Yavuz Baydar
İktidarın egemenliği ele geçirdiği sansür cihazı RTÜK, en son olarak Tele1’e üç gün ekran karartma cezası verdi. Bu ceza, kanala ruhsat iptali yolunu da aralıyor.
Kanal yöneticileri haklı olarak feryat figan. Tabii bu arada kantarın topuzu da sıkça kaçıyor ve Tele1’in kapatılması “Türkiye’nin susturulması” ile eşitleniyor. Sanırsınız ki, ülkede medya iklimi Tele1 var oldukça güllük gülistanlıktı.
Elbette değil. Bu kanala reva görülen ceza, yıllardır medyanın farklı kesimlerine - eleştirel, muhalif ve iktidar karşıtı “partizan” olanlarına - reva görülenler zincirinin sadece yeni halkası.
Tele1 cezası beklenen bir gelişmeydi. Pratik açıdan, Mehmet Ali Çelebi’nin AKP’ye - kurnazca bir planla - geçmesinin ardından, bir süredir dengesi bozulan RTÜK içindeki dengeler yeniden AKP-MHP ittifakı lehine değişmişti. İktidara sadık, atılgan RTÜK başkanı fazla beklemeden gereğini yerine getirdi.
Tabii, aynen evvelce olduğu gibi, medyanın yandaş kısmı bir yana, kendisini “muhalif” diye konumlandıran medyadan da Tele1 olayına ses gelmeyecek. HT veya Fox (veya diğerleri) “dayanışma” veya “meslek haysiyeti” mefhumuna buradan Neptün kadar uzak. Bu da uzaktan seyredilip geçiştirilecek.
Mesele de ta başından beri bu. Erdoğan bu medyanın patronajının ve istihdam edilen personelin DNA’sını gayet iyi biliyor.
İlk test sürüşü, Roboski katliamı sırasında yaşanmış, o zaman (şimdi o dönemde sanki daha iyi haldeymiş gibi duran) medya, patron bağımlısı veya Kemalist-Milliyetçi eğilimlisi vs ile - tam 20 saate yakın süre bu katliamı otosansüre tabi tutmuş, karartmıştı.
Aynı tavır Gezi olayları sırasında da sürdü. CNN bir yana, Taksim’e 500 metre uzaklıktaki Habertürk’e göre bu kent isyanı “haber değil”di. NTV’ye göre de.
Arşivler ortada. Bunu gören Erdoğan, 17-25 Aralık’ta kapı gibi haber değeri taşıyan iki yolsuzluk dosyasının da karartılmasını ve çarpıtılmasını pek zorluk çekmeden sağladı. Cinerler, Şahenkler, Doğanlar o günleri çok iyi bilir.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bu vesileyle patron medyalarındaki “uyumsuz” yazarlar editörler ya kovalandı ya da ayrılmaya zorlandı. Bunlara MİT TIR’ları hadisesini haber yapan, 17-25’i hafiften kurcalayan Cumhuriyet de eklendi.
Tabii esas hedef, çıban başı olarak görülen Gülenci medya, Kürt barış görüşmeleri bitince tam düşman ilan edilen Kürt medyasıydı.
Onlar da 2016’ya kadar budandı, OHAL gelince geriye ne kaldıysa - şimdi feryat edenler hariç - medya alanından kazındı. Gazeteler, ajanslar, kanallar kapatıldı; arşivleri imha edildi, hafıza sıfırlandı.
O gün bugündür haberciler, gazeteciler sürüm sürüm süründürülmekte. Konu, Tele1’i çok aşmakta elbette. Ortada, Gezi’de şekillenmeye başlayan ve Erdoğan aşırı milliyetçi, ultra-devletçi klikle bütünleştikçe tetiklenen bir “medya imha stratejisi” var.
RTÜK ve BTK bu stratejinin cihazlarıydı, ardından Goebbels’den ilham alan İletişim Başkanlığı geldi ve en son olarak da - muhalefetin tartışma, mesele etme ve oylamadan kaçtığı - Sansür Yasası geldi.
Mevcut iktidar dengeleri ve Saray-Bahçeli iradesi sürdükçe, Tele1’in ruhsat iptali mukadder görünüyor. Ama hikaye onunla bitmeyecek.
Sansür Yasası, iktidarın bu seçimi kamusal tartışmayı tamamen yok ederek, medyanın olmazsa olmazı “çoğulculuk”-“çeşitlilik” şartını ortadan kaldırarak, ama öyle ama böyle mutlaka kazanma niyetini ortaya koydu.
Bundan sonrası çok daha zor. Çünkü bunca yıl, bu medya, kendi haklarına sahip çıkamadı, birbirine diş biledi, “öteki” baskı görünce sustu, hatta alkışladı. “Çeşitlilik”in kıymeti anlaşılmadı, asgari değerlerde ortak kavganın da.
Asıl sorumlu ve kabahatli biziz: Bu iktidar, bilinen özellikleriyle yapması gerekeni yapıyor, yapmaya da devam edecek. Meclisin ve mahkemelerin, yani yasama ve yargının işgal edilip kadük kılındığını kabul ediyorsak, dördüncü kuvvet medyanın da tamamen bitirilmek istendiğini anlamamız gerek.
Peki, bu gidişatı durdurmak için ne yapmak gerek? Her şey göz göre göre oldu bitti. Elde bir imkan kaldı mı? Doğrusu, ben artık çok geç olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.