İsmail Beşikçi: Devletiniz yoksa mezarlıklarınızı bile koruyamazsınız

.

Ünlü sosyolog-yazar İsmail Beşikçi, I. Dünya Savaşından sonra Anti-Kürt bir dünya nizamı kurulduğunu, Kürdistan’ın bölünüp, parçalanarak paylaşıldığını ve Kürtlerin inkar edildiğini belirterek, “Kürdistan sömürge bile değil. Keşke sömürge olsaydı. Belki bugün diğer sömürge ülkeler gibi bağımsız olurdu” dedi.

Rûdaw Araştırmalar Merkezi tarafından başkent Erbil’de “İsmail Beşikçi ile diyalog; Milletler Cemiyeti’nden bu güne kadar Kürdistan” konulu bir panel düzenlendi.

Moderatörlüğünü Rûdaw Araştırmalar Merkezi Direktörü Ziryan Rojhilati’nin yaptığı panele, aydınlar, yazarlar, üniversite öğretim görevlileri ve öğrenciler katıldı.

Panelin başında bir konuşma yapan Rûdaw Medya Grubu Genel Müdürü Ako Muhammed, katılımcılara teşekkür etti.

Muhammed, “Her şeyden İsmail Beşikçi hoca hoş geldin diyoruz. Bugüne kadar da bir çok Kürt, Kürtler üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle kendisini Kürt olarak biliyor. Ama o hünanist, insanperver bir şahsiyet ve bu yüzden bugün devleti olmayan ama ülke sahibi en büyük milletin sorununun peşinden gidiyor. Bugün Beşikçi Hocayı burada ağırlamak bizim için büyük bir onurdur” dedi.

Kürdistan’ın geçmişi, bugünü ve geleceği konusunda açık bir tartışma yürütülmesini ümit ettiğini belirten Ako Muhammed, ayrıca semineri organize eden Rûdaw Araştırmalar Merkezi’ne de şükranlarını iletti.

“Neden bir Kürdistan kurulmamıştır?”

Daha sonra sunum yapan ünlü sosyolog-yazar İsmail Beşikçi, I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasi çehresinde çok büyük değişiklikler olduğunu, imparatorlukların parçalandığını anlattı.

Beşikçi’nin konuşmalarından öne çıkan başlıklar şunlar:

“I. Dünya Savaşı sonrasında yenilen devletler galip devletler tarafından paylaşıldı. Yenilen devletler Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu. Galip devletler ise Fransa, İngiltere, Rusya. Bizi ilgilendiren Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu ve Mezopotamya’daki topraklarının paylaşımıdır. Bu paylaşım sürecinde İngiltere’ye bağlı olarak Irak, Ürdün, Filistin mandaları kurulmuştur. Fransa’ya bağlı olarak da Suriye ve Lübnan mandaları kurulmuştur.

Burada temel soru şudur; neden bir Kürdistan kurulmamıştır? Örneğin Şeyh Mahmud Berzenci Kürdistan’ın güneyinde İngiltere’ye karşı şunu söylüyordu; ‘ben Kürdistan Kralıyım. Beni Kürdistan Kralı olarak kabul edin.’ İngiltere ve Fransa gibi emperyal devletler değil bağımsız bir Kürdistanı, sömürge bir Kürdistanı bile kabul etmediler. 1920’leri belirleyen çok önemli bir süreçtir bu.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Kongresi’nin en önemli işlerinden biri Kürdistan’dı. Milletler Cemiyeti uluslararası ilişkilerde barışı egemen kılmak için kuruldu. Yani savaşa varmadan sorunların barışçıl bir süreç içerisinde çözümü için kuruldu. Ama biz şunu görüyoruz; böyle bir dönemde Kürdistan’ın bölündüğünü, parçalandığını, paylaşıldığını görüyoruz. Döneme rengini veren önemli bir ilke ‘Ulusların Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı’dır. Sovyetler Birliği’nde Lenin, Stalin, Troçki, ABD’de Başkan Wilson bu ilke üzerinde çok duruyordu. Ve bu ülkenin Ortadoğu’da, Güneydoğu Asya ve kuzey Afrika’da halkları coşturduğu bir dönemdir bu. Bu ilke doğrultusunda pek çok toplumsal, siyasal süreçlerin yaşandığını görüyoruz. İşte böyle bir dönemde Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Bu çok can alıcı bir dönemdir. Hem uluslararası barışı korumak için Milletler Cemiyeti kuruluyor, hem ulusların kendi geleceğini tayin hakkı konusunda çok önemli çalışmalar, siyasal hareketler söz konusu. Aynı bu dönemde Kürdistan bölündü, parçalandı ve paylaşıldı. Bunun çok önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum.

“Anti-Kürt bir dünya nizamı kuruldu”

Kürdistan’ın bölündüğünü, parçalandığını ve paylaşıldığını vurguluyoruz. Bu anti-Kürt bir dünya nizamının kurulduğunu gösteriyor. Milletler Cemiyeti kendisinden beklenen uluslararası barışı koruyamadı ve II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesine engel olamadı. Tabi II. Dünya Savaşı çok daha kanlı bir savaştır. Ama bu savaşta da devletler, devlet adamları uluslararası barışı koruma görüşünü tekrar ileri sürmeye başladılar. Bu kapsamda çok önemli toplantılar oldu ve 1945’te Birleşmiş Milletler kuruldu. Ama Ortadoğu’nun siyasal vicdanında hiç bir değişiklik olmadı. 1920’lerde nasıl bir anti-Kürt nizamı kurulduysa, Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan sonra bu nizam sürdürüldü ve yeni bir bölgesel anti-Kürt dünya nîzanımı kuruldu.

Genel olarak şunu görüyoruz; bugün Kürtler 50 milyondan fazla bir nüfusa sahiptir. Son dönemde yapılan bazı araştırmalarda Kürt nüfusunun 70 milyona yükseldiği söyleniyor. Türkiye, İran, Irak, Suriye sayımlara izin vermediği için gerçek rakamlar nedir bilmiyoruz ama bu kadar büyük bir nüfusa rağmen Kürtler uluslararası nizam ve ilişkiler içerisinde hala yer bulamamıştır.

Birleşmiş Milletler’de 193 devletin olduğu söyleniyor. Örneğin Kürtler bu devletler arasında değil. Yani BM gibi bir kurumda Kürtler temsil edilmemektedir. Uluslararası olimpiyatlara katılan ülkelerin sayısının 213 devlet olduğu söyleniyor. Avusturalya ile Yeni Zelanda arasındaki Büyük Okyanus’ta nüfusu binlerle ifade edilen devletler var. Bugün Avrupa Birliği üyesi olan Kıbrıs, Moldova, Lüksenburg gibi ülkelerin üçünün birlikte nüfusu 1 milyon bile değildir. Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Çekya gibi devletlerin nüfusu ise 1,5-2 milyondur. Basra Körfezinde Kuvety, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri’nin nüfusu 1 milyona varmamaktadır ama bunlar devlettir ve üstelik Kürtlerin geleceğini belirleme hakları da vardır. Ortadoğu’da sınırların değişimine karşıymış şeklinde karar alabiliyorlar. Ama bu kadar büyük bir nüfusa rağmen Kürtler hala devletsizdir.

“Keşke Kürdistan sömürge olarak kurulsaydı”

Genel olarak bütün Kürtler, Kürt siyasi partileri, ‘Kürdistan sömürgedir’ diyor. Aslında Kürdistan sömürge bile değildir. Bu çok önemli bir belirlemedir. Bu şu anlama geliyor; keşke Kürdistan da sömürge olarak kurulsaydı. Bu noktada sömürgeler nasıl kuruldu, bunun tarihine bakmak gerekiyor. 16’ıncı yüzyılın başlarından sonra Avrupalılar Afrika’ya ayak basmaya başladı. Önce Hollandalılar, Danimarkalılar, daha sonra İspanyollar, Portekizliler. 18’inci yüzyılın sonlarına doğru ise İngilizler, Fransızlar ve 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde de İtalyanlar ve Almanlar Afrika’ya ayak basmaya başladılar. Herkes Afrika’da belli bir yeri kontrol etmeye başladı. Afrika bu devletler tarafından paylaşıldı. Ama bu süreçte şunu görüyoruz; herkes kendi yerini genişletme çabası içerisinde. Bu da sömürgeye sahip devletler arasında ihtilaflar yarattı. Bu bakımdan 1886’da Berlin’de bir kongre yapıldı ve kongrede fiili durum hukukileşti. Afrika böylece parçalanmış ve paylaşılmış oldu.

Afrika bölündü, parçalandı ama her sömürgenin bir sınırı, bir adı var. Kenya dediğimiz zaman belli bir sınıra sahiptir. Mozambik, Gana, Zimbabve ve bütün sömürgelerin bir sınırı vardır. O sömürgede yaşayan halkın belirli bir dili, kültürü var. orayı sömürgeleştiren ülke de bunu biliyor ve tanıyor. Bir ülke sonsuza dek sömürge olarak kalacak değil. Sömürgeci güç, ekonomik, siyasi ve toplumsal bakımında sömürgelerini güçlendirip onları kendi kendilerini yönetecek düzeye getirip bağımsızlığını tanıyacaktır.

“Bu nizamda Kürdistan diye bir ülke, Kürt diye bir halk yok”

Ama Kürdistan’da böyle olmuyor işte. Çünkü Anti-Kürt bölgesel nizamda Kürdistan diye bir ülke, Kürt diye bir halk yok. Bunu biz söylüyoruz, siyasi partiler ve araştırmacılar söylüyor ama devletler bunu söylemiyor. Zaten Kürtlerden bahseden böyle bir anlaşma da yok. Lozan’da ne olmuş, Kürtler fiili olarak bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış. Türkiye ne diyor; burası Türk toprağıdır. Araplar diyor Arap toprağı, Farslar ise Fars toprağı diyor. Kürdistan diye bir ülke, Kürt diye bir halk yok. Afrika’daki durumu burada göremiyoruz. Bu nedenle diyoruz ki keşke Kürdistan bir sömürge olsaydı. Sömürge olsa tıpkı II. Dünya Savaşından sonra bağımsız olan ülkeler gibi olurdu. Ama bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış, adı yok, kültürü yok, hiç bir şeyi yok. Böyle bir Kürdistan.

Başka bir önemli konu da şu; bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var. Bunlardan sadece 4’ü silahlı mücadele ile bağımsızlığını kazandı. Geriye kalanlar anayasal görüşmeler denen yöntemler var, bu yöntemlerle bağımsızlık kazanmışlardır. Afrika’da ulusal kurtuluş cepheleri nasıl kuruldu. Sömürgecilerle işbirliği yapan ailelerin çocukları Paris, Madrid, Lizbon gibi metropollerde eğitimlere gönderildi. Oralarda tıp, hukuk, mühendislik ve siyaset okuyorlardı. Bundan da daha önemlisi özgürlüğün bilincine vardılar. Ülkeye döner dönmez de ulusal kurtuluş cephesi kurdular. Bunu Kürdistan’da göremiyoruz.

Afrika ülkeleri ile sömürgeci ülkeler arasında binlerce kilometre mesafe var. Ama Kürdistan’da durum böyle değil. Afrika sömürgelerinde sömürge yönetimi güçsüzdür. Ama bitişik sömürgelerde durum çok ağırdır. Sömürge yönetimi bütün ağırlığını koyabilmektedir. Bağdat’tan kalkan bir uçak yarım saat içerisinde Kürdistan topraklarını bombalayabiliyor. Irak ordusunun ana üslerinden biri zaten Musul’daydı, yani Kürdistan’ın içinde.

II. Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Milletler sömürgelerin bağımsızlığı konusunda bir bildiri yayınladı. Yani sömürgelerin kendi kendilerini yönetmesi için 14 Aralık 1960’ta 7 maddelik bir karar çıkarıldı. 1, 2,3 ve 5 sömürgelerin bağımsızlığı, 4, 6,7 toprak bütünlüğünü koruma maddelerini içeriyor. Bu birbiri ile çelişkili bir karardı. Sömürge ile sömürgeciler arasında deniz ve okyanus varsa o sömürgelere bağımsızlık verilmesi gerekir. Ama bitişik sömürgelere böyle bir hak tanınmıyor. Bitişik sömürge kavramını biz kullanıyoruz. Orada da milli ve ulusal hareketler olursa BM bu sömürgeci ülkelere yardımcı olacaktır diyor. Bu bakımdan BM kararı kendisi ile çelişiyor. Bu BM’nin Anti-Kürt tutumudur.

“Devlet sahibi olmak merkezileşme ile olur”

Kürtler bu kadar büyük bir nüfus ve çok geniş bir toprak parçası olan Kürdistan coğrafyası üzerinde yaşamalarına rağmen neden bugüne kadar Kürdistan devleti kurulamadı? Bu da önemli bir sorudur. Burada çok derin bir çelişki var. İki neden üzerinde durabiliriz. Örneğin Türk egemen sistemi ile Kürtlerdeki parçalı egemenlik sistemi. Türk-Osmanlı egemenliği Osmanlı padişahı, yada İran egemenliği İran şahı tarafından temsil edilir. Her padişah değiştiğinde yeni padişah kardeşlerini, yeğenlerini öldürüyor. Neden? İleride kendi egemenliğine muhalefeti engellemek için.  Kürtlerde böyle değildir. Parçalı bir egemenlik var. Örneğin, 1514’te Yavuz Sultan Selim ile Kürtler arasında Amasya Anlaşması denen bir anlaşma var. Bu anlaşmaya 25 mir katılmış. Ama bu 25 mir kendi aralarında anlaşıp bir başkan seçememişler ve Osmanlıya ‘bize bir paşa gönder, o bizi yönetsin’ diyorlar. Osmanlı padişahı geçtiğinde yerine oğlu geçiyor ve tüm mirasını alıyor. Kürtlerde ise mir ölünce mirası evlatları arasında bölünüyor. Selahaddin Eyyubi döneminden bu böyledir. Selahaddin Eyyubi de vefat etmeden önce egemen olduğu toprakları kardeşleri ve oğulları arasında paylaşmış. Bu parçalı egemenlikten dolayı Kürtler merkezi bir yönetim oluşturamamışlar.

“Devletiniz yoksa mezarlıklarınızı bile koruyamazsınız”

Bir de bir kültürden söz etmem gerekiyor. Kürtlerde şunu görüyoruz; bir aşiretin veya bir ailenin öne çıkması diğerleri tarafından engelleniyor. Kimse öne çıkması, kimse sivrilmesini bizim gibi kalsın gibi bir kültür var. Öne çıkanların engellenmesi söz konusu. Bu da devlet olma önündeki engellerden biri. Bu kültür Kürtlerin devlet olmasını önlemiş. İsrail’de çok farklı bir kültür var. İsrail’de bir aile veya şahsiyet öne çıkınca diğerleri ona destek veriyor. Bu güçlü bir toplum yaratmanın da örneğidir.

Bu Kürdistan Bölgesi’ne nasıl yansıyor? Siyasal partilere bağlı ordu, maliye ve bürokrasi şeklinde yansıyor. Merkezi güç olamıyorsanız hiç bir şeye sahip olamazsınız. Devlet çok önemlidir. Devletiniz yoksa mezarlıklarınıza dahi sahip çıkamazsınız. Devletiniz yoksa bir müze bile kuramazsınız.

Devlet sahibi olmak merkeziyetçilikle olur. Burada Peşmergelerin üniformaları bile değişik. Bu noktada siyasi partilere yönelik eleştiriler önemlidir. Kürdistan Bölgesi’nde üniversitelerin böyle bir işlevi olmalı. Sen 50-60 milyon nüfusa sahip olacaksın ama bir devletin olmayacak. Böyle olur mu?

Kürtler ABD yöneticileri ile konuşuyor, bir tarafta ABD bayrağı, bir tarafta Kürt bayrağı var. Örneğin Başbakan Mesrur Barzani Londra’da Başbakan Johnson ile görüştü. Bir tarafta masada İngiliz bayrağı vardı, bir tarafta Kürt bayrağı. Kürtlerin Fransa, Almanya, İsveç, Norveç gibi devletlerle görüşmesi böyle, Kürtleri tanıyorlar. Ama Kürtlerin Türkiye ile görüşmesi böyle değil. Kürt bayrağı olmaması ne anlama geliyor? Seni tanımıyorum anlamına geliyor. Bu anlamda Kürdistan hükumetinin buna dikkat etmesi gerekiyor. Tabi Kürtlerin Türkiye ile diplomatik, ticari ilişkiler geliştirmesi çok önemli. Petrol, gaz konusunda ilişkiler geliştirmesi kaçınılmaz bir şey. Çünkü bölünme, parçalanma Kürtleri dostsuz bırakmıştır ama hasımları pek çoktur. Bundan dolayı Kürtlerin bir yerden dünyaya açılması gerekiyor. Ama bir de Kürt bayrağının tanınması gerekir. Siyasal partilerin, hükumetin ve parlamentonun da bu konuda dikkatli olması gerekir.

İsmail Beşikçi, konuşmasının ardından konukların sorularına yanıt verdi.

Rûdaw

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz