Hafıza merkezi: Cezasızlıkla mücadele, devam eden bir süreç

.

Hafıza Merkezi’nden Emel Ataktürk, cezasızlıkla mücadelenin bir süreç olduğunu, devlete sorumluluklarını hatırlatmaktan vazgeçmemenin mücadelesini olduğunu, davaları da bu amaçla takip ettiklerini söyledi.

Hafıza Merkezi’nin “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu:Kovuşturma Süreci” raporu, bugün düzenlenen webinar etkinliği ile tanıtıldı.

Emel Ataktürk, Evren Balta, Senem Aydın Düzgit ve Serdar Tekin’in konuşmacı olarak yer aldığı etkinlikte hem yaşadığımız dönemin yeni dinamiklerinin davaların seyrinde oynadığı rol hem de bu dinamikleri dikkate alarak geçmişle yüzleşme – özellikle de yargısal yollarla yüzleşme –doğrultusunda bir gelecek vizyonu tartışıldı.

Ataktürk, cezasızlıkla mücadelenin bir süreç olduğunu, devlete sorumluluklarını hatırlatmaktan vazgeçmemenin mücadelesini olduğunu, davaları da bu amaçla takip etmeye devam edeceklerini belirtti.

Çalışmada, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili toplam 12 ceza davası incelenerek, davaların cezasızlığa sürüklenmesine yol açan mevzuat, uygulamalar ve tutumlara yer veriliyor.

“Sorumluların tam bir tespiti hiç mümkün olmadı”

Açılış konuşmasını yapan Emel Ataktürk, tarihsel, siyasi ve bölgesel gelişmelerin, bu davalara nasıl etki ettiğini anlattı, “ceza yargılamaları yoluyla adalet arayışını yerel bölgesel ve küresel dinamiklerin içinde tartışacaklarını” ifade etti.

“12 büyük yargılamayı izledik bu çalışmada. 6 yıl boyunca her duruşmalara katılarak izledik ve bütün davalarla ilgili belgelere beyanlara ulaşmaya çalıştık. Uluslararası standartlarla ilişkilerini analiz ettik. Amacımız, arka plandaki örüntüyü anlamak, nelerin araştırılıp nelerin görmezden gelindiğini anlamaya çalışmak ve cezasızlık varsa sistemini incelemekti.

“Davalarda iddianamelerin büyük kısmı 90’lı yıllarda hazırlanmışken, davaların açılması Çözüm Süreci ve AB tam üyelik sürecine denk gelen zamanda açıldı. Bu süreçlerin sonlandığı dönemde de davalar birer birer beraatla sonuçlanarak kapatılmaya başlandı.

“Bu davaların biri hariç (Ankara faili meçhuller davası) tamamı OHAL Bölge Valiliği sınırları içindeki olaylara dairdi. Sanıkların arasında çok üst düzey Genelkurmay veya Emniyet yetkilileri de vardı.

“Ağır insan hakları ihlallerinin sistematikliğini gösteren güçlü işaretler dikkate alınmaksızın yargılamalar yürütüldü. 12 dava da kendi içinde yürütüldü, bağlantıları araştırılmadı. Oysa çoğunda ortak sanıklar, ortak şüpheliler vardı. Ancak bu ilişkiler araştırılmadı.

“Kamu makamlarının mahkemelere büyük zorluk çıkardığını, bazen de ciddiyetsiz gerekçelerle bilgi ve belgeleri göndermediğini gördük. İhlallerin gerçekleştiği şekillere bakıldığında benzer örüntüler gözlemledik. Ancak sorumluların, görevlilerin tam bir tespiti hiç mümkün olmadı, bilgiler mahkemeyle paylaşılmadı.

“Sanıklar kendilerine kumpas kurulduğunu ileri sürdüler ve devletin kendine verdiği görevi yerine getirdiklerini söylediler. Her yargılamada zamanaşımları, yasal boşluklar sanıklara kalkan olarak kullanıldı.”

“Devlet şiddetiyle gerçek bir muhasebe yapılamadı”

Serdar Tekin, “Yerel Dinamiklerin Sonuçsuz Kalan Adalet Arayışına Etkisi” başlıklı konuşmasında şunları söyledi:

“Tanıklık sorumluluğu, yaşanmış olanın yaşanmamış görünmesini engellemektir. Yaşananları ancak tanıklıklar sayesinde bilebiliriz. Olgusal yaşanmışlık kaybolur. Tanıklık sorumluluğu aktarmak sorumluluğudur da…

“Yerel dinamiklerin etkisinden, devlet ve yargı/hukuk ilişkisi, toplumsal öğrenme süreçleri, siyasi iktidar ve Kürt meselesi başlıklarıyla bahsedeceğim.  

“İnsan hakları savunucuları, devlet ve hukuk ilişkisini, cezasızlık konusunda uzun zamandır sorunsallaştırıyor. Devlet görevlilerini koruyup kollayan, hatta suçlarını bir tür ‘şeref’ sayan bir zihniyetin ardından bir silsile var. Devlet şiddetiyle gerçek bir muhasebenin yapılamamış olmasının biriktirdiği bir tarih…”

“Bu davaların geleceği inşa boyutu da var”

Tekin, davaların açılma süreçlerine dair toplumsal hareketlerin etkinliliğine de dikkat çekti:

“Toplumda bir değişim sözkonusu. Buna sivil alandaki çoğulculaşma da etki etti. Baskı pratiklerine rağmen bu konularda daha fazla yazılmaya başlandı. Gerçeklik, bir noktada gözardı edilemez hale geldi. 90’lardan itibaren Türklerin görmeme konforu eskisi kadar yok. Örneğin Gezi olayları bir arada yaşama iradesi sayılabilir, HDP’nin de bu çabasının karşılık bulması… Bu listeyi uzatabiliriz.

“Geçmişle hesaplaşma davalarındaki hakikat ve adalet arayışını hukuktan bekliyoruz. Ama bu davaların çok önemli bir başka boyutu da geleceğe dair, gelecek inşası, ‘Bir daha asla’ boyutu. Hesap verilebilirlik dönüşümünün sağlanması ve toplumsal öğrenme. Geçmişler hesaplaşacağız ki, farklı bir gelecek inşa edelim. Ama buna dair bir siyasi irade oluşmadan hesaplaşma çok mümkün görünüyor.

“AKP’nin reform-baskı politikası, Kürt meselesinde de aynı şekilde uygulandı. Konjonktürel rıza üretimi olan Çözüm Sürecinin sonlanması da başka türlü bir rıza üretim aracı haline geldi. Çözümün çözüm olma potansiyelini, meselenin gündelik siyasi çıkarlarla harcanmayacak bir zeminde inşa edilmesiyle gerçekleşebilir ve geçmişle yüzleşme şansımız olabilir.”

“Yerel aktörler, uluslararası dinamikler kadar önemli”

Senem Aydın-Düzgit de “İlişkilerde Değişen Dinamiklerin Yerel İnsan Hakları Politikaları Üzerindeki Etkisi” başlıklı konuşmasında, uluslararası insan hakları düzleminden bahsetti:

“Erken 2000’ler döneminde daha olumlu bir konjoktür vardı, davalara da bunun etkisi oldu. 90’lardaki küresel ortamda Soğuk Savaş bitmiş, liberal demokrasinin mutlak zaferinin paradigmasının yerleştiği bir dönemde AB siyasi olarak etkinlik kazandı.

“Avrupa, genişleme politikasında koşulluluk öne sürüyor. Müzakere başlıkları açılıyor, bu başlıklar kapatılınca da tam üyelik sözkonusu olabiliyor. Doğu Avrupa ülkeleri katılımıyla Kopenhag Kriterleri oluşuyor. Ancak o dönem bu olanlar Türkiye’yi direkt etkilemiyor.

“1995 yılında Türkiye ile Gümrük Birliği anlaşması imzalanıyor. AB’de sol partiler, Yeşiller ise bu görüşmelere karşı çıkarak insan hakları ihlallerini ifade ediyor. Sağ partiler ise ekonomik çıkarları önemsediklerini belirterek, etkin de olduklarından anlaşma imzalanıyor.

“Günümüzde de benzer yarılmaları görüyoruz. Şu anda da ciddi çıkar boyutundaki ilişkiler sürerken, hak ihlalleri de dillendiriliyor. İşler, Helsinki Anlaşması ile değişiyor.

“Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları konularında AB’nin dikkate aldığı en önemli durum da yargı süreçleri. Bu davaların da çoğunlukla 2013 ve sonrası olduğunu görüyoruz ki o dönem üyelik durumu rafa kalkmıştı. 2007’den itibaren AB Türkiye’ye üye olmasının pek mümkün olmadığını belirten sinyaller veriyordu. AKP de mesajı almıştı ama bu süreçte fişi çeken olmak istemediği içi bazı şeylere göz yumulan bir dönem başlamıştı.

“Yine de bu dönemde bu davaların görülüyor olması, yerel dinamiklerin, aktörlerin önemini gösteriyor. Ayrıca uluslararası konjonktürün yerele olan etkisinin, bu davaları mümkün kılan etkisine dikkat çekmek gerekiyor. Uluslararası dinamikler önemli ama genel olarak yerel aktörlerin belli pratikleri mümkün kılmaları açısından çok önemli.”

“Küresel düzeyde belirsizlik hukukuna geçildi”

Evren Balta da “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Işığında Türkiye’de Demokratikleşememe Döngüsü” başlıklı bir sunum yaptı:

“2000’li yıllar küresel anlamda da belirsizlik hukukuna, ‘önleyici hukuka’ geçiş dönemiydi. Artık mesele suç işlemiş olanlar değil, suçu işleyebilecek olanlardı. Bununla birlikte de polisin yetkilerinin artırıldı, AB kanunları değiştirildi, devletin gözetim kapasiteleri artırıldı, listeleme-dondurma ve makul şüphe üzerinden hakların alınması şeklinde bir dönüşüm gerçekleşti. 

“O dönem ABD’de işkencenin savunulması bile gündeme geldi. AB ile ABD arasındaki bu konudaki farklar da giderek kaldırılmaya başlandı. Türkiye’de de o dönemde hukukta değişiklikler yapıldı. Bu değişimler, 90’lı yıllardaki ihlallerin açılabilmesine imkan sağladı ama raporunuzdaki gibi davaların çoğu kapatıldı.

“Ancak siyasi değişimlerle ve küresel etkilerle birlikte bir cezasızlık dönemine girildi, küresel süreçler yargıyı da etkiledi. Ancak farklı ve genişletilmiş cezasızlık rejimine Türkiye darbe girişimi sonrası girdi. Kanunda da buna yönelik düzenlemeler yapıldı, cezasızlık rejiminin hukuku doğrudan yürütmeye bağlandı. 2016 sonrası yaşanan kırılmayla demokrasi 80’ler düzeyinin bile altına indi. Kanun önünde eşitlik, bireysel özgürlükler gibi konularda Türkiye bu dönemin ardından OECD ülkelerinin çok altına iniyor.”

Konuşmacılar

Emel Ataktürk Sevimli, 1988 Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1989 yılından bu yana İstanbul Barosu üyesi. İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarında üye ve yönetici olarak görev aldı. İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından verilen eğitimlere öğrenci ve eğitimci olarak katıldı. Bu kuruluşlar tarafından hazırlanan yayınların bir kısmına çalışmalarıyla destek sundu. Halen Hafıza Merkezi‘nde hukuk alanında program yöneticiliği görevini sürdürüyor.

Evren Balta, Özyeğin Üniversitesi öğretim üyesi. Doktorasını Siyaset Bilimi üzerine CUNY-The Graduate Center’den, yüksek lisans derecelerini uluslararası ilişkiler üzerine Columbia Üniversitesi ve Sosyoloji üzerine ODTÜ’den, lisans derecesini de Uluslararası İlişkiler üzerine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden aldı. Çalışmaları karşılaştırmalı siyaset, siyasal şiddet, güvenlik, dış politika, vatandaşlık ve ulus ötesi siyaset alanlarında yoğunlaşıyor.

Senem Aydın-Düzgit, Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Araştırma ve Akademik İlişkiler Koordinatörü.

Serdar Tekin, 1974 Ankara doğumlu. Siyaset kuramı doktorasını Toronto Üniversitesi’nde tamamladı. Kamuoyunda “Barış Bildirisi” olarak da bilinen “Bu suça ortak olmayacağız!” başlıklı bildiriyi imzaladığı için, öğretim üyesi olarak çalıştığı Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden 6 Ocak 2017’de 679 sayılı KHK ile ihraç edildi. Founding Acts: Constitutional Origins in a Democratic Age adlı kitabı 2016’da ABD’de University of Pennsylvania Press tarafından, TİHV Akademi bünyesinde hazırladığı Üniversitenin Olağanüstü Hâli: Akademik Ortamın Tahribatı Üzerine Bir İnceleme başlıklı çalışma 2019’da Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yayımlandı. Halen Toplum ve Bilim dergisinin yayın kurulunda yer alıyor ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda araştırmacı olarak çalışıyor.

Kaynak: Binanet

Siyaset Haberleri

Bahçeli: İmralı ile DEM grubu arasında yüz yüze temasın yapılmasını bekliyoruz
Bakan Reşid: Vatandaşlardan nüfus sayımı için memleketlerine dönmelerini istiyoruz
Kürdistan Bölgesi ve Irak'ta nüfus sayımı süreci başladı: 2 günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi
İran ile Elon Musk 'arasında gizli görüşme'
Fransa, 40 yıldır cezaevinde tutulan FHKC üyesini serbest bırakıyor