Devletin içindeki İttihatçı güç odakları koltuk ve ikbal düşkünü iktidar koalisyonunu da kışkırtarak Kuzey Irak’ın ve Kuzey Suriye’nin işgal edilmesi için yoğun faaliyette.
Türkiye’nin güvenliği ve bekası ile ilgili yapılan derin analizlere, müthiş yorumlara, hamasetten tüylerinizi tirtir titreten söylemlere hiç kulak asmayın.
Ülkeyi yöneten güç odaklarının, sivil-asker güvenlik bürokrasisinin tamamı, siyasal kurumlarının, medyanın, iş çevrelerinin ve devletine biat etmiş sivil toplum(!)un çok büyük bölümünün, Kuzey Irak’a, Kuzey Suriye’ye, hatta Suriye’nin tamamına yönelik düşünceleri bellidir.
Sorsanız, “Irak’ın Kuzeyi bizimdir, Suriye zaten bizimdi” diyeceklerdir.
Zannetmeyin ki, bugünkü AKP-MHP-Devlet Koalisyonu’nun bir süredir dilinden ve gündeminden düşürmediği, “Mutlaka Kuzey Irak ve Suriye’ye girilecek. Oradaki terör odakları yerle bir edilecek, o topraklarda güvenli bir bölge ya da barış koridoru kurulacak” yollu söylemleri yenidir.
Sanmayın ki devletimiz ve onun hükümetleri Rojava’daki (Kuzey Suriye) gelişmelerin sonucunda Suriye Kürtlerinin kazanımları ve değişen dengeler nedeniyle acilen rotasını Suriye’ye çevirmiş ve gündemin tepesine oturtmuştur.
Ve sanmayın ki Ankara sadece bu nedenle, Kuzey Suriye’deki egemen güç ABD’ye rağmen o bölgeye operasyon yaparak, ülkenin bekası gerekçesiyle güvenli bölge kurmak için Putin’inden de destek alarak, ‘delikanlı’ tavrıyla mesajlar vermektedir.
Hiç kuşkusuz Suriye efelenmelerinin temel nedeni, sınırların ötesindeki Kürtlerdir. Kürtler oldum olası sadece varlıklarıyla bile bir tehdit olarak görülmüştür.
Suriye iç savaşı ile birlikte Kürtlerin, Suriye ve Ortadoğu’yu, hatta Batı dünyasını IŞİD belasından kurtaran bir güç olarak tüm dünyada sağladığı saygı ve meşruiyet ortamı, Türkiye’yi yönetenlerin ilave kâbusudur.
SURİYE’DE KÜRTLER KAZANDIKÇA ANKARA HEP KAYBETTİ
Suriye’de IŞİD ve El Kaide türevi cihatçı örgütleri yenilgiye uğratan Kürtler ve SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) karşı Ankara hep kaybeden oldu.
Şam yönetimini devirip yerine kendi güdümünde cihatçı bir iktidar kurma hayalleri suya düştü.
Başta birlikte hareket ediyor gibi görünse de ABD, cihatçılara dayalı Suriye politikası nedeniyle Türkiye ile yollarını ayırdı.
Giderek yalnızlaşan Türkiye, tam anlamıyla Rusya’ya ve Putin’e biat eder hale geldi. Kuzey Suriye’de Cerabulus- Bab-Azez bölgesi ile Afrin’i Ruslardan izin alarak işgal ederek Suriye sahasında tasfiye olmaktan kurtuldu.
Şu anda Ankara’da, “Bir kere girdim, beni artık buralardan zor çıkarırlar” havasının olduğu görülüyor.
“Kuzey Kıbrıs’tan nasıl çıkaramıyorlarsa buradan da çıkaramazlar” diye düşünüyor olmalılar!
Türkiye’yi yönetenler iki hatta üç yıldır da Kuzey Suriye’ye, Fırat’ın Doğu’suna girmek, oradaki Kürtleri temizlemek ve bir tampon bölge oluşturmak için de hâlâ ABD’yi ikna etme umudunu diri tutuyor!
ABD malum, IŞİD’e karşı mücadelede partner olarak savaştıkları Kürtlerin Türkiye tarafından ezilmesini ve özellikle de İran faktörü nedeniyle bölgedeki dengelerin değişmesini kesinlikle istemiyor.
Ankara’ya gelen ABD heyetinin bu konudaki görüşmeleri sürerken Pentagon’dan yapılan açıklama Suriye’ye yönelik bir operasyona ABD’nin karşı olduğu mesajını net bir şekilde duyurmuş oldu.
Kaldı ki ABD tarafı, başından beri Türkiye ile Suriye Kürtlerini yakınlaştırma formülünün hayata geçirilebileceği fikrinden vazgeçmedi ama nafile.
Türkiye’yi yönetenler bunun yerine IŞİD ve El Kaide türevleri ile masaya oturabiliyor, anlaşmalar yapabiliyor, onlara büyük destekler sunabiliyor ve hâlâ onları para ve silah yardımı ile destekliyor.
KÜRT DÜŞMANLIĞINA DAYALI PARADİGMA HİÇ DEĞİŞMEDİ
Türkiye devletinin, sınırların içindeki ve dışındaki Kürtler konusundaki görüşleri neredeyse 100 yıldır hiç değişmedi.
Devletin, ona biat eden siyaset ve diğer kurumlarının değişmez paradigması Kürt düşmanlığıdır:
Sevr’den sonra çizilen yapay sınırlar.
Osmanlı topraklarında Batılı emperyalistler eliyle kurulan Irak ve Suriye devletleri.
Sevr’de Kürtlerin özenle bölünmesi, dört parçaya ayrılması.
Sonrasında Lozan’da belirlenen yeni sınırlar ve Kürtlerin bölünmüşlüklerinin devam etmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunlar.
Malum, Misak-i Milli konusu ve Lozan’dan sonra yapılan anlaşmalarla sınırların ötesinde kalan Musul ve Kerkük meselesi...
Tarihî ayrıntılara girmek istemiyorum.
Aslında bütün bu meselelerin kökeninde Devleti ele geçirerek Osmanlı Devleti'ni Birinci Dünya Savaşı’na sokarak tamamen parçalanmasına neden olan İttihat Terakki örgütü ile onun Cumhuriyet’i kuran uzantılarının tekçi, ırkçı, Türkçü politikaları yatıyor.
Zaman içinde İttihat Terakkici kurucular, kendilerine muhalefet edenleri ya da muhalefet potansiyeli taşıyanları kanlı bir şekilde tasfiye ettiler.
Bu kadro, Lozan’da oluşturulan sınırlar içinde bir ulus devlet yaratmanın o dönem için her şeyden önemli olduğunu düşünerek Osmanlı’nın toprakları meselesini bir tarafa bıraktılar.
İçeride, Osmanlı’nın son döneminde başlatılan ulus devlet inşası faaliyeti çerçevesinde Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırım ve katliamların devamı olarak Müslüman azınlıklara yönelik asimilasyon ve sindirme politikaları izlediler.
Bu politikaları kabul etmeyen Kürtlere karşı katliam ve sürgün yöntemleri uyguladılar. Uygulamaya devam ediyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin neredeyse her dönemine, bu kanlı ve kirli mücadele damgasını vurmuştur.
Devlete hâkim olan güçler, İttihatçı genlerinden gelen tekçi ve otoriter anlayışla bu kez 2002’den bu yana İslami değerleri kullanan milliyetçi bir iktidar koalisyonu eliyle aynen dedeleri gibi davranıyorlar.
Artık Lozan’ı daha fazla ve yüksek sesle eleştiriyorlar. Osmanlı’nın, dedelerinin ihtiras ve satılmışlıkları nedeniyle kaybettiği topraklarına daha fazla yanıyorlar.
Devletçi muhalefet de bu söylemlere destek veriyor. Ege adalarının Yunanistan’a ait olmasına karşı çıkıyor.
Ege adaları ve adacıkları konusunda harekete geçmesi için milliyetçi iktidarı zorluyor.
Bakıyorsunuz ordunun generalleri, faşist partilerin sözcüleriyle ağız birliği ederek Pontus ve Koçgiri katliamlarında tetikçi olarak kullanıldıktan sonra sahipleri tarafından ortadan kaldırılan bir eşkıyayı açıktan övebiliyor.
Yine aynı çevreler, “Kuzey Irak ve Suriye zaten bizim” diyerek oralara harekât düzenlenmesini ve kanlı bir savaşa girişilerek çoğunluğu Kürt olan bölge halklarının etnik temizliğe tabi tutulmasını isteyebiliyor.
Devletin içindeki İttihatçı güç odakları şimdi yine koltuk ve ikbal düşkünü bir iktidar koalisyonunu kışkırtarak Kuzey Irak’ın ve Suriye’nin işgal edilmesi için yoğun faaliyette.
Onlara şunu söylüyor:
“Koltuklarınızın, saraylarınızın ve iktidarınızın bekası için bu savaşa girin. Böylece Osmanlı'nın kaybettiği toprakların bir kısmını da ele geçirmiş ve sizi iktidardan uzaklaştırma potansiyeline sahip olan Kürtleri de bir süreliğine sindirmiş olacaksınız.”
Amerika mı?
“ABD sizi engellemeye çalışırsa daha iyi ya. Kahraman olursunuz…”