Fehim Taştekin
Reformcuların sistemden kopması tehlikeli bulunduğu için stratejik esneklik politikası güdüldü. Önde gelen diğer iki reformcu adayın üzeri çizilirken liderlik açısından zayıf bir profil arz eden Pezeşkiyan onaylandı. Katılımı artıracak ama kazanamayacaktı! Hesap tutmadı... 5’e karşı bir reformcu adaya onay veren müesses nizamın seçim mühendisliği belki çok arzulanmayan bir zaferle sonuçlandı.
İran 20 yıl sonra yeniden bir reformcu adayı cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtuyor. 5 Temmuz’daki ikinci turda Dr. Mesud Pezeşkiyan’ı radikal muhafazakâr Said Celili’ye karşı yüzde 54,7'yle zafere taşıyan yegâne faktör ‘reformcu bir dalga’ değildi. Pezeşkiyan kısa sürede cevval bir kampanya ile umutsuz ve küskün reformcuları biraz canlandırsa da radikal muhafazakârların sistemi tamamen ele geçirmesinden endişelenen ılımlı muhafazakârların oylarını da almayı başardı. Tersinden; dini lider Ali Hamaney’in Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’ndeki temsilcisi Celili muhafazakârları etrafında kenetleyemedi.
İlk turda üçüncü gelen Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf ikinci turda Celili’ye destek açıklasa da yardımcıları Pezeşkiyan’a çalıştı. Yani orta sınıftaki muhafazakârlar Celili’yi istemedi.
İran’ın seçim tarihine bakanların bir projeksiyonu vardı. Katılım düşerse muhafazakârlar, artarsa reformcular kazanıyor. Bunun istisnası 2009 seçimiydi. O vakit muhafazakâr ama sistem dışı ve popülist sağcı Mahmud Ahmedinejad zaferini ilan etmiş, hile-hurda iddialarıyla Yeşil Hareket tetiklenmişti.
Katılım-sonuç arasındaki genel izleğe göre reformcuların kazanması için katılımın yüzde 60-65’i bulması gerekiyordu. İşte ezber burada bozuldu. İkinci turda katılım yaklaşık 10 puan artarak yüzde 49,68’e çıksa da reformcuların boykotu istenen ölçüde kırılamadı ve Pezeşkiyan ılımlı muhafazakâr kesimler sayesinde ipi göğüsledi. Bu kaymada, 5+1’le müzakerelere öncülük ettiği dönemde Batılılara zırnık taviz vermemekle övünen Celili’nin sert tarzıyla yaptırımları tetikleyip ülkeyi izole ederek ekonomiyi iyice batıracağı korkusu etkili oldu.
***
Pezeşkiyan ne muhafazakâr kaleleri ürkütecek dozda reformcu vaatlerde bulundu ne de Mahsa Emini gösterilerinde ortaya çıkan talepleri karşılayacak bir atmosfer yarattı. Kampanyası siyasi ve bireysel özgürlükler konusunda meydan okuyucu değildi. Geleneksel reformcu tabanı tatmin edecek bir performans sergilemedi. Geleneksel tabanı beyaz yakalı orta sınıf, şehirli işçiler, üniversite öğrencileri ve özgürlük isteyen kadınlar oluşturuyor. Pezeşkiyan gençlere seslenmekte zorlandı. Reformcular epey zamandır genç lider çıkaramıyor. Gençler sistem içi reformcu-muhafazakâr ikiliğine umut bağlamıyor. Dar alandaki paslaşmaların değişim bekleyen kitleler üzerindeki etkisi sınırlı. Reformcuların yaslandığı orta sınıflar iktisaden çok zayıfladı.
Bu koşullarda reformcuları istediği gibi ateşleyemeyen Pezeşkiyan hedef kitlesini hoşnutsuz muhafazakâr seçmenlere doğru genişletti. Hamaney'in belirlediği çerçevede çalışacağını, sosyal adaleti gözeteceğini ve farklı siyasi akımlar arasında uzlaşma arayacağını söylüyordu. Bunlar ılımlı muhafazakâr seçmenlerin kaygılarını karşılıyordu.
Boykotçular Pezeşkiyan’ı İslami rejimin ömrünü uzatan bir formül olarak gördü. Boykot kararından vazgeçenler ise değişim olacağına inandıkları için değil beterin beterinden sakınmak için sandığa gitti. Celili ile birlikte İran’ın daha fazla tecrit edileceği, özgürlüklerin hepten daralacağı, ülkenin nefes alınamaz hale geleceğine dair kaygılar öne çıktı. Etnik ve dini azınlıklar da Pezeşkiyan’a ilgi gösterdi.
***
Neticede 5’e karşı bir reformcu adaya onay veren müesses nizamın seçim mühendisliği belki çok arzulanmayan bir zaferle sonuçlandı. Nizam, halkın “İslam Cumhuriyeti’ne desteği ve meşruiyetin teyidi açısından katılım oranını bir kıstasa dönüştürmüş durumda. Sistem 2021 cumhurbaşkanlığı ve Mart 2024 genel seçimlerde meşruiyet için belirlediği eşiğin altına düştü. Katılımı artırmak için 2021’den farklı olarak bu kez reformcu bir adaya onay verildi. Ki Pezekişyan 2021’de Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından elenmişti. O vakit ehil sayılmayan biri, birden ehil oluverdi. Fakat birinci turda yüzde 39.93 katılımla müesses nizam kırmızı kart görmekten kurtulamadı. Bu oran meşruiyet krizinin yeniden teyidiydi.
Katılımın ikinci turda yüzde 50’yi tırmalaması sistemin yüzünü kurtaran bir artış. Meşruiyet eşikte kaldı; ne düştü ne teyit edildi. Geri kalan yüzde 50 her iki tarafın da ilgilenmek zorunda kalacağı bir kitle. Diyelim ki oy kullanmayanların yarısı seçime hiçbir surette ilgi duymuyor. Yani sandığın hayatlarında bir yeri yok. Geri kalan politik kesim de homojen değil. Bir tarafta rejime meşruiyet kazandırmamak için boykot edenler var. Diğer tarafta seçimlerin hayatlarını değiştirmediğine inanan, siyaset erbabına güvenmeyen ama sistemin meşruiyetini de sorgulamayan küskünler var. Uzun zamandan beri dini vecibe olduğu motivasyonuyla muhafazakâr kesimler oy kullansa da sandık onlar için de refah ve ferahlık getirmiyor. Sandığa gitmeyenleri tek kalemde reformcu saymak imkânsız.
***
Seçim mühendisliğiyle ilgili çıkarımlar muhtelif: Bir görüşe göre sistemin gönlünde ya Galibaf ya da Celili vardı. Birincisi pragmatist ılımlı muhafazakâr, ikincisi ‘İlkeciler’ (Usulgarayan) ya da ‘Mukavemet Cephesi’nin gözdesi radikal muhafazakâr. Fakat reformcuların sistemden kopması tehlikeli bulunduğu için stratejik esneklik politikası güdüldü. Önde gelen diğer iki reformcu adayın üzeri çizilirken liderlik açısından zayıf bir profil arz eden Pezeşkiyan onaylandı. Katılımı artıracak ama kazanamayacaktı! Hesap tutmadı.
Diğer görüş meseleye tersinden bakıyor. Beş farklı muhafazakâr adayla oylar bölündü. Kurumsal siyasi akıl radikalleri sistemden biraz uzaklaştırma gereği duyuyordu. Galibaf ile Celili anlaşsaydı reformculara ikinci tur şansı doğmazdı. İkinci turda Galibaf’ın Celili’ye desteği de göstermelikti. Buna mukabil tek bir reformcu adaya izin verilerek bu tarafın oylarının bölünmesi önlendi. Sistem reformcu adayın önünü bilerek açtı.
Üçüncü görüş sistem hem muhafazakâr hem de reformcu adayın zaferine hazırdı.
***
Bir iki nokta atışına ihtiyaç var. Her şeye rağmen İran toplumu dinamik, siyasi yelpazeler geniş. Her şey basitçe reformcu-muhafazakâr çelişkisine indirgenemiyor. Muhafazakârlar arasında da çok farklı akımlar var. Muhafazakârların tamamen Celili’nin etrafında konsolide olması gerçekçi değildi. “İkinci bir Ruhani hükümetine izin verilemez” diyen İlkecilerin ikna kapasitesi sınırlıydı. Gelişmeleri tamamen sistemin mühendisliğine bağlamak iç dinamik ve çelişkileri göz ardı etmek anlamına geliyor.
Hamaney’in Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi’nde temsilcisi olması hasebiyle Celili’yi desteklediğine dair bir algı oluşmuştu. Fakat yanıltıcıydı. Batı ile diyalog kanallarını görmezden gelmemek ama yaptırımların kalkmayacağı gerçeğinden hareketle dış ilişkileri çeşitlendirmek, Rusya ve Çin’le stratejik ortaklıkları genişletmek, bu minvalde Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS gibi oluşumlara dahil olmak ve yakın komşularla gerilimlere son vermek. Bunlar Reisi döneminde rotayı belirleyen parametrelerdi. İşin gerçeği Celili bu rota için uygun değildi. Galibaf iş dünyası ile ilişkileri, diyaloga açık ve pragmatik olması nedeniyle bu yol haritası için daha münasipti. Hamaney’in Galibaf’a oy verdiği de öne sürüldü. Fakat Galibaf da yolsuzluk ve skandallarla yıpranmış bir isim olduğundan vazgeçilmez değildi.
Pezeşkiyan ise başörtüsü zorunluluğu, bireysel özgürlükler, dini ve etnik azınlıklarla ilgili ‘İlkecileri’ sinir eden yaklaşımlar sergilese de dini lidere bağlılığını gösteriyordu. Hz. Ali’ye isnat edilen Nehc’ül Belağa’dan alıntılar yapıyordu. Mütevazı bir mümin profili çiziyordu. Yolsuzluklardan beriydi. Sağlık Bakanı olduğu dönemden peşini bırakmayan bir ayıbı yoktu. Eşi ve kızını trafik kazasında kaybettikten sonra yeniden evlenmeyip üç çocuğunu büyütmüştü. Sevilen biriydi. Pezeşkiyan’ın ipi göğüslemesi halinde yukarıdan taltif edilmesi de şaşırtıcı olmazdı. Belki denebilir ki sistem kendi bekâsı için muhafazakâr tekamülden taktiksel olarak geri çekiliyor. İbrahim Reisi seçildiğinde Devrim Muhafızları’ndan, muhafazakârların binbir tonuna kadar pek çok yerde kurumlar arasındaki devrimci uyumun sağlandığı vurgulanmıştı.
Dini liderin Pezeşkiyan’ı kutlarken verdiği mesajlar nerede durduğunu gösteriyor. Reisi’nin çizgisinin sürdürülmesini ve iç potansiyelin kullanılmasını tavsiye etti. Pezeşkiyan dış politikada birikimsiz ama yanında yer alan eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Dış İlişkiler Stratejik Konseyi Başkanı Kemal Harrazi, Dış İlişkiler Stratejik Konseyi Sekreteri Abbas Arakçi ve eski Moskova Büyükelçisi Mehdi Sanayi gibi isimler buz kıran vazifesi görebilir.
***
Reisi’nin çizgisinin sürdürülmesi sistemin stratejik tercihlerinin korunması anlamına geliyor. Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan başta olmak üzere doğuyla ilişkilerin güçlendirilmesi, Suudi Arabistan dahil komşularla normalleşmenin sürdürülmesi, nükleer programın gelişimine kelepçe vurmadan Batı ile nükleer müzakere zemininin korunması vs. Buralarda bazı açmazlar olduğu için Pezeşkiyan’a 'diğer reformcu liderler gibi hayallere kapılma, gerçeklikten kopma ve iç potansiyeli kullanmaya bak' diye istikamet verildiğini anlıyoruz. En önemli açmaz Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönme ihtimali. Trump nükleer anlaşmayı çöpe atıp azami baskı stratejisine yönelmişti. O yüzden ABD’de neticeyi görmeden Pezeşkiyan’ın Batı ile hızlıca diyaloga girmesi zor. Ama öncelik diplomatik angajman; sistemin esneme paylarına göre farklılıklar sezilebilir.
Pezeşkiyan muhafazakâr bir meclis karşısındayken reformcu bir gündemi dayatamaz. Tabii dini liderin vereceği istikamet meclisteki havayı yumuşatabilir. Hamaney’le uyumlu olduğu görüntüsünü korumaya ihtiyacı var.
Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi başkanı olarak cumhurbaşkanı güvenlik, nükleer enerji, direniş ekseni ve diğer dış politika konularında etkisiz değil ama mutlak belirleyici de değil. Müesses nizamdan söz ediyoruz. Eksen, Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi, Şura Meclisi (parlamento), Uzmanlar Meclisi ve Devrim Muhafızları başta olmak üzere kurumlar arasında şekillenen ve Rehberlik (dini lider) makamının son sözü söylediği karmaşık bir süreçte şekilleniyor. Farklı bir cumhurbaşkanı ile içeride ve dışarıda köklü değişiklikler beklemek gerçekçi değil.
***
Pezeşkiyan’ın dış politika öncelikleri arasında nükleer anlaşmayı canlandırmak, yaptırımların kaldırılmasını sağlamak, Mali Eylem Görev Gücü (FATF) engelini aşmak, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS ile işbirliğini genişletmek, Avrupa ile karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde ilişkiler kurmak, Çin ve Rusya ile stratejik ve dengeli ilişkiler geliştirmek gibi hedefler yer alıyor. Özünde Reisi dönemindeki eğilimlerle paralellik taşıyor. Pezekişyan’ın Çin ve Rusya ile ilişkilerde dengenin kaçırılmaması uyarısı Moskova ve Pekin’i huylandırabilir ama pratikte çok fazla bir şey değişmeyebilir.
Dini liderin dış politika danışmanı konumundaki Kemal Harrazi karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde ilişkileri geliştirmeye ve Batılı yaptırımların yol açtığı sorunları çözmeye yönelik olarak Pezeşkiyan’ın belirlediği hedefler doğrultusunda Dış İlişkiler Stratejik Konseyi’nin tüm uzmanlığını hükümete sunmaya hazır olduğunu bildirdi. Bunu rehberlik makamının cumhurbaşkanına sunduğu bir açık çek olarak görmek de mümkün.
***
Sonuç olarak Muhammed Hatemi’den bu yana sadece reformistler değil ılımlı muhafazakârlar, pragmatik muhafazakârlar (sağcılar) ve geleneksel muhafazakârların da İlkeci muhafazakârlar lehine tasfiye edildiği bir süreç yaşandı. Bu süreçte Pezeşkiyan bir geri tepme sayılabilir. Bu kadar radikal muhafazakârlık sistemin kendisine de fazla.
Geleneksel olarak “İslam Cumhuriyeti” kavramını iki ayak üzerinde oturtanlar, meşruiyetin kaynağı olarak “İslam” ile “cumhur” arasındaki dengeyi bozdu. Halkın iradesi izin verildiği kadar tecelli ettiğinden rejimin cumhuriyet ayağı sakatlandı. Ayrıca Devrim Muhafızları’nın etkin konumu düşünülürse seçilmemişlerin iradesi, seçilmişlerin iradesini ezer hale geldi. Pezeşkiyan’ın bu yapı içerisinde fark yaratması ancak geniş bir koalisyon oluşturma becerisine bağlı.
Kaynak: Gazete Duvar