Bu yazıdaki amacımın doğru anlaşılması için bazen kendimden ve bazen de ailemden bahsetmek zorunda kalacağım. Umarım yazıyı okuyan dostlarım beni anlayışla karşılarlar. Ben 1927 Ve 1932 Yılları arasında Ağrı'daki direniş hareketini yönetenlerden ve Mahabat Kürd Cumhuriyeti'nde önemli görevler üstlenmiş ayrıca da hayatlarının yaklaşık 25/30 yılını İran'ın farklı bölgelerinde sürgünde yaşamış Türkiye'ye döndükten sonra ise Kayseri, Aydın ve Trakya illerine sürgüne gönderilmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Dolayısı ile böylesi niteliklere sahip ailenin bir ferdi olarak Kürd halkına yapılan zulüm ve haksızlıkların hikâyelerini ve ağıtlarını dinleyerek büyüdüm.
Siyasete olan ilgim nedeniyle daha on sekiz yaşımda iken Ağrı ilinin Patnos ilçesinde o dönem Patnos'ta belediye başkanı olan bir yurt sever ailenin misafiri olarak rahmetli ve değerli Dr. Şivan'la burada tanıştım. Bu tanışma faslı benim açımdan ve aktif siyasete katılmam açısından bir milat sayılabilir. O gün, bugün aklımın erdiği, yüreğimin yettiği ve dilimin döndüğü kadarıyla mensubu olduğum Kürd halkının özgürlük mücadelesine katkı sunmaya çalıştım. Dolayısıyla bahsi geçene bu 51 yıllık siyasi yaşamımda her yurtsever insan gibi bende sorgulanıp yargılandım. Ancak, daha işin başında halkımıza verdiğimiz bir sözümüz vardı; ''Ev seri ev Oxur'' diyerek bu güne kadar sözümüze bağlı kalarak mücadelemi sürdürdüm.
Yaşımın ilerlemiş olduğu bu günlerde Kürd kardeşlerimle geçmişte yaşadığım bir anımı paylaşarak asıl konumuza geçmek istiyorum. 1979 Yılında, 364 sanıklı bir siyasi davanın sanıklarından birisiydim. Mahkeme sıkıyönetim askeri mahkemesiydi ve hep birlikte orada yargılanıyorduk. Esasen ben o dönem DDKD'liydim ancak bahsi geçen yapı benim bölgemde deşifre edilemediği için ben Özgürlük Yolu’ndan yargılanıyordum. Mahkeme başkanı olan yarbay beni sorgularken ''Hüseyin TAYSUN, sen nasıl bir aileye mensup olduğunu biliyor musun diyerek ailemin bölücü ve Kürd'çü olduğunu söyleyerek ”sizler zaten hainsiniz dedi''. Bende kendimi savunurken ailemin zulme uğramış Kürd halkının meşru haklarını savunmak üzere Ağrı ve Mahabat hareketine katıldığını ve bahsi geçen yıllarda benim daha doğmamış olduğumu söyleyerek benim olmadığım bir dönemin hesabını benden sorulmasını hukuka aykırılığını ortaya koyan uzun bir siyasi savunma yapmıştım.
1979'dan bu güne 40 yıl geçti ve Türkiye'de birçok iktidarın ve yasanın değiştiğini bildiğim halde her bir Kürd ferdinin şunu çok iyi bilmesini istiyorum ki, bu ülkede Kürdlere karşı düşmanlık konusunda zerreyi miskal kadar bir şey değişmemiştir. İşte bu gerçekliklerden dolayı bizler ya makûs talihimize boyun eğecek ve her türlü zulme razı olacaktık, ya da atalarımıza ait bu topraklarda işgalcilere karşı koyarak birer fedai gibi özgür ve onurlu bir mücadele yolunu seçecektik. Ben ve bizler halkımıza karşı duyduğumuz sorumluluğun gereği olarak en zorunu seçerek Kürd halkının haklı ve meşru mücadele saflarında yerimizi alarak tarihe ve halkımıza cevap olmaya çalıştık. Şimdi düşünüyorum da zor olsa da iyiki de böylesi onurlu bir tercih yapmışız.
Ben ve bizler Kürdlerin insan olmaktan kaynaklı haklarına kavuşması için dua ederek ya da bizleri düşman ilan edenlere beddua ederek mevcut sorunun çözüleceğine inansaydık, elbette ki kendimize devrimcilik gibi zor bir misyonu yüklemezdik. Şayet bir gün ille de bir dua etmek durumunda kalırsak dört kitap, üç din ve yüzlerce felsefi inanca sığınarak yapacağımız dua şöyle olacaktır; ''Allahım, sen hiçbir kişi veya kavmi/milleti işgalcilerin ve zalimlerin himmetine ve merhametine sığınacak kadar akıldan ve cesaretten yoksun bırakma!” Yani duamız ben ve bizleri egemenlerin ve zalimlerin sahte sofilerine ve sözde solcularına muhtaç etmesin şeklinde olacaktır.
Geldiğimiz bu aşamada Corona illetinin ve hukuk rezaletinin hüküm sürdüğü ayrıca, özellikle Kürd halkına büyük mağduriyetler yaşatıldığı bu süreçte gün geçmiyor ki Kürdlere, Alevilere ve insan hakları savunucularına yönelik bir saldırı olmasın. Her gün farklı alanlarda büyük bir histeri ile Kürdler katlediliyor, Kürdlerin seçimlerde ortaya koyduğu siyasi tercihler ayaklar altına alınarak Bld. Başkanları ve mebusları görevden alınıp zindanlara atılıyor. Şiddete karşı olmasına rağmen mevcut yasalara göre kurulmuş Kürd siyasi partileri kapatılmak isteniyor. Kürdü ve Kürdlerin haklarını görmezden gelen ve ilhamını Doğu Perinçek gibi Apo dostlarından alan AKP, MHP ortaklığının Kürdlerle ilgili nihai hedeflerinin ne olduğunu anlamak artık bizler açısından anlaşılması zor bir şey değildir.
Sömürgeci sistemin ve Corona illetinin Kürdleri kendi mahpushanesine mahkûm ettiği bu karmaşık süreçte her şeyin egemenlerin lehine işlediğinin farkında olmamak için kör olmak gerekiyor. Bundan dolayı Kürd siyasilerinin her türlü baskı ve zulme rağmen uyanık olması ve bir takım yeni ve etkili yöntemler geliştirerek kendi halkının ve demokratik çevrelerin yanında olduğunu ortaya koyması tarihi bir görev ve sorumluluk olarak düşünülmelidir.
Mevcut iletişim araçlarını en etkili bir biçimde kullanarak hem Kürd halkı bilinçlendirilmeli hem de uluslararası çevrelere Kürdlere yapılan haksızlıklar en hızlı bir biçimde aktarılmalıdır. Halkımızı düşmanlaştıran ve bazı doğal afetleri Kürdleri çaresiz bırakmak üzere kullananlara asla fırsat verilmemeli ve bizleri siyasetten uzak tutmaya yönelik çabalara aldırmadan en etkili bir biçimde fedakârca çalışarak halkımızın yanında olmayı aklımızdan asla çıkarmamalıyız.
Bunları söylerken Kürdleri düşmanlaştıranların güçlü ve gaddar olduklarının bilinciyle yolumuzun uzun yükümüzün de ağır olduğunu elbette ki bilerek görevimizi yerine getirmeliyiz.
Saygılarımla.
09.06.2020 İzmir
Yazarın tüm yazıları için tıklayın