Yazı: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraf: Umut Kaçar
Geniş düzlükler son bulup ulu dağlara doğru yol almaya başladığımızda İran’ın Kürdistan eyaleti sınırlarına girdiğimizi anlamıştım. Eyaletin kuzeyindeki ilk Kürt kenti olan Saqqez’den geçmiş, Irak sınırına yakın, kaçakçılıkla bilinen bir diğer kent Baneh’te soluklanmıştık. Kentin merkezinde yer alan park alanını dolduran insanlar önlerindeki küçük tezgâhlarda basit elektronik eşyaların yanında birbirinden farklı tespihler satıyorlardı. Tezgâhların önüne birikenler upuzun tespihleri inceliyor, birbirlerine gösteriyorlardı. Dervişlerin yaşadığı, çok eski zikir ritüellerinin gerçekleştiği, pirlerin yâd edildiği birbirinden farklı törenlerin yüzlerce yıldır süregeldiği bir coğrafyada olduğumu zikir tespihlerini görünce hissedebilmiştim. Biz daha güneye, Irak sınırı boyunca uzayan Zagros Dağları’nda yer alan Merivan kentine bağlı Hewraman bölgesine gidecek, bin yıldır hiç aksamadan devam eden Pir Şaliyar merasimine katılacak ve çevredeki inanç ritüellerine tanık olacaktık. Daha uzun bir yol bizi bekliyordu.
Toprak kendi rengini terk edip yerini yükseklerde bembeyaz kar örtüsüne bıraktığında dağları saran dar yollarda ilerlerken sessizliğe bürünmüştük. Sessizliği bozup şoförümüz ve rehberimiz Hamed’e bu dağların Zagroslar olup olmadığını sormuştum. Hamed gözü yolda ağır ağır yağan karların arasından pürdikkat ilerlerken “Daha ne olsun beyim bu dağlar Zagroslar’dan başkası olamaz” deyip kısa kesmişti. Karşımıza çıkan köyler derin vadilerin yamaçlarına kurulmuştu. Taşlardan yapılma evler basamakları andıran bir yapıdaydı. Hewraman bölgesinde olduğumuzu anlamıştım. T. F. Aristova Kürtlerin Maddi Kültürü isimli kitabında, İran Kürdistan’ının dağlık Hewraman bölgesindeki yerleşim yerlerinin nehir kenarlarından vadilerin tepelerine doğru taş yapılarla kurulu olduğunu anlatmıştı. Yol boyunca karşılaştığımız köyler neredeyse aynı yapıdaydı. Vadilerin derinliklerinden tepelere doğru basamakları andıran biçimde yükselen taşlardan yapılma evlerin yer aldığı bölge adeta bir taş ülkesini andırıyordu. Her evin damı aynı zamanda bir üstteki evin avlusunu oluşturuyor, sokaklar ise yine damların avlu olduğu yerlerde uzuyordu.
Bir süre sonra daha büyük bir yerleşim yeri olan Hewraman bölgesinin merkezi sayılan Uraman Taht’a varmıştık. Yolculuğa çıkmadan önce tanıştığım Zanyar Omrani’nin salık verdiği Parviz Rüstemi’yi bulmuş, misafiri olmuştuk. Daha Pir Şaliyar merasimine bir haftadan fazla bir zaman vardı. Öncesinde bölgeyi tanımak, köyleri görmek, dervişler ve pirler diyarı Hewraman ve çevresinde zaman geçirmek istiyorduk. Hem olur da yollar kapanırsa çok uzaklarda kalıp merasimi kaçırmak istemiyorduk. Doğru ya mevsim kıştı ve biz Zagros Dağları’ndaydık. Parviz Rostami, köyü gezerken bölgenin geçmişi hakkında ilginç detaylar vermişti.
“Taht, merkez anlamına gelir. Hewraman büyük bir bölgeyi, bu dağları ve çevresini kapsar. Kültürel anlamda Hewraman özelliklerini taşıyan üç yer vardır. Biri Irak tarafında, biri geride Caverud adında bir yer. Burası merkezdir. Eskiden burası bölgenin de yönetim merkeziydi. Yöneticiler de burada olurdu. Köyün tam karşısındaki yüce dağın da ismi Taht diye bilinir.”
Nüfusu üç bin civarında olan Uraman Taht’ı saran dağlarda kutsal sayılan mağaralar da yer alıyor. Hewraman bölgesi geçmişte Zerdüştlük açısından da önemli bir merkezdi. Halkın konuşma dili ve Kürtçenin eski bir lehçesi olan Goranice ile yazılmış Zerdüşt metinleri, bu bölgede çok yaygındı. Rostami anlatmıştı: “Burası aynı zamanda eskiden Zerdüştlerin sığındığı, kendilerini güvende hissettikleri bir yerdi. Goranicede Hewraman ‘bulutlu-yağmurlu-bereketli’ yer anlamına gelir. Aslında halk ağzında Huraman diye anılır. Zerdüştilikte ise ‘hur’ ateş, ‘aman’ da yükselmek, kalkmak anlamındadır. Bölgeye ‘Ateşin Yükseldiği Yer’ anlamı atfedilmiştir. Ateşin Zerdüşlük için kutsal olduğu bilinir. Bu bölge de Zerdüştlük açısından önemli bir yerdi.”
Pir Şaliyar da 11. yüzyılda Hewraman’da yaşamış, Zerdüşt bir âlimdi. Miladi takvime göre 21 Ocak-20 Şubat arasına tekabül eden, Kürt takviminin rebendan ayında Pir Şaliyar anılmaya başlanır. Rebendan ayının onuncu günü ise Pir Şaliyar merasimi yapılır. Merasim esasen Pir Şaliyar’ın düğününün Uraman Taht’ta hâlâ ayakta duran ve kutsal sayılan evinin önünde canlandırılmasıdır.
Düğünün de bir hikâyesi vardır. Derler ki; Buhara kralı konuşmakta ve duymakta güçlük çeken dünyalar güzeli kızı Şah Bahar Hatun’u tedavi etmesi için Pir Şaliyar’a gönderir. Kız eğer iyileşirse Pir Şaliyar’ın onunla evlenmesine de müsaade edilecektir. Uzun süren tedavi sonucunda kız iyileşir ve Pir Şaliyar’a gelin olur. Fakat münzevi bir hayat yaşayan Pir Şaliyar’ın düğün yapacak bir şeyi yoktur. Tüm Hewramanlılar bir araya gelir, saygı duydukları ve çok sevdikleri pir için dillere destan bir düğün tertiplerler.
Bin yıldır gerçekleştirilen temsili düğün merasimine daha günler vardı. Aslında biz oradayken merasimin hazırlık aşamaları başlamıştı. Çünkü düğün merasimi kış ve bahar dönemi olmak üzere her dönem içinde üç haftayı kapsayan ritüellerle gerçekleştiriliyordu. İlk hafta çocuklarla birlikte evlerden ceviz dağıtımı yapılıyordu. Düğün günü ikinci hafta yapılacak, üçüncü hafta cuma günü ise Pir Şaliyar’ın yine Uraman Taht’ta bulunan kabrine ziyaret gerçekleşecekti. Aynı gün buğday ve cevizden yapılan, güneşi simgeleyen sarı ekmekler Pir Şaliyar’ın evine getirilip dağıtılacaktı. Sadece temsili düğün merasimi rebendan ayının ikinci haftası yapılıyordu. Diğer ritüeller bahar gelince tekrarlanıyordu. Düğünün gerçekleştiği gün ise çevredeki tüm yerleşim yerlerinden köye dervişler, ziyaretçiler gelecek, yemekler yapılacak, sonrasında ise evlerin önünde tefler çalınıp kol kola geçilip düğünün hayırlara vesile olması dileğiyle zikirler yapılacaktı.
Temsili düğün gününe kadar çevredeki diğer köyleri ve önemli kentleri geziyorduk. Uraman Taht’tan geçen ve güneye doğru vadi boyunca akan Sirvan Nehri’ni takip ediyorduk. Yine nehir kenarına kurulu Selin köyünde mola verdiğimiz kahvede söz Pir Şaliyar’dan ve dervişlerden açılmıştı. Kahvedekiler merasim günü yapılacak zikire benzer bir ritüelin şimdi daha ileride Nav köyünde yapıldığından bahsedince toparlanıp yola düşmüştük. Şaho Dağı’nın tam karşısındaki vadinin yamaçlarına kurulu Nav köyüne girer girmez köyün mescidinden gelen zikir seslerini duyunca koşar adımlarla mescide yönelmiştik. Mescidin ortasında insanlar kol kola girip halka oluşturmuş, köşede çalınan teflerle kendilerinden geçmişlerdi. Ortada uzun saçlı dervişler halkadan bağımsız, kendilerini kaybetmiş, başlarını öne arkaya sallayıp duruyorlardı. Tef sesleri ve kendilerini kaybetmiş dervişlerin nidaları derin vadide yayılırken dışarıdaki köylüler mescidin önündeki büyük kazanlarda yemek pişiriyorlardı. Zikir bitiminde konuştuğumuz mescidin hocası Hacı Halil Seyyidiyan bu ritüelin Hz. Muhammed’in yaklaşan doğum haftasına ithafen yapıldığını anlatmıştı. Sabah dokuzda başlayan ritüel Kuran okunmasıyla başlıyor, ardından vaaz veriliyor ve sonrasında çalınan tefler ve söylenen ilahilerle zikire geçiliyordu. Yapılan yemekler de köylünün nezir dediği ve tutulan dileklerin kabulü sonrası verilen adaklardı. Adak sahibi kişiler böyle ritüellerin sonunda verilecek yemekten sorumlu olurlardı.
Hewraman bölgesinde yaşayanlar çoğunlukla Şafii mezhebine bağlı. Tarikat olarak da Kadirilik ve Nakşibendilik hâkim. Zerdüştlükten sonra bölge İslamiyete geçmiş olsa da özellikle Irak’ın kuzeyini de kapsayan ve İran Kürdistan’ının neredeyse tamamında etkili olan Yaresan inancı uzun bir dönem bölgede varlık göstermiş. Yaresan cemaatine aynı zamanda Ehl-i Hak da denir. Dost-yoldaş anlamına gelen “yar” ile yaygın olarak sultan anlamında kullanılan “san” kelimelerinden oluşan Yaresan cemaatin bölgedeki genel adıdır. Cemaat üyeleri ise Ehl-i Hak adını kullanır. İran’da uzun bir dönem hâkim olan Zerdüştlük, İslamiyet sonrası bu bölgede İslami figürlerle karışıp Yaresan inancı ortaya çıkmış. Yaresan cemaati üzerine yıllarca araştırma yapmış M. Reza Hamze’ee Yaresan (Ehl-i Hak) isimli kitabında cemaatin tam anlamıyla beş dönemde şekil aldığını anlatır. Miladi 8. yüzyılda yaşamış Behlül ile ortaya çıkan bu inanç Şah Fezl, Baba Serheng, Şah Hoşin ve son olarak 15. yüzyılda Sultan Sehak ile birlikte dinsel örgütlenmeyi tamamlamış. Cemaatin filizlendiği yer ise şimdiki Kürdistan eyaletinin güneyinde yer alan Kermanşah ve çevresiydi. Esasen “Tenasüh” yani yeniden doğuş ve reenkarnasyon düşüncesi üzerine kurulu Yaresanlıkta Tanrının evreni yarattıktan sonra sırasıyla Hz. Ali’de, daha sonra da ismi geçen cemaat önderlerinin bedenlerinde tecelli ettiğine inanılır. Tüm yaratılış konularının, cemaate ait kuralların ve vecizelerin toplandığı “Serencam” isminde bir kitapları da vardır. Serencam, Yaresanların geçmişte yaşamış önemli önderlerinin, pirlerinin sözlerinden, beyitlerinden ve vecizelerinden oluşur. Başka irili ufaklı Yaresan dini metinleri olsa da hemen hepsinin toplandığı yegâne kitap Serencam’dır. M. Reza Hamze’ee, Serencam’da anlatılanların, Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta’da anlatılanlarla da benzerlikler taşıdığını söyler.
Bölgede yaygın bir şekilde kullanılan Goranice, Serencam’ın da dilidir. Bu kitapta metinler Gorani nesir biçiminde başlar, nazım olarak devam eder. Yaresan metinlerindeki şiirlerin çoğu, her bir mısrası on heceli beyitlerdir. Başlangıçta yedi kola ayrılan cemaat daha sonraları dört kolun eklenmesiyle on bir koldan oluşmuş. Sayıları eskisine göre azalsa da bölgede hâlâ Yaresan cemaatine bağlı gruplar bulunuyor. Hatta birçok kaynakta Türkiye’deki Zazaların ve Kürt Alevilerinin Yaresan cemaatinden kopup gelen topluluklar olduğu söylenir.
Kermanşah eyaletine bağlı Sahneh kentinde Yaresan’ın Ali-Elahi koluna mensup olan Derviş Ramtin ile sohbet ederken cemaatin dervişlerinin anlatıldığı bir kitapta Dersim piri Seyit Rıza’nın fotoğrafını da görmüştüm. Derviş Ramtin kendileri için kutsal sayılan dervişleri, pirleri anlatırken Seyit Rıza’ya da değinmişti. Zikirlerinde tambur ve tef çalınan bu grup İran’da mürtet yani dinden çıkmış kimseler olarak ilan edilip hep tehlike altında yaşamış. Ali-Elahiler için büyük öneme sahip dervişleri de geçmişte hâkim yönetimler tarafından öldürülmüş. Kendi içinde kapalı bir topluluk olarak yaşadıklarını söyleyen Derviş Ramtin, baskılardan ötürü zikirlerini de gizli bir şekilde gerçekleştirdiklerini, zikir sırasında önce Serencam’da yer alan vecizelerin ve büyük dervişlerin kelamlarını tekrarladıklarını, sonrasında tambur ve tefle beraber yine derviş kelamlarından oluşan ilahilerle kendilerinden geçtiklerini anlatmıştı.
İnanç biçimleri değişse de en eski kültürel unsurların sürdürülmesinde İran’ın güçlü kültürel geçmişinin de etkisini unutmamak gerek. Uraman Taht köyünün idari anlamda bağlı olduğu Merivan kentinde misafiri olduğum Sosyolog Dr. Masoud Binandeh’le de bu konu üzerine konuşmuştuk. Giyim kuşamın, yaşam biçimlerinin, hemen hemen bütün kültürel unsurların pek değişmediğinden bahsetmişti Binandeh. Geçmişte Zerdüşti din adamlarının meczup görünüşlü, uzun saçlı ve sakallı oldukları, İslamiyet sonrası da dünyadan elini eteğini çekmiş dervişlerin neredeyse aynı görünüşe sahip oldukları da ayrı bir detay. Merivan’dayken yine peygamberin doğum haftasına ithafen kentteki birçok tekkede zikir yapılmıştı. Şeyh Abdulkadir Kesnezan Tekkesi’ni dolduran Kadiriler arasındaki dervişler zikirin en coşkulu anında, yerlerinden kalkıp başlarını saran sarıkları ve takkeleri bir tarafa atıp kol kola geçmişlerdi. Uzun saçlı dervişlerin huşu halleri diğer insanların da kendilerinden geçmelerini sağlamıştı.
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kermanşah ve Kürdistan eyaletine ve genel olarak Batı İran’a geçmişte Medler, Akameniler, Partiyalılar ve Sasaniler gibi birçok başka halk ve kültürler egemen olmuştu. Çok eski zamanlardan 7. yüzyıldaki Arap işgaline kadar Kürtlerin çoğu Mezopotamya ve yerli Zagros dinlerinden etkilenen Mazdaizmin versiyonlarından birini takip etmekteydiler. Sasanilerin resmileştirdiği Zerdüştiliğin, imparatorluğun bu kısmını ne ölçüde etkilediğini kestirmek kolay değil. Fakat Doğu İran’a kıyasla Mecusi unsurlar, Zerdüşt inanışları bu bölgede İslamiyet sonrası da bir dönem etkiliydi.
Yaresan’ın büyük din adamı Şah Hoşin bir şiirinde Pir Şaliyar adında birine Zerdüştlükte önemli bir mabet olan Anahita Mabedi’nin yıkılmasından söz eder. Aslına bakılırsa Pir Şaliyar, Hewramanlı Camasp’ın oğlu Hodadad’ın takma adıydı. Yaresan’ın başlıca kitabı Serencam’a göre genç Şaliyar, Şah Hoşin’le görüşmeye gitti ve yaklaşık otuz sene Delfan ve Lekistan’da Yafteh-e Kuh dolaylarında yaşadı. Şah Hoşin, onu Yaresan inançlarını yaymak üzere Hicri 5. yüzyıl sonlarına (11. yüzyıl) doğru öleceği yer olan Hewraman’a gönderdi.
Pir Şaliyar’ın kendi şiirlerinden, vecizelerinden oluşan bir kitabının olduğunu da farklı kaynaklardan okumuştum. Kendisi de Gorani olan, 19. yüzyılın ilk yarısında yaşamış tarihçi Rashid Yasemi, bir araştırmasında, Kürt âlimlerinden duyduğu kadarıyla, Pir Şaliyar’ın ardında bir kitap bıraktığını belirtir. Yasemi araştırmasında Marifet-ül Pir Şaliyar (Pir Şaliyar’ın Bilgeliği) adıyla bilinen kitabın yabancılara gösterilmediğini, kitapta geçen vecizelerin farklı ortam ve zamanlarda kullanıldığını ekler. Yine aynı dönemlerde yaşamış başka bir tarihçi Mardux Kordestani de benzer bilgiler sunup Pir Şaliyar’ın şiirlerinin güzel ve arı bir Kürtçeyle yazıldığını söyler. Gittiğim hemen her yerde bu kitap hakkında sorular sorup araştırmalar yapsam da ne kitabın varlığına, ne de pirin şiirlerine dair sağlıklı bir bilgiye ulaşabildim. Bazı kişiler böyle bir kitabın olmadığını, kitapta yer aldığı söylenen vecizelerin yörede kullanılan atasözleri olduğunu, bazı kişiler de kitabın çok önceleri Avrupa’ya kaçırıldığını söylemişti.
Merasimin gerçekleşeceği gün gelip çatmıştı. Merivan’dan yola çıkıp yine karlı Zagros Dağları’nın yolunu tutmuştuk. Yola çıkarken yolların kapandığını, çığ tehlikesinin olduğunu haber alsak da kararımızdan vazgeçmemiştik. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra akşama doğru tekrar Uraman Taht köyüne varmıştık. Köyün girişindeki, özellikle baharda ve yaz aylarında doğal güzellikleriyle de ünlü köyü gezmeye gelenler kışın ise Pir Şaliyar merasimine katılan ziyaretçiler düşünülerek yapılan otele yerleşmiştik. Merasim güneş doğmadan başlayacaktı. En küçük ayrıntıyı bile kaçırmak istemediğimizden, erken kalkmak için bu taş ülkesinde uykuya dalmıştık.
Uyandığımızda güneşin doğmasına daha iki saat vardı. Karlı dağların ortasında Uraman Taht hâlâ uykudaydı. Gecenin karanlığında sokak görevi gören evlerin avlularından Pir Şaliyar’ın evine geçmiştik. Kısa süre sonra karanlık, çocuk sesleriyle dağılmaya başlamıştı. Alacakaranlıkta küçük gruplar halinde sayısız çocuk, ellerinde poşetleriyle önce evlerin kapılarını çalıyor ve yüksek sesle müjde anlamına gelen “kote kote” nidalarıyla evlerdeki insanları uyandırıyordu. Pir Şaliyar’ın düğünü böylelikle bütün evlere müjdeleniyor, müjdeyi alan ev sahipleri çocuklara karşılığında şeker, ceviz dağıtıyordu. Gün aydınlanırken köylüler evlerinden çıkmış, kimi büyük mescidin önünde, kimi damlarda, kimi de Pir Şaliyar’ın evinin avlusunda birikmeye başlamıştı. Düğün sevinci herkesin yüzünden okunuyordu.
Önce kurbanlar kesilecek, sonrasında düğün yemeği yapılacaktı. Nereden geldiklerini anlamama fırsat olmadan bir anda onlarca insan önlerinde büyükbaş hayvanlar, koçlar ve keçilerle Pir Şaliyar’ın evinin önüne gelmişlerdi. Hayvanların etrafını saran köylüler kurban kesimine geçmişti. Kurbanlıklar yine köylülerin adaklarından oluşuyordu. Hatta Merivan’da, Baneh’te ve Hewraman’ın diğer köylerinde adak adayan insanların Pir Şaliyar merasiminde kesilmek üzere kurbanlıklarını Uraman Taht’a gönderdikleri bile anlatılmıştı.
Pir Şaliyar’ın evinin dışında kurban töreni yapılırken evin içinde ise ateş yakılıp kazanlar yemek için hazır hale getiriliyordu. Dışarıdaki hengâmeden uzaklaşıp rehberim Hamed’le birlikte evin içine geçmiştik. Kazanların başında ateşle meşgul olanlarla konuşma fırsatı bulmuştuk. Bundan bin yıl önce, Pir Şaliyar’ın gerçek düğününün düzeninden ve organizasyonundan sorumlu iki ailenin hiç değişmediğini öğrenmiştim. Rüstemzade ve Bakşi ailelerinin şimdiki fertleri aynı heyecan ve sevinçle yemeği organize ediyor, havas dedikleri seçkin kişiler de onlara yardımda bulunuyorlardı. Kurban kesimi bitmiş, etler ayıklanmaya başlanmış, gücü kurbanlığa yetmeyen ama adağını türlü hububat vererek ve yemeğin çeşnisine katkıda bulunarak gerçekleştirmek isteyen köylüler ellerinde küçük çuvallarla Pir Şaliyar’ın evine doluşmuşlardı. Kaynayan kazanlara evvela et, sonra dövülmüş buğday, nar, alıç, türlü baharat bırakılmış, güzel koku versin diye yöreye özgü kurutulmuş bitkilerden ceferi, şembelile, merze, reyhan katılmıştı. Birkaç saat sonra “aş-e torş” dedikleri yemek hazır olmuş ve dağıtımına geçilmişti. Bütün köylü ellerinde tencereler, kovalar ile düğün yemeğinden nasiplenmek için bekliyorlardı. Yemeğin dışında kurbanlıklardan kalan etler de fakire fukaraya dağıtılıyordu. Diğer evlerde ise çevreden gelenleri misafirperver Hewramanlılar evlerine davet ediyor, sofralar kurulup düğün yemeği sunuluyordu.
Pir Şaliyar’ın evinin önü öğlen namazı sonrası yapılacak zikir için temizlenip hazır edilmişti. Sabah kurban töreni öncesinde olduğu gibi üst üste kurulu evlerin avlularında ve damlarında insanlar birikmeye başlamıştı. Kalabalık giderek artmış, birazdan başlayacak zikir törenini izlemek için yer tutan insanlarla evlerin damları dolup taşmıştı. Pir Şaliyar’ın evinin önündeki geniş avluda toplanan insanların arasında, ellerinde teflerle bekleyen başka bir grubu seçebiliyordum. Köyün yaşlıları, yemek sonrası kıyafetlerini değiştirip keçeden yapılma, adına “feresi” dedikleri kalın ve kahverengi yeleklerini giymişlerdi. “Takile” denilen başlıklara “kiş” dedikleri sarıkları dolamışlardı.
Bir süre sonra ellerinde tef olan köylüler halka kurup ritim tutmaya başlamışlardı. Geride kalan genç yaşlı bütün köylüler, dervişler, civar köylerden ve kentlerden Pir Şaliyar’ı yâd etmeye gelenler kol kola geçip tef çalan grubun çevresinde geniş bir halka kurmuştu. Zikir başlamıştı. Uraman Taht’tan yükselen Allah nidaları tüm Zagroslar’a yayılıyor, derin vadiden süzülen Sirvan Nehri sanki zikire uyup daha coşkulu akıyordu. Pir Şaliyar’ın evinin avlusundaki zikir halkası büyüdükçe büyüyor, diğer evlerin damlarına taşıp başka halkalar oluşuyordu. Tef çalmaktan yorulanların yerini başkası alıyor, ritim hiç susmuyordu.
Saatlerce süren zikir akşama doğru son bulmuştu. Pir Şaliyar’ın temsili düğünü coşkulu bir zikir merasimiyle tamamlanmış, yapılan dualar ve çekilen hu’lar ile pir yâd edilmişti. Merasime katılanlar evlerine dönmüş, Uraman Taht Zagros Dağları’nın ortasında sessizliğe gömülmüştü. Köyün dışına doğru bir tepelikte yer alan mezarlıkta, rengârenk çaputlarla bezenmiş yeşil kubbeli kabirde uyuyan Pir Şaliyar yine çok sevdiği dağlarla baş başa kalıp inzivaya çekilmişti…
Atlasdergisi.com