2015’te Batılı ülkelerle Tahran arasında imzalanan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırılmak için Viyana’da sürdürülen görüşmeler, İran’ın Natanz uranyum zenginleştirme tesisine düzenlenen siber saldırının gölgesinde yürütülüyor. Saldırıyı değerlendiren uzmanlar, olumsuz gelişmelere rağmen ABD ve İran’da anlaşmaya geri dönülmesi iradesi olduğu görüşünde.
Avusturya’nın başkenti Viyana, 6 Nisan’dan bu yana başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin ve İranlı yetkililerin mekik diplomasisine evsahipliği yapıyor. Amaç, 2015’te imzalanan ve İran’ın nükleer programını kısıtlaması karşılığında Batı’nın yaptırımlarını kaldıran anlaşmanın yeniden tam olarak uygulanabilir hale getirilmesi.
Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen nükleer anlaşma, Trump yönetiminin 2018’de ABD’yi çekmesiyle sekteye uğramış, ABD’nin yaptırımları tek taraflı yeniden devreye sokmasıyla İran da uranyum zenginleştirme dahil birçok kısıtlamayı ihlal etmeye başlamıştı.
ABD Başkanı Joe Biden’ın bu yıl göreve gelmesiyle ilk dış politika adımlarından biri nükleer anlaşmaya geri dönülmesi için çalışmalara başlamak oldu. Ancak mesele hangi tarafın ilk adımı atacağı noktasında kilitlendi. İranlı yetkililer anlaşmaya uymak için önce tüm yaptırımların kaldırılmasını şart koşuyor, Biden yönetimi ise anlaşmaya dönmek için önce İran’ın ihlalleri sona erdirmesini istiyor. Bu nedenle Viyana’daki dolaylı görüşmeler daha da önem kazanıyor.
Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Ortadoğu Enstitüsü’nün İran programının başkanı Alex Vatanka, VOA Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede Trump yönetiminin, anlaşmadan çekildiği dönemde İran’ı dize getirmek için ‘’maksimum baskı’’ politikasında net bir stratejiye değil bir umuda dayandığını söyleyerek, Biden yönetiminin yeni diplomasi yaklaşımının işe yarayabileceği görüşünde.
Vatanka’ya göre basit gerçek şu: ‘’Her iki taraf da açıkça geri dönüp 2015 anlaşmasını canlandırabileceklerini görmek istiyor. Tahran ve Washington'da bunu yapacak siyasi bir irade var. Bu nedenle temel unsur ilk adımı kimin atacağı sorusu.’’
Ancak 6 Nisan’da başlayan dolaylı görüşmelere, 11 Nisan’da İran’ın Natanz uranyum zenginleştirme tesisine yönelik saldırının gölgesi düştü. Uranyum zenginleştirmek için kullanılan santrifüjlerin hasar gördüğü sabotajdan İran, İsrail’i sorumlu tuttu.
Tel Aviv’den resmi bir açıklama gelmese de Alex Vatanka’ya göre İsrail'in büyük ölçüde sahip çıktığı bu operasyonla farklı kitlelere mesaj vermiş olabilir.
Bu konuda bir dizi senaryo olduğunu söyleyen Vatanka, ‘’Pek çok insanın bahsettiği birinci senaryo, İsrail’in, saldırıyı, Natanz'daki uranyum zenginleştirme tesisinin bir kısmını havaya uçurmak dahil olmak üzere İran'ı kendi topraklarında vurma kabiliyetine sahip olduğu mesajını göndermek için yaptığı. İsrailliler aynı şekilde ABD ve Avrupalılar’a da 'Hesaplarınıza bizi de dikkate alın, çünkü İsrail'in endişelerini dikkate almadan Tahran'la bir anlaşmaya varırsanız, o zaman buna taraf olmayacağız ve ne yaparsak yapacağız ve bu da diplomasinizi tehlikeye atabilir' mesaj göndermiş olabilirler’’ dedi.
VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Washington Ensitüsü’nün İran uzmanlarından Farzin Nadimi de İsrail’in özellikle Viyana görüşmelerine ve genel olarak 5 yıl önceki orijinal nükleer anlaşmaya dönüş konusundaki şüphelerini gizlemediğine dikkat çekti.
‘’İran orijinal JCPOA'nın yürürlüğe girmesinin ardından İsrail'e karşı düşmanlığını durdurmadığı için, İsrailliler de İran'ın bu sefer saldırgan davranışını durdurması için hiçbir neden görmüyor. Bu kez İsrail, İran'ın geçmişte ve hatta muhtemelen şimdi izlediği yol haritasını anlamak için İran'ın neredeyse tüm nükleer arşivine sahip. İsrail'in yok edilmesi İran hukukunda ve ideolojisinin bir parçası’’ diyen Nadimi İsrail’in anlaşmaya geri dönüşle ilgili tüm görüşmelerden duyduğu hoşnutsuzluğunu ifade etmeyi seçtiğini söyledi.
Nadimi’ye göre bu sabotaj Viyana’da başlatılan nükleer görüşmelerde Batı'ya daha fazla zaman ve güç de sağlama amacı da taşıyor olabilir. Natanz’a yönelik saldırıdan sonra Tahran’dan yüzde 60 saflıkta uranyum zenginleştirdiklerine dair yeni açıklamalar gelmesi de santrifüjleri zarar gördüğü için İran’ın görüşmelerde elinin zayıflayacağı yorumlarına da bir yanıt olarak kabul ediliyor.
‘’Bu sabotaj, ABD'ye daha fazla zaman ve güç verme planının bir parçasıydı, ancak İran da her zaman sürprizlerini hazır tutar ve bu sefer de bir istisna olmayabilir’’ diyen İran uzmanı Farzin Nadimi, Tahran’ın beklenenden daha kısa sürede toparlanacağını ve sabotajın zayıflatıcı etkisinin uzun sürmeyeceği yorumunu yaptı.
İran’ın yüzde 60 uranyum zenginleştirme açıklamasını, başka seçenekleri olmadığı şeklinde değerlendiren Nadimi, ‘’Çıkmaz bir sokakta yürüdüklerini veya koştuklarını biliyorlar ve sonunda bir seçim yapmak için köşeye sıkıştırılacaklar” diyor. Nadimi İran’ın seçeneklerini de ‘füze ve bölgesel nüfuz konularında geri adım atmak’ ile ‘inşayı sürdürmek’ diye tanımlıyor.
Ortadoğu Enstitüsü’nün İran programının başkanı Alex Vatanka da saldırının İran’ın elini zayıflattığı yorumlarına şüpheyle yaklaşıyor ve benzer bir olayın geçmişte yaşandığına dikkat çekiyor.
‘’10 yıl önce Natanz'daki aynı tesiste, santrifüjleri etkileyen farklı türde bir sabotaj düzenlendi ve o saldırıların arkasında da İran'ın ilerlemesini yavaşlatma ve Tahran’ı siyasi olarak uzlaşmaya zorlama fikri vardı ve bu gerçekleşmedi. Bu sefer de aynı şeyin yaşandığını zannediyorum’’ dedi.
Natanz’a sabotajda ABD’nin parmağı var mı?
Natanz’a düzenlenen siber saldırının ardından İran, İsrail’i hızla suçlasa da dolaylı görüşmeleri sürdürdüğü ABD’yi hedef almadı. İsrail’in ABD’nin haberi ya da yardımı olmadan bu saldırıyı düzenlemeyeceğine dair birçok yorum ortaya atıldı.
Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki, “ABD hiçbir şekilde karışmadı. Sebepleri veya etkileri hakkında spekülasyona ekleyecek hiçbir şeyimiz yok” dese de bazı uzmanlar ABD ve İsrail’in İran’a karşı ‘’iyi polis-kötü polis’’ oyununu sahneye koyduğunu savunuyor.
Alex Vatanka’ya göre ABD, bir şekilde bu işin içine girmiş olsa da sorumlu değilmiş gibi davranıyor olabilir zira 2009'daki Stuxnet yazılım saldırısında yaşanan şey tam olarak buydu. Ya da İsrailliler bu saldırıyı gerçekten kendi başlarına gerçekleştirmiş ve ABD’ye haber vermemiş olabilir.
Vatanka, ‘’Durum böyleyse, bu İsrail'i oldukça tuhaf bir duruma sokuyor çünkü İsrail'in kendi güvenlik endişeleri ve Biden yönetiminin İran'a yaklaşımının doğru olup-olmadığı konusunda şüpheleri olsa da gerçek şu ki, ABD İsrail'in en büyük müttefiki olmaya devam ediyor. İsrail'in sadık bir dost olduğu konusunda ABD’yi kızdırmak, Washington'da şüphe uyandırmak, İsrail'in başvurmak istediği bir yol olmaz. Çünkü İsrail, ABD’nin yakın dostu olmaktan gerçekten yarar sağladı’’ ifadelerini kullandı.
''İran ABD'nin parmağı yokmuş gibi davranabilir''
İranlılar’ın yine de stratejik açıdan diplomasiyi tercih edeceğini söyleyen Vatanka, ‘’Amerika’nın parmağı olsa bile, İranlılar böyle değilmiş gibi davranacaklardır. İsrail’i sorumlu tutup, bir anlaşmaya varılabileceği umuduyla Amerikalılar’la konuşmaya devam edeceklerdir'’ iddiasında bulundu.
Washington Enstitüsü’nden Farzin Nadimi de ABD’nin Natanz saldırısı nedeniyle İran ile diplomasi uğruna İsrail’den uzaklaşacağını sanmadığını söyledi. Nadimi, ‘’İsrail her zaman arka arka planda yapılan anlaşmalar konusunda endişeli olsa da ABD'nin İsrailliler’e çıkarlarının ABD yönetimi için çok önemli olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum ve Savunma Bakanları’nın İsrail ziyareti de bunu pekiştirdi’’ dedi.
Biden yönetiminin, nükleer anlaşmayı rayına koymayı başaramazsa, İran’ın komşularını tehdit edecek bir nükleer güç haline gelmesini nasıl engelleyeceği de Washington’da sorulan bir başka soru.
İran’ın şu anda gerilimi tırmandırma politikası güttüğünü söyleyen Alex Vatanka, nükleer bomba aşamasına gelinirse başka ülkelerin de krize dahil olacağına dikkat çekti. Vatanka, ‘’Daha fazla (uranyum) zenginleştiriyorlar ve sürekli olarak nükleer programı genişleteceklerini söylüyorlar. Ama bir noktada silah sınıfı zenginleştirilmiş bir malzemeye çok yakın olacaklar ve bu da nükleer bomba sahibi olmaya yaklaşmak demek. Bu da süreci değiştirecek çünkü birdenbire Rusya ve Çin gibi İran'ın nükleer silah sahibi bir devlet haline gelmesinden rahatsız olan ülkeler olacak. Yani, Tahran'ın gerilimi tırmandırması bir noktada gerçekten savunulamaz hale gelebilir. (Uranyum zenginleştirme) Tahran'ın şu ana kadar Biden yönetimine karşı kullanabildiği bir baskı aracından çok bir baş ağrısı haline gelmeye başlayabilir’’ dedi.
Türkiye’nin tutumu
İran’ın nükleer güç olarak ortaya çıkmasına Batı’nın tepkisi çok konuşulsa da İsrail dışında özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin atacağı adımlar da önemli. ABD Başkanı Joe Biden, geçen Aralık’ta görevi devralmadan önce yaptığı açıklamada "İran'ın nükleer bombaya sahip olması Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve diğerleri üzerinde nükleer silahlara sahip olma konusunda muazzam bir baskı oluşturur ve o bölgede ihtiyacımız olan son şey nükleer kapasite birikimi" demişti.
Farzin Nadimi de benzer bir görüşü dile getirdi. Türkiye’nin kesinlikle nükleer silahsız bir İran'ı tercih edeceğini söyleyen Nadimi, ‘’İran bir nükleer saldırı yeteneği geliştirirse Suudi Arabistan ve Türkiye de aynı şeyi yapacaktır. Suudi Arabistan ayrıca İran'ın füze cephaneliğinden çok endişe duyuyor ve İran'ı ideolojik bir rakip olarak görüyor. Daha güvenli, daha barışçı bir Ortadoğu'ya doğru atılan diğer adımların yanı sıra bir adımın da İran’ı ideolojiden arındırmak olacağına inanıyorum’’ dedi.
‘’Eminim ki Türkler, İran nükleer silahlara sahip olursa, bunun büyük Ortadoğu jeopolitiği için ne anlama geleceği konusunda endişeleniyorlardır’’ diyen Alex Vatanka ise Türkiye’nin İran ile hem iyi hem kötü ilişkileri olan bir ülke olduğuna dikkat çekti.
Vatanka, ‘’Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Afganistan'da ve Kafkasya'da rakipler. Yine de daha güçlü bir İran, Türkler için her zaman kötü bir gerçeklik değildir, çünkü Türkler İran ile iyi ticari ilişkiler kurmak istiyorlar. İran önemli bir ticaret ortağı. Ancak İran nükleer programı nedeniyle fazla ileriye giderse bu da Ankara’nın başını ağrıtabilir ve eminim Türkiye de bunu dikkatle gözden geçiriyordur’’ dedi.
Nükleer anlaşmada Hamaney etkisi
Peki, tüm bu gelişmelere rağmen nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması mümkün mü? Alex Vatanka’ya göre bazı ayarlamaların yapılması gerekse de bunun için pek çok fırsat var.
‘’Bu anlaşmanın 2015'te imzalanmasından bu yana çok şey değişti. Ancak, İran'ın nükleer programına kısıtlamalar koymak karşılığında Tahran’ın petrol satabileceği ya da uluslararası finans piyasalarına erişebileceği şekilde İran’a kilit yaptırımların kaldırılması gibi anlaşmanın temelleri duruyor. Bence JCPOA’in ikinci versiyonu olacak yeni anlaşmayı, 2015'te imzalananı hemen hemen yansıtacak şekilde kısıtlamak kesinlikle başarılabilecek bir olasılık’’ diyen Vatanka İranlılar’ın bunu istediğini ve ABD tarafının da bu yönde ilerlediğini düşündüğünü söyledi.
Farzin Nadimi de görüşmelerden çıkacak sonucun yalnızca eski anlaşmaya dönmek olmasının, bölgede gerginliği sürdüreceği görüşünde. Nadimi, ‘’Ancak İran, diğer önemli konuları ciddi olarak müzakere etmeyi dolaylı veya açık bir şekilde kabul ederse, müzakereler çökene ve gerginlik geri gelene kadar bir sakinlik dönemi göreceğiz’’ dedi.
Nadimi, önemli bir faktörün de İran'ın dini lideri Ali Hamaney’in ölümü olabileceğine dikkat çekti. Alex Vatanka da bu yıl İran’da düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçiminin nükleer görüşmelerde etkili olmadığını söyledi. ‘’İran cumhurbaşkanlarının bu anlamda o kadar önemi yok. Stratejik konularda cumhurbaşkanları karar vermiyor. İşin başında olan kişi Ayetullah Ali Hamaney. Yeniden seçime girmesi söz konusu değil, ömür boyu bu görevde’’ dedi.