Türkiye, kendi sınırlarının dışında tam üç askeri cephe yığınak yapmaya devam ediyor. Kurdistan24 TV’nin haberine göre, Irak Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sahhaf, Sputnik’e yaptığı açıklamasında, “Irak, bu sorunun görüşülmesi için BMGK’yı acil toplanmaya çağırabilir, Arap Birliği, İslam İşbirliği Örgütü ve diğer kurumlara başvurabiliriz” dedi. Kürdistan Bölgesi yönetiminden gelen haberlere bakılırsa, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerilere doğru 20 ile 40 kilometre girdi. Zaho’nun doğusundaki Batifa’da 12 stratejik yere konuşlandı.
Gazete Duvar’daki yazısında Fehim Taştekin “Suriye’de dört askeri operasyonla denkleme girildiği doğrudur. Müdahaleciliğin yeni enstrümanları SİHA ve İslamcı milislerle Libya’da dengelerin bozulduğu da hakikat. Ama bir parçası…” diye yazdı. Anlaşılan o ki, Türkiye üç ayrı cephede üç ayrı savaşı sürdürerek, bölgesel bir güç olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Bir tarafta pandemi sürüyor. Öte tarafta ekonomik kriz, bütün mali dengeleri alt üst ediyor ve Türkiye üç ayrı ülkede üç ayrı cephede savaşma kararlılığını sürdürüyor. İçeride ve dışarı da iç karartıcı tablo bu vaziyeti resimlerken, Cumhur İttifakı, bir kararlılık daha sergileyerek, barolar birliğinin bugünkü statüsüne son vermek amacıyla, çoklu baro yapılanması için kanun hazırlayıp meclise sevk ediyor.
Bütün bunlar olurken, İktidarın resmi olmayan müttefiki Doğru Perinçek’ten akla ziyan bir teklif kamuoyuna yansıyor: “Milli Diktatörlük.” Cumhur İttifakı’nın nihai amacı, bu kısa devrik cümlede gizli. Perinçek, her yönüyle hazırlığı yapılan yeni hegemonya biçimini bir çırpıda ağzından kaçırdı.
Ülke kaynaklarının 3/2’sini inşaat sektörüne gömen iktidar, serbeste piyasa ekonomisinin gözettiği dengeli ekonomik hayatı daha en başında sakatlayıp içinden çıkılamaz hale getirdi. Pandemi bu sürece tuz biber ekti. Ve şimdi de olukla para talep eden cephe savaşları, tam takır olan hazinede çan seslerini dört bir yana yayıyor. Ekonomik hayatın kontrol dışığı, her an siyasetin kontrol dışılığını beraberinde getirecektir.
Nitekim yapılan kamuoyu yoklamaları, özelikle AK Parti’nin çok ciddi biçimde çözüldüğünü gösteriyor. Çözülme sonuç olarak, herhangi bir partiye doğru akmıyor ama akmaya başlaması an meselesi. Kısacası AK Parti iki tercihle karşı karşıya; ya erken seçime giderek bu erozyona son verecek ki, bu durum çare olabilir mi, bu pek mümkün görünmüyor. Ya da demokrasiyi askıya alacak reçetelere yönelmek zorunda. Dolayısıyla Perinçek’in ağzından çıkan laf, pek hafife alınacak bir laf değildir.
Çoklu baro yapılanması hukuku, özellikle de savunmayı işlevsiz kılma arayışıdır. Totaliter otoriterlik, önce medyayı tekleştirdi, sonra sosyal medyaya gözdağı vermeye başladı. Arkasından da baroları etkisizleştirmek için harekete geçti. Amaç belli, açık seçik bir diktatörlüğün temellerini atmak.
Tek devlet, tek bayrak, tek din, tek dil diyen bir iktidar neden tek baro yerine çoklu baro arayışına girer? Her şey tekli olsun ama baro çoklu olsun demek, hiç inandırıcı değil; demokrasi her yönüyle tehdit altında.