Çetin Çeko
Farklı siyasi geleneklerden gelen Kürt siyasi kadro ve çevrelerinin 1990’da kurdukları Halkın Emek Partisi ardından, Kürtler ağırlıklı 7 parti mahkeme kararıyla kapatıldı. 2 parti de kendini feshetti. Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasından yaklaşık 14 yıl sonra bu kez Halkların Demokratik Partisi (HDP) kapatılma riskiyle karşı karşıya.
Türk devletinin, söz konusu partileri kapatmada üç temel amacı söz konusudur.
Birincisi, seçilmiş Kürdistanlı politik aktörleri devre dışı bırakarak, 40 yıla yakındır devam eden silahlı mücadelenin sivil siyasete evirilmesini engellemek.
İkincisi, geleneksel devlet zihniyetinin, yani sorunu şiddet ve silahla bastırma anlayışını devam ettirmeye çalışmak.
Üçüncüsü, legal ve meşru Kürt hareketlerinin sivil siyaset sahnesinde ve sistem içinde görünür ve söz sahibi olmalarını önlemek.
AKP’nin 21 yıllık iktidarı döneminde, başta Kürtlerin meşakkatli mücadeleleri olmak üzere, çok sayıda iç ve dış faktörün bir sonucu olarak, devletin Kürt siyasal hareketlerine yaklaşımdaki parametreleri bir nebze değişime uğradı.
Sistemi etkileyecek ve kilitleyecek bir güce ulaşmadıkları sürece, Kürt hareketlerinin kendilerini ifade etmelerinin önü göreceli olarak açıldı ve örgütlenmelerine izin verildi.
Tersi bir durumda, yani bu hareketler toplumsal bir güç haline geldiklerinde, buna müdahale etmede devlet hiç tereddüt etmedi.
Seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları ve binlerce parti yöneticisi tutuklandı. Yerel yönetimlere kayyumlar atandı.
Şu an için devlet, sadece eşit bireysel kültürel vatandaşlık haklarını savunan, ama sistemi etkileme ve kilitleme gücüne sahip güçlü kitlesel bir Kürt hareketini, sistemi etkileme ve kilitleme gücüne sahip olmayan, fakat bağımsız Kürdistan’ı savunan radikal bir Kürt hareketinden daha tehlikeli görüyor.
Bu açıdan devlet, legal siyasette Kürtlerin sadece sistem partileri içinde yer almalarını, aralarında farklılıklar olsa da kendilerine göre Kürt sorununun olası çözümünü önüne koyan HDP, HUDAPAR gibi Kürtler ağırlıklı ve ’Kürdistan’ ismi taşıyan partilerde örgütlenmelerini ve kitleselleşmelerini istemiyor.
Her seçim sonrası Kürdistan'da demografik siyasi harita, sistem partilerinin kan kaybettiği, farklı politik kategorilerde olsalar da HDP başta olmak üzere, Kürtler ağırlıklı partilerin ise güç kazandıklarını gösteriyor. Bu durum ister istemez Türk devletinde tedirginlik ve paniğe neden oluyor. Söz konusu gidişatı durdurmak için devlet, başta yargı olmak üzere, güvenlik kuvvetleri ve diyaneti, Kürt siyasi güçleri ve çevrelerine karşı baskı ve propaganda aracı olarak kullanıyor.
Bu nedenlerden ötürü, HDP ve ‘Kürdistan’ ismi taşıyan partiler hakkında Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davaları devam ediyor. Politik konjonktüre göre bu davalar, her zaman karara bağlanabilir ve yöneticileri hakkında cezai müeyyideler uygulanabilir.
HDP hakkında süren kapatma davasının önemli bir nedeni de AKP’nin tekrardan iktidar, Tayyip Erdoğan’ın da yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamaya yönelik siyasi bir proje olmasıdır.
HDP’nin kapatılma davasına yönelik muhalefet partilerinden güçlü ve samimi bir karşı çıkış ortaya konmamıştır. Millet İttifakının hükümet programı diye açıkladığı ortak mutabakat metninde, 2300’den fazla hedef, proje ve program arasında Kürt sorununun çözümüne ve Kürtlerin kolektif haklarına yönelik nasıl bir yol haritası izleneceğine dair hiçbir cümle ve belirleme yoktur.
Her iki ittifak, yenilenen İstanbul Belediyesi seçiminde olduğu üzere, Kürtlerin oylarının blok olarak gözükmediği, sistem partileri içinde dağıldığı, HDP’siz bir seçimi arzulamaktadırlar.
Cumhur ve Millet ittifakının kafalarındaki ve gönüllerindeki, sistem içindeki iktidar mücadelesinde Kürt oylarının belirleyici olmamasıdır. Erdoğan, yenilenen İstanbul Belediyesi seçimlerinde PKK lideri Abdullah Öcalan’a bu yüzden mektup yazdırtarak, Kürtlerin taraf olmamasını sağlamak istedi.
Fakat bu proje tutmadı!
Bunun yerine, HDP’nin seçim esnasında kapatılarak, Kürtlerin oylarının türbülansa sokulması, aralarında Pervin Buldan ve Mithat Sancar'ında olduğu 451 HDP yöneticisinin siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi planlanıyor. Bu senaryoya göre, seçilen milletvekillerinin siyasi yasağa takılması sonucu, yasaklı HDP milletvekillerinin yerine, Kürdistan illerinde genelde ikinci parti gelen AKP’nin, milletvekilliklerini bu yolla ele geçirmesi hedefleniyor.
HDP ise her türlü senaryoya hazır olduklarını, olası kapatma durumunda uygulamaya koyacakları ‘C’ ve ‘B’ planlarını devreye sokacaklarını belirtiyor.
2019’da HDP ile aralarında Kürdistan İslami Hareketi (AZADÎ), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Devrimci Demokratik Kürt Derneği (DDKD), İnsan ve Özgürlük Partisi (PİA), Kürdistan Komünist Partisi (KKP), Kürdistan Demokratlar Platformu (KDP), Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye (KDP-T) tarafından ‘Kürdistan Seçim İttifakı’ kuruldu.
Farklı gerekçelerle Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK), Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR), TEVGER ve HUDAPAR söz konusu ittifaka katılmadılar.
Dün olduğu gibi bugün de adı geçen siyasi partiler ile HDP, ideolojik bariyerleri ve önyargıları aşarak, Kürtlerin ulusal demokratik hakları ve Kürdistan’ın statü kazanım mücadelesinde seçim ittifakı çerçevesinde bir araya gelmelerinde stratejik, ciddi bir engel yoktur.
Hangi yurtsever Kürdistanlının kapısını çalıp, böylesi bir ittifakı destekleyip, desteklemediğini sorduğunuzda, ezici çoğunlukla ‘Evet, destekleriz!’ cevabını alırsınız.
Bu cevap, halkın öngörüsünün ve olması gerekenin, siyasi partilerin ideolojik yargı ve yaklaşımlarının ilerisinde olduğu anlamına gelir.
Haziran 2011 seçimlerinde ‘Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğunu’ HAK-PAR dışarıdan destekledi. Bu seçimde Altan Tan ve Şerafettin Elçi, 2015’de ise Prof. Dr. Kadri Yıldırım ve Dengir Mir Mehmet Fırat, HDP saflarından parlamentoya girdiler.
PAK, PSK, HAK-PAR saflarından siyasetçilerin Türkiye parlamentosunda milletvekili olarak yer almaları, Kürt sorununun özüne ve çözümüne ilişkin çalışmalara niteliksel güç katacağı gibi, Kürt hareketinin çok sesli ve çoğulcu demokratik yapısının oluşmasına katkı da sunabilir.
Kürtlere ve Kürdistan'a statü talep eden her siyasal güç ve çevreyle ittifak veya iş birliği yapıla bilinir. ‘Türkiyelilik’, ‘Ortak vatan’ ve ‘Demokratik cumhuriyet’ kavramları altında, Kürtlere veya Kürdistan’a talep edilen statünün niteliği eleştirile bilinir ve eleştirilmelidir. Fakat bunu ittifak ve iş birliklerinin önünü kapatıcı bir gerekçe olarak kabul etmek veya göstermek sadece ideolojik katılıktır.
Çünkü Kuzey Kürdistan'ın ve Kürtlerin hiçbir hak ve statüsü yoktur. Çerçevesi ve niteliği ne olursa olsun, talep edilen ve elde edilen her kazanıma bir başlangıç olarak yaklaşmak gerekir.
Örneğin, Kürtçenin eğitim dili ve anayasal güvence altına alınmasını isteyen bir sistem partisine, 'Kürtlerin kolektif haklarını dille sınırlamak istiyorlar' diyerek karşı çıkmak ne kadar realist bir yaklaşımdır? Oysa, bu kolektif hakkı, diğer ulusal kolektif hakların teslim edilmesinde bir sıçrama tahtası olarak kullanmak gerekmez mi?
Bu kazanım ile sınırlı kalmayan, ileri götürmek isteyen Kürdistanlı siyasi güçler ve çevreler, yollarına ve mücadelelerine zaten devam ederler.
2023 seçimlerinin ortaya çıkaracağı sonuçları ve etkileri, sadece Kuzey Kürdistan ve Türkiye ile sınırlamak eksik bir bakış açısı olur. Seçimler, Kuzey Kürdistan ve Türkiye haricinde, özellikle Rojava ve Güney Kürdistan’da Kürtlerin mevcut kazanımlarının korunması, ileriye götürülmesi veya ortadan kaldırılmak istenmesi açısından da öneme haizdir.
Kürdistanlı güçler, kurulu nizam ve sisteme karşı nasıl birlikte olabiliriz? İdeolojik kaygı, peşin hüküm ve önyargılar yerine, ulusal ve demokratik kazanımları nasıl birlikte elde edebiliriz? Birbirimize karşı duvarlar değil, köprüler nasıl kurabiliriz diye hareket ederlerse, seçim ittifakı elbette kurulabilir.
Tersi bir yaklaşım ise maalesef geçmiş deneyimin olumsuz tekrarı demektir.
Twitter: @cetin_ceko