Söyleşi / Asli ATASOY
DGM tarihinin en çok yargılanan isimlerinden olan sosyolog yazar İsmail Beşikçi, DGM'ler için "Adalet tecellisi mümkün değildi. Ben her zaman suçsuzdum. Düşüncelerimi ifade ettim. Düşünceyi ifade etmek çok meşrudur. Suçum olmadığı için hiç beraat istemedim" diyor
İsmail Beşikçi, düşün dünyamızın yaşayan en üretken yazarlarından. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistan olarak çalışmaya başladı. O dönem yazdığı yazılar nedeniyle kendisini ihbar eden iş arkadaşları yüzünden tutuklandı. Diyarbakır Cezaevi'nde geçirdiği süreçte sosyolojik çalışmalar yaptığı Kürtler ve kültürleri hakkındaki düşünceleri farklılaştı. Bu değişimin üretimlerine yansıması kaçınılmazdı. Beşikçi, DGM'lerde en çok yargılanan yazar ünvanına sahip. Hakkında açılan yüzlerce dava nedeniyle hayatının 17 yılını cezaevinde geçirdi. Şimdilerde Beyoğlu'nda adını taşıyan vakıfta yapılan çalışmaları izliyor. Vakıftaki 80 bin kitaplık eşsiz kütüphane Beşikçi'nin uğruna yıllarca bedel ödediği bir hayat hikâyesi olarak halka açık olarak hizmet veriyor.
İsmail Beçikçi, İstanbul DGM yargılamaları (1990)
- DGM'lerle ilk ne zaman tanıştınız?
Belge Yayınları'ndan 1990 Mart ayında "Devletler Arası Sömürge Kürdistan" kitabım yayımlandı. Kitaptan dolayı Ayşe Zarakolu ve benim hakkımda DGM'de soruşturma açıldı. Ayşe serbest bırakılırken ben eski ceza yasasında olan 142'ye 3'ten bölücülük suçlaması ile tutuklandım. Cezaevindeyken ikinci kitap "Bilim, Resmi İdeoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu" yayımlandı. O kitapta da hem Ayşe hem benim hakkımda soruşturma açıldı. Daha sonra üçüncü kitap: "Bir Aydın, Bir Örgüt ve Kürt Sorunu" yayımlandı. Bu süreçte 1990 Mart'ından 1990 sonuna kadar Sağmalcılar Cezaevi'nde idim.
- Süreç nasıl oldu?
Ankara'dan İstanbul'a gelmiştim. Kitap nedeniyle ifade verdikten sonra tutuklandım. O zaman yargılamalar Gülhane'deki İstanbul DGM'deydi. 1991'in Mart'ında Ankara'daydım. Avrupa'daki nevruz kutlamasına bir mesaj gönderdim. O mesajdan dolayı bu kez Ankara DGM'de soruşturma açıldı ve tutuklandım. Bu sefer Ankara Ulucanlar Cezaevi'ne gönderildim. Kitapları yeniden, Ankara'da Yurt Kitap'tan yayımladık. Böylece 90'lı yıllarda art arda davalar açıldı.
- Soruşturmalar nasıl oluyordu?
İstanbul'da DGM'de ifade verdiğim bir savcı çok yumuşaktı. Beni dinledi. O savcı "Seni tutuklamak zorundayım" dedi ve tutuklama istemiyle hakime gönderdi. İstanbul DGM çok geniş bir salondu. Savcıların oturduğu 5-6 masa vardı. Savcıya ifade verdikten sonra tutuklama talebi için hakime giderken başka bir savcının masasının önünden geçtim. O esnada o masadaki savcı "Beni hatırladın mı" dedi. Hatırlayamayınca kendisi "Ben Sakarya Kaynarca savcısıyım. 1980'de seni tahliye etmiştim" dedi. "Tahliye ederken sana dedim ki bir daha bu işlerle uğraşma. Ama sen hiç kimseyi dinlemedin. Kürdistan Mürdistan deyip duyuyorsun" dedi. O gün tutuklandım. Cezaevine gönderildim.
- O dönem gözaltında tutuyorlar mıydı sizi?
Gözaltında fazla kalmadım. Kitap yayımlanıyordu, hakkında toplatma kararı verilip soruşturma açılıyordu. Bunun üzerine ifade vermeye gidiyordum, sonra tutuklama oluyordu.
- İfadeye sizi çağırıyorlar mıydı yoksa evinizden mi alıyorlardı?
Eve baskınla sabaha karşı geliyorlardı. Sabah ezanı öncesinde geliyorlardı. Kütüphaneyi kurcalıyorlardı, kitaplara bakıyorlardı. Bazılarını alıp götürüyorlardı.
- Komşularınız duyuyor muydu?
Tabii. O zaman özellikle komşuları da rahatsız ediyorlardı. Hatta karşı daireye "Falancayı sorguluyoruz, sen de bulun" diyorlardı. Sabah erkenden paldır küldür çıkıyorlardı merdivenlerden. Komşular gelen gidenlerin seslerinden rahatsız oluyordu. 1990'larda komşular epey rahatsız oldu.
- Rahmetli eşiniz nasıl karşılıyordu bu durumu?
Elbette çok rahatsız oluyordu.
- Siz ona ne diyordunuz? Onu teselli etmek için bir şey diyor muydunuz?
(Gülüyor…) Kabullenmişti. O zaman bilgisayar yoktu daktilo vardı. Yazarken tuşlara vurdukça ses çıkıyordu. Eşim "Sen yine savcıları rahatsız edeceksin. Polisler yine gelecek" diyordu.
- Sizi bu nedenler yüzünden terk etmeyi düşündü mü?
Hayır, hiç sorunumuz olmadı. (Gülüyor.)
- İlginç olaylar oluyor muydu?
Alıp götürülen kitapları daha sonra hiçbir zaman geri alamadım. Aldıkları kitapların hakkında toplatma kararı olmasa da o kitapları bir daha ele geçiremiyorduk. Bir defasında eve geldiler, bazı kitapları aldılar. O kitaplar arasında masamda insan hakları raporu vardı. Polis müdürü beni emniyete götürürken; "Bize teşekkür etmelisin. Çünkü eğer biz bu raporu götürmeseydik sen bu rapor hakkında yazı yazardın. O yazıdan dolayı biz seni tekrar tutuklardık. Şimdi o yazıyı yazmayacaksın biz de seni tutuklamayacağız" dedi. Yine Kızılay'da 1997 yılında sanırım bir akşam eve yetişmek için otobüse yetişmek hızla ilerliyordum. Karşıdan gelen kişi yanımdan geçti sonra sırtıma vurdu. Dönüp baktım ve birden tanıyamadım. Kendisini tanıttı; "Ben Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndenim" dedi. Bunu der demez hemen kendisini tanıdım. Beni yargılayan hakimdi. Çünkü bir davada 5 yıl beraber aynı mahkemede bulunmuştuk. "Seni böyle sağlıklı görmekten çok mutlu oldum" dedi. Bu lafı söyledi ve üç kere tekrarladı. Ben de ona "Siz de biraz zayıflamışsınız. Renginiz solmuş" dedim. O da hasta olduğunu söyledi. Böyle şeyler de oldu.
"Yüzlerce kez yargılandım"
- Kaç kere yargılandınız DGM'de?
Ben 13 kere veya 14 kere girip çıktım cezaevine. Hakkımda hep yazılardan ya da kitaplardan girip çıktım. Hakkımda yüzlerce dava açıldı. Yüzlerce kez yargılandım.
"Adil yargılanma olmazdı"
- DGM'ler sizce neydi?
İfade özgürlüğünü savunduğunuz için yargılandığınız yer. Bu tür yargılamalarda adil yargılama olmazdı. Adil duruşmalar, adil bir hüküm söz konusu olmazdı. Devletin üst tabakalarından birtakım kişiler işte DGM savcısına, hakimine "Şu kitabın, şu düşüncenin mahkûm edilmesi gerekir" diye genel bir açıklama yaparlardı. Onlar da o düşünceyi mahkûm etmek için her türlü olanağı kullanırlardı. Adil yargılama ya da adalet tecellisi bu tür duruşmalarda mümkün değildi. Hatta şöyle söylemek gerekir ifade özgürlüğüyle ilgili yani düşün özgürlüğüyle ilgili davalarda sağlıklı adil bir yargılama olması mümkün değildir.
- Bu dosyada Savcı Talat Şalk ile de görüştüm sizin cezaevine ilk kez girmenize neden olan "Doğu Anadolu'nun Düzeni" isimli kitabınız hakkında şu yorumu yaptı: "Kitap yeniden basıldı ve bana geldi. Kitap normal bir ilim adamının yazacağı kitaptı. Doğu'daki ağalık düzenini eleştiriyordu. Ben kitapta hiçbir suç unsuru bulamadım. Kitap hakkında takipsizlik kararı da verdim. Oysa aynı kitapla ilgili daha önce mahkeme İsmail Beşikçi'yi mahkûm etmiş. Ne yazık ki Beşikçi çalıştığı fakültenin elemanları tarafından hiç savunulmamış. Beşikçi'yi üniversiteden ihraç etmişlerdi. Beşikçi'nin üniversiteden ihraç edilmesindeki mahkeme kararına "Bu ilmi bir kitaptır bir eleştiridir" diye itiraz etmeyen ve karar üzerine Beşikçi'yi üniversiteden ihraç eden üniversite yetkilileri de suçludur" şeklindeki yorumuna katılıyor musunuz? Ben bu yorumu "O dönem üniversitedeki arkadaşları sahip çıkmadı, çıksalardı Beşikçi'nin kaderi belki başka olacaktı" şeklinde okudum.
Evet o doğru. O kitaptan dolayı benim Erzurum'da üniversitedeki görevime son verildi. O kitap yüzünden tutuklandım. Ve Diyarbakır Tutukevi'ne gönderildim. Benim düşüncelerim o tutukevi sürecinde epey değişti. O yargılama sürecinde yani 1971 ile 1974 arasında cezaevindeyken Kürtler hakkındaki önceki düşüncelerim değişti. 1974'ten sonra yayımlanan kitaplarım çok farklıdır.
"Beşikçi'yi Beşikçi yapan devlettir"Söyleşi esnasında yanımızda olan "Çağımızın Sokrates'i İsmail Beşikçi" kitabının yazarı olan İbrahim Gürbüz bu sırada söze girerek şu cümleleri kurdu: "Aslında Talat Şalk, Beşikçi'yi Beşikçi yapan devlettir" diyor. Keşke o zaman ilk dönem, Beşikçi hakkında soruşturma açılmasaydı, üniversiteden atılmasaydı, arkadaşları ona sahip çıksaydı Beşikçi başımızın belası olmazdı demiş." |
- Katılıyor musunuz İbrahim Gürbüz'e?
Evet böyle yorumlanabilir. Doğru…
- Sizin için 1997 yılında sizin için yapılan "İsmail Beşikçi'ye Özgürlük Kampanyası" hakkında neler söylersiniz?
O sırada Bursa Özel Tip Cezaevi'ndeydim. Zaman zaman özellikle düşüncelerinden dolayı yargılananlar hakkında böyle kampanyalar açılıyordu. Benim kanımca o kampanyalar yani ifade özgürlüğünün gelişmesi bakımından ifade özgürlüğünün yaygınlaşması ve derinleşmesi bakımından önemli. Cezaevinde olan bir kişiye sahip çıkarken ifade özgürlüğüne sahip çıkmak önemli bir süreç.
"Suç yok ki beraat isteyeyim"
- Hiç beraat talebinde bulundunuz mu?
Hayır. Bir duruşmada avukatım hakime talepte bulundu. İşte "Beşikçi'nin beratını istiyorum" dedi. Ben ona itiraz ettim. Beraat suçla ilgili bir kavramdır. Yani bir ceza kanununa göre bir fiil suç kabul edilir. Ondan dolayı siz gözaltına alınır ya da tutuklanırsınız. Beraat deyince siz o fiilin suç olduğunu benimsiyorsunuz ve o suçu işlemedim diyorsunuz. Halbuki ben her zaman suçsuzdum. Düşüncelerimi ifade ettim. Düşünceyi ifade etmek çok meşrudur. Suç yok ki beraat isteyeyim. O hakim serbest bırakılmamı istedi ama diğer iki hakim ceza verdi.
- DGM'ler 2004 yılında kapatıldığında ne düşündünüz, nasıl yorumladınız?
İfade özgürlüğünden dolayı yargılandım. İfade özgürlüğünden dolayı DGM'de, Ağır Ceza'da ya da Asliye mahkemelerinde yargılanmışsın. Pek fark yok…
- O dönem ya da şimdi kendinizi yalnız hissettiğiniz zamanlar oldu mu?
(Gülüyor…) Kürtlerle ilgili ifadelerinizden dolayı her zaman yalnız kalabilirsiniz.
- Şu an nasıl hissediyorsunuz, keyfiniz yerinde mi?
Normal demokrat bir yazar olarak hissediyorum. Bir sorun yok. (Gülüyor…)
Kaynak: T24