rıza göstermektedir anca hak tanımaya gelince, ilk itiraz edecek olan kendisi olacaktır. Egemen devletler arasındaki eş güdümlü manevralara aldanarak güçsüz cephelerde diretmek kimsenin yararına olmayacaktır, tam tersine bu yaklaşım, bütün bir halkın mahvına yol açacaktır.
25.12.2017