Hiçbir Anlaşma Ve Barış Tek Tarafın İsteğine Göre Olmaz

Hüseyin Akıncı

Hüseyin Akıncı

Mazlum Abdi ve Ahmed El Şara’nın arasında yapılan anlaşmanın, kime ne kazandırdığını düşünürken yaşanmış bir anımı hatırladım. 1980 yılında Niğde Cezaevinde kalıyorduk. Ertuğrul Kürkçü, Dursun Ali Küçük, Bahoz Şavata, Demir Küçükaydın ve daha birçok dostumla 4. Koğuşta kalıyorduk. Her gün olduğu gibi o gün de fraksiyonlar arası tartışmalar yoğun geçmiş ve herkes uykuya çekilmişti. Ama ne yazık ki, gecenin geç saatinde 12 Eylül darbesinin kahramanlık türküleriyle uykularımız yarıda kalıp kesilmişti! Uyku sersemliğinden ziyade hemen herkes asık bir yüzle yarına koşan belirsizliğe dalmıştı. Dün ile geçen geçmişin birçok yanlışları, yarınla olabilir birçok tahribatın çağrışım seansları dakikalar içinde hemen hepimizi yorgun düşürmüştü. Saatler ilerledikçe ne oldu değil de neler olabileceği konuşulmaya başlamıştı artık.

Daha önceki Askeri darbe deneyimini yaşayan Ertuğrul Kürkçü dostumun söylediği ilk değerlendirme, hâlâ beynimin en kalıcı yerinde var olmaya devam ediyor.  Devam ediyor çünkü o tespitin doğruluğu tüm boyutlarıyla varlığımıza hükmetmeye devam ediyor! Değerli dostum Ertuğrul Kürkçü “Merak etmeyin, 27 Mayıs’ı tartışa tartışa 12 Mart gecesine kadar tartışmayı taşıyabildik. İşin en can alıcı tarafı da tartışmamızdan sonuç almadan! Hatırlarsanız daha birkaç saat öncesine kadar, 12 martin niteliği hakkında yoğun bir tartışmaya dalmıştık. Yani sözün kısası 12 Eylül darbesiyle bizlere yepyeni bir tartışma kapısı açıldı, ta ki bir başka darbeye kadar! Dolayısıyla daha önceki darbelerin tanımlanması hakkındaki tartışmalar, yarınla yaşamaya mahkûm olduğumuz 12 Eylül darbenin nitelik tartışmalarla bir on yıl daha harcamış oluruz “demişti!

İddiasını gerekçelendiren Ertuğrul Kürkçü “bizler her bir darbenin ardından Bonapartist, küçük burjuva ya da faşist diktatörlük gibi analizlerimizle bir on yıl daha tartışıp duracağız. Ama inanın darbeciler hiçbir zaman bir sonuca varmamızı sabır etmediler ve etmezler? Onlar kendi çıkarları bağlamında kendi işlerini öteleştirmeden yaptılar yapıyorlar. Biz ise yapılan darbeleri tanımlamalarla ömür tüketip, halkın geleceğini reel gerçeğe yakın tanımlanmama hoyratlığımız yüzünden bizi bizden koparıp işkence tezgahında sallandırmaya devam etiler. Ve emin olun o işkence tezgahlarında bile dünle ne gibi yanlışlar yaptık ve yarınla nasıl bir doğruyla halkla buluşuruz diye düşünmek yerine, birbirimize karşı teorik yarışına girip dişe dokunur bir ilerleme sağlayamadık” demişti sevgili dostum Ertuğrul.

Yaklaşık kırk yıl öncesinde 12 Eylül darbenin kahramanlığı ön plana çıkaran türküleriyle uyandığımız o günden bugüne ne değişti diye insan haliyle merak ediyor! Ve ne yazık ki, merak sarıp kendimizle oturup tartıştığımız vakit, aklın derinliklerinde kopan bu nasihatle özeleştiriden bir nebze bile ders alınmamış maalesef.

Türkiye sol mantığın dünyasından dünden bugüne değişen bir şey olmadı da biz Kürtlerin akıl deryasında değişen bir şey mı oldu. Tabi ki biz Kütlerde de değişen bir şey olmadı, çünkü Türk solun kısır kırıntılarıyla beslenen bizim de hastalıklı bir sol çocukluğumuz vardı. Bizim kuşağımızdan olan dostlar çok iyi bilirler ki, özelikle hastalıklı Türk solunun mayası Kürt gençliğinin beynine serpildiği o günden bugüne, Kürt halkının özgünlükleriyle uyumlu ve liyakatli bir nesil yetişmedi! Asil yüreği ve liyakatli akliyle asalet sahibi olanlar ise, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek gibi hayaletlere yem olmaktan kurtulma şansına izin verilmedi!

Yani sözün kısası Türk sol dünyası nasıl yarım ömrünü Türkiye’ye özgü milli demokratik devrim teorisiyle, diğer yarısı da her on yılda bir yaşanan darbelerin nitelik tanımlanmasıyla bir ömür tüketmiş ise! Kürtler de yarım asra yakın bir zamanla kendine özgü olanı öteleştirip halklar konfederasyonu gibi sosyalizmin hayalci teorileriyle, diğer bir yarım asrı da PKK’nin Kürt halkının halk olmasından kaynaklanan hakkaniyetiyle bir ilintisi olup olmadığının gündemiyle bir ömür harcandı! Dolayısıyla ne bizi bizden çalan Türk solu ne de bizi bir başkasına yem eden Kürt solu ne yazık ki, kırk yıl öncesinde kaldıkları yerde kalkıp bir adım bile öteye geçme becerisini gösteremediler. Zira yapılması gerek olandan daha çok, ayaklarına dolandırılan şöyle böyle gündemleri tanımlamakla yetinip durdular. Öyle görünüyor ki, daha uzun yıllar egemen olanın çıkarına dayalı gündemlerle hastalıklı yanlışların yatağına yatalak olmuş, sol hastalığın teorik hayalleriyle yılları devireceğiz gibi görünüyor!

Gerçi egemenlerin senaryolu gündemlerin içeriğini, değişen cağın gereklerine göre uyarlanıp ayarlanıyor. Bizde ise çağın değişimine göre kendimizi hazırlamaktan daha çok, değişen çağı kendi lojili hayallerimize uyarlamaya çalışıyoruz. Şimdi asıl konumuza dönersek ki dönmeliyiz, hatırlandığı gibi birinci barış surecin olur olmazların olurlarına çok ağır bedeller ödeyerek yılarca tartışıp durduk. Şöyle mi oldu, böyle mı oldu, o masayı devirdi bu barışı sabote etti… gibi tartışmalarımızdan sonuç alınmadan pat diye hendek sendromuyla tanışıp tartışma faslına geçiş yaptık. On yıldan daha fazla bir zaman kesitiyle hendek çukuruna düşmenin tartışmasını daha bitirmeden pat diye ikinci barış sureci kucağımıza oturtuldu! Allah yüzümüze gülmüş olmalı ki, zamanımız boşluğa düşmesin diye yanı başımızda ki Suriye’de Mazlum Abdi ve Ahmed El Şara’nın arasında yapılan anlaşmanın yaratacağı sonuçları tartışma fırsatı çıktı bize.

Velhasılıkelam ata binmeyi öğrenmeden atın koşusu hakkında teorik ahkamlarla bir yere varılmıyor. Nitelik olanın önüne geçen niceliklerin hüküm sürdüğü bu cağda! Dağların eteklerine sıkıştırılmış klasik gerilla tiplemenin emirnameleriyle bir yere varılmadığı ve varılmayacağı gibi, teorik yakınmalarla ömür tüketip, Amed’in herhangi bir sokağında asılan Kürt Partisi’nin tabelasıyla da bir yere varılmıyor. Kürt halkının halk olmasından kaynaklanan hakkaniyetini, dünyamızda değişen denklemlere göre toparlamaktan daha çok, yakınmayı çoktan aşındırmış belden aşağı küfürlerle de bir yere varılmıyor. Dolayısıyla yarım asrı aşındıran yakınmalarımızı, bir asır öncesinin derinliklerine gömülmüş reel sosyalizmin teorik hayallerimizi bir kenara koyup cağın değişkenlikleriyle buluşma zamanımızı kaçırma lüksü kalmamıştır! Onun için sayın Mazlum Abdi ve Ahmed El Şara arasında imzalanan geçici bir anlaşmanın şu ya da bu maddenin üzerinde fırtınalar koparmak yerine Suriye de Kürt halkının meşruiyetini kalıcı Anayasal bir çerçeveyle kalıcı bir şekle bürünmesine katkı sunmaya odaklanmak gerekir.