Doksanlı yıllarda Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde fiziki ve maddi zorlukların yaşandığı bir okulda başlayan müzik macerasıyla, aslen Mardinli ve bir öğretmen çocuğu olan Pervin Çakar şu anda operanın sahnede devleşen “Kürt divalarından” biri olarak tanınıyor.
Çakar, euronews Türkçe’ye verdiği röportajda Kürtçe ve operanın yollarını kesiştirdiği kişisel projesini ve hedeflerini anlattı.
Çakar’ın on dört yaşında Bismil Halk Eğitim Merkezi’nin düzenlemiş olduğu Halk Müziği yarışmasında birinci olması çocukluk hayalini geleceğe taşımasında kilometre taşı olmuş.
“Tüm popüler şarkı ve türküleri o zamanlar bir deftere yazar, ezberler ve avazım çıktığı kadar söylerdim. Müziğe olan ilgim bu şekilde başladı,” diye anımsıyor o günleri soprano Çakar.
Ardından Diyarbakır Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ne gittikten sonra Gazi Üniversitesi şan bölümünden mezun olmuş. Operayla tanışması ve Maria Callas’ın tekrar tekrar dinlediği albümleriyle onun gibi söylemeye çalışması da bu döneme denk geliyor.
Giuseppe de Spirito isimli bir opera menajerinin Ankara’ya geldiği sırada sesini dinlemesi ise hayatının akışını bir anda değiştirmiş.
Altın Sesli Kız
2005 yılında Ankara’dan “altın sesli kız” olarak nitelendirildiği İtalya’ya taşınan Çakar, Accademia d’Arte Lirica’da dünyaca ünlü opera sanatçıları ile çalışmış. Ardından Perugia Devlet Konservatuası’nda opera alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirmiş.
Onu farklı kılan ise sonraki yıllarda almış olduğu opera eğitimini anadili olan Kürtçe’ye uyarlamak.
“Kendi dilimde söylemek, acılarımıza ve yaşanmışlıklarımıza adeta merhem oluyor” diyor Çakar.
En çok da Kürtçeyi anlamayan kitlenin de Kürt müziğini dinlemesi ve sevmesinden mutluluk duyuyor.
“Bugüne kadar hiçbir ırkçı ve nefret söylemi ile karşılaşmadım şarkı söylerken. Umarım bundan sonra da karşılaşmam, çünkü müzik hiçbir zaman yalan söylemez. Dürüst ve en saf duyguları içinde barındırır” diyor.
Nadir ses rengiyle İtalya, Fransa, ABD başta olmak üzere birçok sahnede aryalar seslendiren Çakar, en son İtalya’nın ünlü La Fenice Operası’nda sahne aldı.
11 sene İtalya’da opera söyledikten sonra üç senedir Almanya’da yaşıyor ve sanat hayatına burada devam ediyor. Almanca, İtalyanca, Fransızca, İngilizce, Türkçe, İspanyolca da arya söyleyen Çakar, Kürtçe’nin Zazaca, Soranice gibi farklı lehçelerine de sesiyle hayat veriyor.
2005 yılında “Kilisede Aryalar” adlı ilk resitalini Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin eşsiz akustiğinde veren Çakar, Türkiye’de en son 2013 yılında Bilkent Senfoni Orkestrası ile söyledi. En büyük hedeflerinden biri de anavatanında daha çok sahneye çıkabilmek.
Başarısı sosyolojik öneme sahip
Müzik eleştirmeni Naim Dilmener’e göre, Pervin Çakar’ın müzikal anlamda başarı hikayesi ilk bakışta şahsi görünse de aslında Kürtçe konusunda uzun yıllar uygulanan yasakların aşılması anlamında toplumsal ve kültürel bir başarıya da işaret ediyor.
Euronews Türkçe’ye konuşan Dilmener, “Başarısı, kendiliğinden büyülü olan bu dile dikkat çekiyor; duyulmasına, üzerinde durulmasına ve düşünülmesine sebep oluyor. Bütün yasaklar karşısında bir ders niteliğinde bu başarı,” diyor.
Çakar en son Paris Academie Disque Du Lyrique’in yurt dışında başarı sağlamış Türkiyeli sanatçılara verilen Leyla Gencer Büyük Ödülü Altın Orfeo ödülüne layık görüldü. Ayrıca Semiha Berksoy Vakfı’nın vermiş olduğu “En iyi kadın sesi ödülü” de Çakar’ın oldu. İstanbul’da gerçekleşen Leyla Gencer Opera yarışmasında da üçüncü oldu.
“Bu ödüller her zaman kalbimde yaşayacak,” diyor Çakar.
Müziğe olan bağlılığını ise şu şekilde ifade ediyor: “Müzik benim hayatım. Müziksiz kaldığım zaman nefessiz kalmış gibi hissediyorum. Kürtçe söylerken farklı duygular hissediyorum. Yüreğimin sızladığını hissediyorum.”
Çakar’ın bundan sonraki hedefi ise Kürtçe operanın bestelenmesi ve sahnelenmesi için elinden geleni yapmak, Kürt halk ezgilerini opera tekniğine uyarlamaya devam etmek.
Bu hedefler arasında, birbirine aşık olan ancak kavuşamayan iki gencin trajik öyküsünü anlatan Kürt efsanelerinden Mem u Zin’in operaya uyarlanması da var. Çakar, bunun için on yılı aşkın süredir emek sarf ediyor.
Operanın Kürt halkına yabancı bir dal olması sebebiyle de Kürtçe geleneksel şarkılarını opera tekniğine uyarlayarak hem tutkuyla bağlı olduğu operada icraatlarını sürdürüyor, hem de halkından kültürel ve sosyolojik olarak kopmamış oluyor.
Ayrıca, Kürtçe aryalar aracılığıyla Türkiye’de Kürtlerin ve Türk dinleyicilerinin operayı sevip anlamasına da önayak olduğunu, aldığı geri bildirimlerden görüyor.
Dilmener, Çakar’ın müzikal ve sanatsal yenilikçilik anlamda yaptıklarını, “kültür ve sanat bildiğini okuyor ve bulduğu her fırsatta coşuyor,” diye tanımlıyor.