İnsan hakları örgütleri, deprem bölgesinde yaşanan işkence iddialarıyla ilgili yaptığı açıklamada, yetkililerin işkenceyi derhal kamuoyu önünde net ve kesin bir dille kınamasını ve iddialarla ilgili tarafsız bir soruşturma başlatmasını talep etti.
TTB İnsan Hakları Kolu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), deprem bölgesinden gelen şiddet ve işkence iddialarıyla ilgili ortak bir açıklama yayımladı. İşkencenin evrensel insan hakları hukukuna göre istisnasız bir yasak olduğu hatırlatılan açıklamada, “Ağır bir insanlık dramı yaşadığımız şu günlerde insanlık suçunu normalleştirmeyi ve acıyı araçsallaştırarak acı çektirmeyi deprem siyaseti haline getirmenin kendisi, bizzat insanlığa ve topluma karşı suç niteliğindedir” denildi.
Açıklamada, 11 ilde etkili olan depremlerin yol açtığı yaraların, bireysel ve toplumsal tahribatın her geçen gün kaygı verici bir şekilde derinleştiği belirtildi.
Meydana gelen yıkımda insan faktörüne dikkat çekilen açıklamada, “Depremlere hazırlıklı olmanın bilimsel gereklerinin yerine getirilmemesi, öncesinde ve sonrasında yapılan ciddi hatalar, ihmaller ve suiistimaller/yolsuzluklar nedeniyle depremin yol açtığı yıkımda insan faktörünün etkisi çok büyüktür. Bu nedenle yaşanan depremi kendi başına ağır insan hakları ihlali olarak değerlendirmek gerekmektedir” denildi.
“Toplumsal dayanışmayı tahrip ediyor”
Açıklamada, deprem bölgesinden gelen şiddet içerikli görüntülere dair şöyle denildi:
“Maalesef son birkaç gündür deprem bölgesinden dehşet verici insan hakları ihlalleri haberleri gelmeye başladı. Özellikle de sosyal medyada paylaşılan, teyit edilmeye muhtaç birtakım şiddet ve işkence görüntülerini dehşet içinde izliyoruz. Bilhassa siyasal otoritenin OHAL ilanını ‘fitne fesat grupları’na ve ‘yağmacılar’a engel olma gerekçesiyle savunan ifadelerinden sonra bu tür ihlal iddia ve haberlerinde görülen artış, oldukça düşündürücüdür.
“Her toplumda böylesi büyük kaosa yol açan olağanüstü durumlarda, koşullardan yararlanarak çıkar sağlamaya çalışan kötü niyetli kişi ve gruplar var olabilir. Elbette bunlarla mücadele edilmeli, verdikleri zararı en aza indirmeye yönelik tedbirler alınmalıdır. Ancak tedbirler alınırken herkesin kılavuzu insan hakları ilke ve değerleri olmalıdır.
“Ne var ki, geliştirilen güvenlik tedbirlerinin ve özensiz suçlama dilinin hızla ayrımcılığa, nefret söylemine işkence ve diğer kötü muameleye varan şiddete dönüştüğünü endişe ile izliyoruz. Bu gelişmeler bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz şeyi, yaraları sarmanın tek çaresi olan toplumsal dayanışmayı doğrudan tahrip etmektedir.
“Tüm gösterişli ve iddialı söylemlere karşın kamusal gücün yetersiz kalması nedeniyle destek ve yardım çalışmalarının gecikmesi, bunun da can kaybını arttırması sonucu toplumda oluşan haklı öfkenin yanlış hedeflere yöneltilerek, bizzat deprem mağduru sığınmacı ve mültecilere yönelik nefret suçlarının işlenmesi, somut kanıta ve bilgiye dayanmadan birtakım insanların yağmacı ilan edilmesi, hukukun işletilmeyip, işkence ve diğer kötü muamele boyutunda şiddete başvurulması hiçbir şekilde kabul edilemez.”
“İşkence mutlak yasaktır”
Siyasi aktörler ve medyanın linç ve işkencenin normalleşmesine hizmet etmeme, tersine insan onuruna sahip çıkma sorumlulukları bulunduğu hatırlatılan açıklamada, işkence ve kötü muamelenin mutlak olarak yasak olduğu kaydedildi.
Açıklamada, “Ağır bir insanlık dramı yaşadığımız şu günlerde insanlık suçunu normalleştirmeyi ve acıyı araçsallaştırarak acı çektirmeyi deprem siyaseti haline getirmenin kendisi, bizzat insanlığa ve topluma karşı suç niteliğindedir” denildi.
İşkence sonucu ölüm iddiasının derhal etkin bir şekilde soruşturulmasını isteyen insan hakları savunucuları, konuyla ilgili süreci yakından takip edeceklerini bildirdi.
Açıklamada, “Herhangi bir suç işlediği iddiasında bulunulan kişiler hakkında Anayasa ve yasalar çerçevesinde ne gerekiyorsa tüm hukuki işlemler yapılmalı, bu kişiler adil biçimde yargılanmalı ve yasaların öngördüğü biçimde mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Ancak, iddia edilen suçun tüm ağırlığına rağmen hiç kimse evrensel hukukun mutlak şekilde yasakladığı işkence ve kötü muameleye maruz bırakılamaz” denildi.
“7 günlük gözaltı süresi kabul edilemez”
İnsan hakları örgütleri, 11 Şubat’ta yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi’ne de değinerek, yağma ve hırsızlık suçlarında gözaltı süresinin OHAL ilan edilen illerde yedi güne çıkarılmasının kabul edilemez olduğunu vurguladı.
Açıklamada, yetkililere şu çağrılar yapıldı:
* Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları en üst düzeyde siyasi otorite tarafından derhalkamu önünde net ve kesin bir şekilde kınanmalı, bu tür fiillerin cezasız bırakılmayacağı güvencesini verilmelidir.
* İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
* İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
* Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
* Olağanüstü hal ilan edilen yerlerde gözaltı süresini dört günden yedi güne uzatılmasını sağlayan 11 Şubat 2023 tarihli Cumhurbaşkanı Kararnamesi derhal geri çekilmelidir.
* OHAL ilanından derhal vazgeçilmelidir. (Kısa Dalga)