İbrahim Barış Anlaşması ve Kürdistan'a etkis

Çetin Çeko

İsrail-Kürdistan ilişkileri 1960, 70, 80 ve 90’lı dönemin siyasi konjonktürü ve anlayışı ile daha ne kadar sürdürülebilir? Bölgede Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan, Fas, Azerbaycan ve Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri meşru sayılırken, Kürtlerin ilişkilerinin lanetli ve gayri meşru sayılması sadece kara propagandadır. Kürtlerin ABD ile siyasi rahatlığa benzer ilişkinin, İsrail ile de resmiyet kazanmasının zamanı gelmiştir.

ABD Devlet Başkanı Donald Trump, iktidara gelmesinden yaklaşık iki yıl sonra, Ortadoğu’da ‘Yüzyılın Barış Planı’ adını verdiği bir çalışmayı kamuoyu ile paylaştı. Fakat planın detayları hakkında açıklamada bulunmadı. Söz konusu planın koordinatörü başdanışmanlarından ve damadı Jared Kushner idi. Genel kanı, planın Ortadoğu’nun değişmeyen ajandalarından İsrail-Filistin anlaşmazlığına ilişkin ABD’nin yeni bir ‘çözüm’ girişimi olacağı yönündeydi.

Aralık 2017’de İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi ardından Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan ilk devlet ABD oldu. Kudüs’ün ABD tarafından başkent kabul edilmesi ve Trump’ın iki devletli konfederal çözümü rafa kaldırması, Filistinlilerin tepkilerine yol açtı. Filistinli yetkililer, planı ‘yüzyılın sahtekârlığı’ diyerek Donald Trump’ı eleştirdiler.

ABD seçimlerine üç ay kala Trump, 15 Eylül 2020’de önemli bir siyasi hamle yaptı. Trump, kendi şahitliğinde İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında İbrahim (Abraham) Barışı adı verilen anlaşmayı Beyaz Saray’da taraflara imzalattı. Bölgede domino etkisi yapan anlaşmaya, sonradan Sudan ve Fas da dahil oldular.

‘Yüzyılın anlaşması’, İsrail-Filistin meselesinin sadece buzdağının görünen kısmıydı. Buzdağının görünmeyen kısmı ise, ABD’nin Ortadoğu’da İsrail’e yönelik izolasyonunu kırma, bölgede başta İran olmak üzere Türkiye karşıtı da sayılabilecek yeni bloklar ve ittifaklar oluşturma adımı olduğu ortaya çıktı.

İbrahim Anlaşması ile kimin kazandığı veya kimin kaybettiği hala tartışılıyor. Şurası bir gerçek ki, Ortadoğu’da kalıcı ve adil barışın sağlanmasında, Kürdistan sorununun, çözüm dışı kalması bölgeye gerçek barışın gelmesini erteliyor.

Buna karşın İbrahim Anlaşması'nın, Ortadoğu’da mevcut jeopolitik dengeleri değiştirmeyeceği anlamına gelmiyor. İsrail'in anlaşma ile Filistin meselesinde fazla ödün vermeden, özellikle Körfez devletleriyle kademeli biçimde ilişkilerini normalleştireceği tahmin ediliyor. Siyasi yorumcular, anlaşmaya Filistinli aktörlerin karşı çıkmasına rağmen, Filistin sorununda İsrail’in şu anki katı siyasetinin tersine, daha temkinli ve esnek olacağı yorumunda bulunuyorlar.

ABD başkanlık seçimini kazanan Joe Biden'ın söz konusu plana tavrının ne olacağı önemliydi. Biden, rakibi Donald Trump'ın barış planını desteklediğini başkanlık seçimlerinden önce açıkladı. Anlaşmayı imzalaması muhtemel olası diğer bölge devletleri açısından Biden'in tavrı işaret fişeği oldu. Somali ve Fas anlaşmaya Biden'ın tavrından sonra imza attılar. Bundan dolayı plan, Amerikan müesses nizamının devlet siyaseti anlamına geliyor.

Mutabakata ‘İbrahim’ adının verilmesi, Hristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudiliğin İbrahim Peygamber soyundan geldiği ve her üç dinin doğduğu merkezin Ortadoğu olduğu mesajını içerir. Aynı zamanda Arap dünyasında bazı çevrelerin Siyonizm fikrinin Ortadoğu’ya ait olmadığı tezini çürütmeye yönelik cevap niteliğini taşır.

Tarihten günümüze Arap-İsrail barış anlaşmaları

Arap cephesinde aralarında Mısır, Suriye, Ürdün ve Filistin’in bulunduğu ve tarihe Arap-İsrail savaşı diye geçen 1948, 1956, 1967 ve 1973 harpleri yaşandı. 1967 Altı Gün Savaşı sonrası Sudan’ın başkenti Hartum’da 1 Eylül 1967’de toplanan Arap Birliği, İsrail hakkında "Üç Hayır" diye anılan deklarasyon yayınladı. Hartum Deklarasyonu, Arap Birliği üyesi devletlerin asla İsrail'i tanımaması, İsrail ile barış masasına oturmaması ve müzakere yapmaması kararıdır.

Arap-İsrail ilişkileri, süreç içinde Hartum Deklarasyonu'ndaki gibi seyir izlemedi. Dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, Kasım 1977’de Kudüs’ü ziyaret etti. İki yıl sonra ABD’nin arabuluculuğunda Mısır ve İsrail 26 Mart 1979’da barış anlaşması imzaladılar. Böylece İsrail'in Arap Birliği’ne üye devletler tarafından tanınmasının; "İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve Filistin devletinin kurulması" şartında ilk gedik açıldı.

Bu anlaşmayı 1994’de Ürdün-İsrail barış anlaşması izledi. Her iki anlaşma da Arap dünyasında deprem etkisi yaptı ve aşırı tepkiyle karşılandı. Arap Birliği, 1979 Mısır-İsrail anlaşması ardından merkezini Kahire'den Tunus’a taşıdı. Yaklaşık on yıl sonra, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in yoğun çabaları sonucu Arap Birliği merkezi 1989’da tekrardan Kahire'ye taşındı.

Son anlaşmalarla birlikte şu ana kadar yirmi iki Arap devletinden altısı İsrail'i tanıdı. Bu altı devletten Mısır ve Ürdün İsrail ile savaşan devletlerdi. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas arasında hiçbir zaman savaş olmadı. Buna rağmen anlaşmadaki "Barış" vurgusu, daha çok bahis mevzusu devletlerin İsrail ile siyasi, ekonomik ve hatta askeri iş birliğini ifade ediyor.

İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion ve ilk Türkiye büyükelçisi Eliyahu Sassoon, Arap devletlerinin 'Direniş Cephesi' tezine karşı, İsrail'in 'Çevre Doktrini' tezini geliştirdiler. Bu teze göre İsrail, ancak komşuları ve çevre devletlerle barış anlaşmaları yaparak ve düşmanları üzerinde niteliksel askeri üstünlüğünü muhafaza ederek varlığını ve güvenliğini sağlayabilir. Bugün İsrail'in ABD’nin desteği ile yapmaya çalıştığı anlaşmalar, Çevre Doktrini tezinin hayata geçirilmesidir.1

Ayrıca İsrail'in daha önce Mısır ve Ürdün ile yaptığı sulh anlaşmaları, halklar arasında ön yargıları ortadan kaldıran ve bölgede toplumsal barışı sağlayan anlaşmalar olduğu söylenemez. İbrahim Anlaşması’nın da aynı kategoride kalması muhtemeldir.

Anlaşmayı imzalayan devletlere ABD'den destek.

İmzacı her dört devletin İsrail ile uzlaşılarında ABD ile ilişkileri ve elde ettikleri imtiyazların mutabakatta belirleyici olduğunu görüyoruz. BEA’nın ABD’den yeni nesil F-35 savaş uçaklarını alma talebi, ancak İsrail ile yaptığı anlaşmanın ardından kabul edildi. Bunlardan

Sudan ve Fas'ın elde ettiği kazanımlar, uluslararası ilişkiler açısından sıra dışı ve üzerinde durulması gerekir.

Sudan’da Nisan 2019'da halk ayaklanması sonucu Türkiye’nin desteklediği Müslüman Kardeşler bağlantılı Ömer el-Beşir rejimi iktidardan devrildi. Normalleşme ve demokratikleşme sancısı çeken Sudan, İbrahim Anlaşması ile hem ABD'nin devlet destekli terör listesinden çıkıyor, hem de aleyhine açılan tüm terör davaları düşüyor. Ekonomik ve diplomatik yönden uluslararası topluma entegrasyonda, bu kazanımlar Sudan'a önemli avantajlar sağlıyor.

İsrail ile diplomatik ilişki kurması karşılığında Fas’ın Batı Sahra işgali de ABD tarafından tanındı. İşgalin tanınması Kürdistan sorunu bağlamında dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.

Batı Sahra, 1975'e kadar İspanya'nın sömürgesiydi. 1975 yılında İspanya'nın bölgeden çekilmesi ardından, Batı Sahra bu kez de Fas tarafından işgal edildi. Birleşmiş Milletler, bölgenin Batı Sahra halkına ait olduğunu kabul ediyor. 1976 yılında bağımsızlığını ilan eden Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti, Fas tarafından kabul edilmedi. Batı Sahra'nın politik ve askeri örgütü Polisario Hareketi ise Fas işgaline karşı mücadele yürütüyor.

ABD’nin Fas'ın Batı Sahra işgalini tanıması, Türkiye’nin Suriye'de Rojava Kürdistanı ve Arap bölgeleri ile Kuzey Kıbrıs'ı işgali, Irak'ta Güney Kürdistan’dan koparılan Kürdistani bölgeler sorunu, İsrail'in Batı Şeria ve Golan Tepeleri işgali, Rusya’nın Kırım işgali, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Nagorno-Karabağ, Pakistan ve Hindistan arasındaki Kaşmir ve benzeri sorunlu bölgeler açısından işgal, ilhak ve kendi geleceğini belirleme hakkında uluslararası toplumun yaklaşım ve temayülünde ilerde ciddi problemler oluşturabilir.

ABD’nin daha doğrusu Trump'ın Fas'ın Batı Sahra işgalini tanıması, yukarıda sıralanan sorunlu bölgeler açısından Jeo Biden ve ekibine miras bıraktığı önemli bir problem oldu. Trump, Batı Sahra işgaline benzer bir tanımayı daha önce Suriye’de İsrail’in ilhak ettiği Golan Tepeleri’ni Mayıs 2019’da tanıyarak, uluslararası hukuk bağlamında tartışmalı bir karar almıştı. Biden yönetiminin, Golan Tepeleri ve Batı Sahra’ya ilişkin Trump’dan miras aldığı yaklaşımı sürdürüp sürdürmeyeceğini göreceğiz.

Anlaşmaya tepkiler

İsrail ile BAE, Bahreyn, Somali ve Fas arasındaki siyasi, ekonomik ve hatta askeri iş birliği, belirtildiği gibi, başta İran olmak üzere Türkiye’nin tepkisine yol açtı. İran, BAE ile olan ticari ilişkisinden dolayı Dubai’ye sert karşılık vermedi

Ankara, Dubai üzerinden anlaşmaya aşırı reaksiyon gösterdi. Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri'ni Filistin davasına ihanet etmekle itham etti. Erdoğan, "BAE'nin bu riyakâr davranışını tarih ve bölge halkları vicdanlarında unutmayacak ve asla affetmeyecektir” dedi.

Ankara, tarafların mutabakatını İran'dan ziyade Türkiye'yi zayıflatmayı ve kuşatmayı amaçlayan ittifak olarak değerlendirdi. Anlaşmadan bir ay önce, 22 Ağustos'ta Erdoğan, iki Hamas lideri İsmail Haniye ve yardımcısı Salih el-Aruri'yi İstanbul'da Vahdettin Konağı'nda ağırladı. Erdoğan'a Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun eşlik ettiler.2

Bu hamle, el-Aruri'yi terörist ilan eden ve tutuklanması için beş milyon dolarlık ödül koyan ABD’nin sert tepkisine neden oldu. Ankara, Washington’un tepkisine cevap olarak, ABD’nin Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile Demokratik Birlik Partisi'ne (PYD) açıkça destek verdiğini ve Ankara'dan gelen çok sayıda iade talebine rağmen Fethullah Gülen'i iade etmediği söylemini tekrarladı. İsrail ve ABD’nin Hamas konusunda Türkiye’ye tepkisi sadece İstanbul’da gerçekleşen toplantı değildi. İsrail, Ankara’yı 12 üst düzey Hamas yöneticisine Türk vatandaşlığı vermekle de suçladı.

İbrahim Anlaşması, Filistinli rakip gruplar olan Filistin Kurtuluş Örgütü (El Fetih) ve Hamas arasında yakınlaşma için itici güç sağladı. Ankara’nın arabuluculuğunda Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, Hamas ve diğer grupların katılımıyla Türkiye’nin ev sahipliğinde Eylül ayı başında uzlaşı konferansı düzenledi. Konferanstan bir müddet sonra 24 Eylül’de El Fetih ve Hamas anlaşmaya vardıklarını açıkladılar. Ankara, uzlaşıyı memnuniyetle karşıladığını belirtti.

Türkiye, İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke oldu. AKP iktidarı ile Türkiye’nin geleneksel dış siyasetindeki keskin viraj, Erdoğan'ın 2009 yılında Davos’ta dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e ‘one minute’ çıkışıyla başladı. Ardından 2010 Gazze Mavi Marmara olayı ile tümüyle dibe vurdu. Buna karşın, İsrail-Türkiye ekonomik ilişkileri artarak devam etti.

Filistin meselesi, Hamas ve Müslüman Kardeşler konuları, Kudüs ve Ankara arasındaki ilişkilerde önemli rol oynadı. Öte yandan İsrail’in 2017 Güney Kürdistan Bağımsızlık referandumuna verdiği destek ile Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır gibi Doğu Akdeniz'deki diğer kıyı devletlerle başta enerji olmak üzere siyasi ve askeri alanlarda giderek artan iş birliği, Ankara'da İsrail’e karşı alarm zillerinin çalmasına yol açtı.

Son haftalarda Türkiye’nin talebiyle İsrail ile gizli görüşmelerin yapıldığı basına yansıdı. Taraflar basında çıkan haberleri tekzip etmediler. İsrail gazetesi Jerusalem Post: “Türkiye, İsrail ile ilişkileri düzelterek ABD’ye mesaj vermek istiyor” yorumunda bulundu. Benzer şekilde Ankara’nın Mısır ve Suudi Arabistan’a yönelik adımları da oldu.

Kuşkusuz İbrahim Anlaşması ile bölgede değişen jeopolitik dengeler ile Erdoğan’ın iç ve dış siyasetteki güç kaybının bunda etkisi bulunuyor.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin 72 yıllık tarihinde şu anki sorunlu gidişat sadece on yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu nedenle ilişkilerin tekrardan eski düzeye gelmeyeceği bakışı yanlıştır. Türkiye’yi İsrail'e yaklaşımda İran’dan ayıran fark da budur.

İbrahim Anlaşması’nın Kürdistan’a etkisi

İsrail-Kürt siyasi ilişkileri ilk kez resmi anlamda Haziran 1963’de gerçekleşti. Irak Kürdistan Demokrat Partisi Politbürosu adına Kamuran Bedirhan ve Celal Talabani, Paris’te sonradan İsrail Cumhurbaşkanı olan Şimon Perez ile görüştüler. Bu görüşmeden sonra Güney Kürdistan hareketinin İsrail ile ilişkileri günümüze kadar süre geldi.

Kürdistan ulusal demokratik hareketi her zaman "Emperyalizmin ve Siyonizm’in maşası", Ortadoğu’da "ikinci İsrail" ithamları ile karşı karşıya kaldı. Kuzey Kürdistan'da aralarında PKK’nin da olduğu birçok pro Sovyet hareket, Güney Kürdistan’ın İsrail ve ABD ile olan ilişkilerini yakın döneme kadar 'emperyalizmin işbirlikçiliği' diye eleştirdiler. Kendilerini Kürt İslami hareketi diye tanımlayan bazı çevreler hala benzer yaklaşımlarını sürdürmektedirler.

Arap-İsrail savaşları boyunca Mele Mustafa Barzani, peşmergenin Arap güçleriyle birlikte İsrail'e karşı savaşma talebini ret etti. Aynı şekilde İsrail’in peşmergenin Irak güçlerine saldırı talebini de ret etti. Barzani, Bağdat’a karşı savaşı durdurdu ve Arap-İsrail çatışmasında denge siyasetine özen gösterdi.

Mesud Barzani 1975 Cezayir Anlaşması ve yenilgisini değerlendirirken, anlaşmanın mimarı olan ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’i Kongre’ye bilgi vermemek, İsrail’i de anlaşmayı bildikleri halde olup bitenlerden kendilerini haberdar etmeyerek, Kürtleri sırtlarından hançerlemek ile eleştirdi.

İsrail, 2017 Kürdistan Bağımsızlık Referandumunu destekleyen devlet oldu. Şu an Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin (KBY) İsrail ile resmi ilişkisi söz konusu değil. Bunun nedeni, Irak’ın İsrail’i tanımamasıdır. Bu durum, Irak ve Kürdistan’da diplomatik temsilcilikleri olmayan İsrail'in, KBY ve Kürdistanlı siyasi güçlerle ilişkileri olmadığı anlamına gelmiyor.

İsrail ve Kürdistan’ın çıkarlarının önemli ölçüde bölgede üst üste düşmesinden dolayı, İsrail-Güney Kürdistan ilişkilerine, son yıllarda Rojava Kürdistanı da eklendi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Türkiye'nin Rojava Kürdistanı işgalini kınadı ve İsrail'in Ankara'nın saldırıları ile karşı karşıya kalan Suriye'deki Kürtlere insani yardım sunmaya hazır olduğunu söyledi. Dikkat çekici bir başka gelişme de İsrail merkezli The Jerusalem Post Gazetesi'nin PKK liderlerinden Murat Karayılan ile 27 Kasım’da yaptığı röportaj oldu. Karayılan, röportajında dolaylı biçimde İsrail'e, açıktan ABD’ye PKK’nin direk muhatap alınması konusunda açıklamalarda bulundu.

İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin normal olduğu dönemde Ankara, Kuzey ve Güney Kürdistan'a yönelik operasyonlarında İsrail insansız hava araçları (İHA) ve silahlı hava araçlarını (SİHA) Kürt güçlerine karşı kullandı. Türkiye ile siyasi ilişkilerinin bozulmasına kadar İsrail, Ankara'nın Kürt siyasetine karşı sessizliğini korudu.

Devletlerin uluslararası ilişkilerinde mutlak müttefikleri ve düşmanları yoktur prensibi, Kürtler için de geçerlidir. Ayrıca gelecek asla geçmişi ortadan kaldırmıyor. Kürtlerin de İsrail ilişkisine yaklaşımı romantik değil, reel dış siyasetin gereklerine göre olmalıdır.

Günümüze geri dönersek, İbrahim Anlaşması ardından Irak’ın İsrail’i tanımasına yönelik girişimlerin olduğunu görüyoruz. Irak’ın eski Başbakanı Haydar el-Abadi hükûmetinde Başbakan Yardımcılığı yapan, aynı zamanda Şii lider Mukteda al-Sadr'a yakın isimlerden ve eski bir Sadr Hareketi üyesi olan Baha Araci, 15 Ekim’de İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi için ortamın uygun olduğu görüşünü dile getirdi.3

Alınacak kararın Necef’teki Şii dinî merci tarafından belirleneceği yönündeki Araci'nin ifadeleri tartışmalara yol açtı. Abadi liderliğindeki Zafer Koalisyonu, Araci’nin açıklamasına sert tepki göstererek; “Bu tür açıklamalar Irak'ın imajını, halkını, tarihini ve Filistin’in meşru haklarını ilkesel olarak kabul eden dinî otoriteyi baltalayan bir çarpıtmadır” dedi.

Araci’nin İsrail’in Irak tarafından tanınması talebine, KBY olmasa da Güney Kürdistanlı siyasetçiler birey olarak destek verebilirlerdi. Fakat bu konuda hiçbir girişim ve hareketlilik kamuoyuna yansımadı. Irak’ın İsrail’i tanıması, Kürdistan'ın resmi yollardan İsrail'den siyasi, ekonomik ve askeri destek almasının yolunu açar. Ayrıca İran, Türkiye ve Suriye’nin elini zayıflatmakla kalmaz, Tahran ve Ankara’nın taşeronluğunu yapan Kürt çevrelerin elini zayıflatır. Erbil ve Kamışlo’nun ise elini kuvvetlendirir.

İsrail-Kürdistan ilişkileri 1960, 70, 80 ve 90’lı dönemin siyasi konjonktürü ve anlayışı ile daha ne kadar sürdürülebilir? Bölgede Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan, Fas, Azerbaycan ve Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri meşru sayılırken, Kürtlerin ilişkilerinin lanetli ve gayri meşru sayılması sadece kara propagandadır. Kürtlerin ABD ile siyasi rahatlığa benzer ilişkinin, İsrail ile de resmiyet kazanmasının zamanı gelmiştir.

------

Dipnotlar: 1 https://www.marshallcenter.org/en/publications/security-insights/abraham-accords-paradigm-shift-or-realpolitik

2 http://www.mfa.gov.tr/no_-181_-abd-disisleri-bakanligi-sozcusunun-sayin-cumhurbaskanimizin-hamasli-yetkilileri-kabulune-iliskin-aciklamasi-hk.en.mfa 3 https://orsam.org.tr/tr/irakin-israil-ile-normallesmesi-mumkun-mu/

Twitter: @cetin_ceko