İki Müslüman entelektüel, Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya ve Yazar Adem Özköse, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişte “darbeci” ve “katil” sıfatlarıyla andığı Sisi ve Esad ile görüşüp barışabileceğine dair sözlerini Serbestiyet’e değerlendirdi:
Adem Özköse: “Milyonlarca sivili katleden Esed’le aramızda olan mesele basit bir küslük meselesi değildir”
Öncelikle devletlerin sadece çıkarları ve menfaatleri vardır türü bir anlayışı doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Devletler de tıpkı insanlar gibi birtakım değerlere, hukuki normlara sahiptirler. Adalet, hukuk, insan hakları gibi değerleri üstte tutan devletler iyi devletler olarak kabul edilir ve iyi bir yönetim başka bir yönetimle ilişki kurarken sadece menfaatlerini değil, değerlerini de göz önünde bulundurur. Bir İngiliz başbakanının “devletlerin sadece çıkarları vardır, dostları yoktur” şeklindeki sözünü sloganlaştırmak, Türkiye ile Mısır’daki darbeci yönetim arasındaki ilişkileri bu söz üzerinden meşrulaştırmak her şeyden önce insani değildir. Türkiye dün Mısır’da yaşanan darbeye karşı durarak değer ve iddialarına uygun davranmıştır. Dün böyle davranıp tüm retoriğinizi darbecilere karşı durmak üzerine kurup bugün yüzlerce masum insanı katleden, halkın seçtiği cumhurbaşkanını devirip askeri darbeyle iktidara gelen bir diktatörün elini sıkarsanız bu tabii ki ciddi bir çelişkidir. Kimse bizlerden Rabia Meydanı’nda yaşanan o vahşi katliama tanık olup bu katliamı gerçekleştiren darbeci bir katilin elinin sıkılmasını normal bir davranış olarak görmemizi beklemesin.
On vatandaşımızı vahşice katleden İsrail ile yakınlaşma sürecinde de aynı retorik kullanılmıştı. Fakat Türkiye İsrail yakınlaşmasının şu ana kadar reel bir faydasını göremedik. Ben darbe yapıp vahşice halklarını katledenlerle veya işgal ettikleri topraklarda insanlara zulmedenlerle kurulacak üst düzey ilişkilerin ne insanlığa ne de ülkemize ciddi faydaları olacağını düşünmüyorum. Türkiye’yi değerli kılan insanlığın vicdanı olma, mazlumlara sahip çıkma gibi iddialarıdır. Bu tür iddiaları olan bir ülke doğal olarak iddialarına göre hareket etmelidir.
Milyonlarca sivili katleden Esed’le aramızda olan mesele basit bir küslük meselesi değildir.
Hitler veya Miloseviç neyse Esed de odur. İnsanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle yargılanması gereken bir savaş suçlusunu meşrulaştıracak adımlar Türkiye’nin Suriyeli mazlumlara sahip çıkarak yazdığı anlamlı hikâyeyi de mahvedecektir. Sisi ve Esed’in elini sıkan bir Türkiye görüntüsü vicdan sahibi herkesi yaralayacak ve üzecektir.
Rıdvan Kaya: “Açıkçası ‘ama ulusal menfaatlerimiz bunu gerektiriyor’ söylemini ilkesizlikten öte, iğrenç buluyorum”
Türkiye’nin Ortadoğu siyasetine ilişkin bir müddettir değişim süreci yaşanmakta. Türkiye Arap Baharı ile birlikte bölgedeki despotik rejimlerin karşısında ve baskıcı iktidarlara karşı ayağa kalkan halkların yanında açık bir tavır almış ve bunun bedelini de ödemişti. Ne var ki despotik rejimler vahşi bir katliam politikasıyla ve de küresel güçlerin de desteğiyle iktidarlarını korudular ve sonuçta kıyam eden halklar kaybetti. Bu süreçte Türkiye de epeyce yalnızlaştı ve hem dışarıda, hem içeride sıkıştı. Bu olguya bağlı olarak Erdoğan’ın sıkışmışlığı aşma yönünde birtakım adımlar attığını görüyoruz. Bu politika değişimini, mecbur kalınarak atılan adımlar olarak değerlendirdiğim için doğrudan mahkûm etmiyorum ama doğru ve haklı da bulmuyorum.
Mısır ile ilişkiler 2 senedir bürokratlar ve bakanlar düzeyinde zaten sürüyordu. Bunu darbeci Sisi ile tokalaşma aşamasına vardırmaya gerek yoktu. Bu görüntünün başta Mısırlı muhalifler olmak üzere, tüm İslami çevrelerde ve trolleşmiş savunucular haricinde Erdoğan’ı destekleyen kitlede de moral bozukluğuna, iç burukluğuna sebep olduğunu düşünüyorum.
Esed ile görüşme konusunu ise tümüyle anlamsız, faydasız ve de yanlış bir girişim olarak değerlendiriyorum. Esed, Suriye topraklarında herhangi bir otoritesi bulunmayan, ülkesini Rusya ve İran’a peşkeş çekmiş bir kukladır, bağımsız bir iradesi yoktur. Onunla görüşüp görüşmemek Suriye’de herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Kaldı ki Suriye’de Türkiye ile Esed rejimi fiilen savaş halindedir ve üzerinde uzlaşma sağlanması mümkün olmayan derin ihtilaflar mevcuttur.
Anladığım kadarıyla iktidar Esed rejimiyle görüşme konusunu biraz da yaklaşan seçimler öncesinde muhalefetin ırkçı, faşizan, muhacir düşmanlığı siyasetini kısmen bertaraf etmek için gündemleştirmeye çalışmaktadır. Bu durum ise başlı başına bir çelişki, daha ötesi utançtır. Bazılarının zannettiği gibi Esed rejimiyle anlaşma sağlanarak muhacirlerin geri gönderilmesi yolu açılamaz. Bu insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi pratikte de mümkün olmayan bir şeydir. Bilakis görüşme konusu sözden fiile geçecek olursa şu anda Türkiye’nin askeri kontrol altında tuttuğu bölgelerde yaşayan yüzbinlerce Suriyeli Esed rejiminin bu bölgeye geleceği korkusuyla engel dinlemez, duvarı aşıp Türkiye’ye girer.
Pratikte bu ilişkilerin Türkiye’ye bir yarar getireceğini düşünmüyorum. Bu rejimlerin zulmettiği kitlelere bir rahatlama getireceğini de düşünmüyorum. İsrail ile ilişkiler gündeme geldiğinde de benzeri argümanlar seslendirilmiş, Filistin halkının rahatlamasına vesile olacağı söylenmişti. Bunlar boş sözler!
Türkiye’nin menfaatine olur mu, bilmiyorum. Mısır özelinde belki Akdeniz’de Türkiye’ye daha fazla sıkıntı yaşatılmamasına, kuşatma çabasının kırılmasına katkısı olabilir. Ama bunun marjinal bir durum olacağını düşünüyorum. Kendi halkları nezdinde nefret edilen rejimlerin bir başka ülkeye menfaat sağlayabileceği kanaatinde değilim. Ama asıl itirazım pragmatik düzlemde neler getirebilir sorusundan ziyade, bu tartışmalar yapılırken İslami, insani, ahlaki değerlerin yok sayılmasınadır. Açıkçası “ama ulusal menfaatlerimiz bunu gerektiriyor” söylemini ilkesizlikten öte, iğrenç buluyorum. Ulusal menfaat denilen şey eğer ahlaktan ve vicdandan sıyrılabilecek bir şey ise bir Müslüman olarak bundan beriyim.’
Ne olmuştu?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen yıllar içinde Sisi için “katil”, “darbeci”, “zalim” gibi ifadeler kullandı.
Erdoğan, askeri müdahaleyi protesto edenlerin simgesi olan Rabia el işaretini de sahiplendi ve 2013 yazından itibaren dört parmağını kullanarak bu işareti sıklıkla tekrarladı.
Erdoğan bir süre sonra bu el işaretini “Tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet” söylemi ile formüle etti.