Eski Türkiye Anayasa Mahkemesi Raportörü Prof. Dr. Osman Can, İYİ Parti ile anlaşması durumunda, Erdoğan’ın ‘Parlamenter sisteme geçelim’ diyebileceğini söyledi.
Türkiye’de gündemde devam eden yeni anayasa tartışmalarını değerlendiren Can, AK Parti ile MHP’nin yeni anayasayı milliyetçilik üzerinde yapmak istediklerini belirtti.
Kürt sorunuyla ilgili de Can, Kürtlerin halen özgürlük taleplerinin olduğunu ifade ederek, “Kürtler halen özgürlük talepleri noktasındalar. PKK problemi vardır, terör can yakıyor ve bunlar da gerçek. Ancak bunlardan bağımsız olarak, terör söylemiyle örtülemeyecek meşru ve uluslararası hukukun kabul ettiği hak ve özgürlük talepleri de söz konusu ki bunları iktidar sahipleri 2012-2014 döneminde kabul etmekteydiler” dedi.
Osman Can K24’ün sorularını cevapladı.
Erdoğan’ın gündeme getirdiği, Devlet Bahçeli’nin de desteklediği yeni anayasa tartışmaları tutar mı, yani anayasa değiştirilir mi?
Yeni anayasanın neden gündeme getirildiğine de bakmak gerekiyor. Bunu anlayabilmek için son 7-8 yıl içerisinde hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin anayasa konusunda performanslarına ve hangi konularda muzdarip olduklarına da bakmak gerekiyor. 2011 yılında anayasa çalışmaları yapılırken AK Parti demokrasiden yana bir tavır sergiliyordu. Taahhütlerinin içinde çözüm süreci olacak, bununla birlikte yerel yönetimler güçlenecek bu aynı zamanda Kürt sorununun çözümü için bir fırsat yaratabilecekti.
Sonra ne oldu, neden devam etmedi?
Ancak daha sonra işler değişti. Bir yandan Gezi, bir yandan 17-25 Aralık sorunları ondan sonrada 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Erdoğan’ın rotası ciddi bir şekilde değişti.
Neden?
Erdoğan, kendini iktidarda güvende görmedi o yüzden kendi iktidarını sağlamlaştırmak için rotasını değiştirme ihtiyacı duydu. Bunu gören aşırı milliyetçi diyebileceğimiz bir siyasi parti lideri Devlet Bahçeli de Erdoğan’a destek çıktı. Erdoğan kendisini koruyacak bir anayasal siteme kavuşmak için MHP’den destek aldı. İktidar da MHP’ye devlet kadrolarında; içişleri bakanlığında, adalette, orduda, emniyette ve pek çok noktada çok iyi pozisyonlar verdi. Bu 2017 anayasa değişikliğiyle gerçekleşti. Biliyorsunuz Türkiye Avrupa Konseyi üyesi… Aynı zamanda Venedik Komisyonu üyesi. Venedik Komisyonun 2017 anayasa değişiklikleriyle ilgili değerlendirmesi şöyleydi: “Bu anayasa değişikliği çok tehlikelidir. Bu anayasa değişikliği olağanüstü halin yürürlükte olduğu şartlarda dolaysıyla özgürlüklerin pek fazla kullanılamadığı bir dönemde referanduma sunulmuştur. Anayasanın içeriğine baktığımız zaman yetkiler tek elde toplanıyor. Eğer bu anayasa böyle giderse Türkiye bir dikta rejimine doğru ilerleyecek.”
O zaman yeni anayasayla ne amaçlanıyor sizce?
Geldiğimiz nokta itibariyle zaten ortaya çıkan şey de bir dikta rejimi. Yani Türkiye bu anayasa değişikliğiyle demokrasiden uzaklaşmış durumda. Yeni bir anayasayı dile getirdiklerinde şöyle bir bakıyorum; yeni anayasa ile demokrasi amaçlandığını söylemek çok güç, çünkü bu şimdiye kadar yaptıklarını geri almaları ve halktan özür dilemeleri anlamına gelir. Yeni anayasayla insan hakları konusu da çok fazla söz konusu değil. En fazla neden şikâyet ettiklerine şöyle bir baktığımız zaman iki şey karşımıza çıkıyor: İnsan hakları konusundan çok şikâyetçiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa Birliği organlarının haklar ve özgürlükler konusunda her defasında Türkiye’yi eleştirmesinden çok rahatsızlar. Bu birinci husus. İkincisi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarından mutlu değiller. Bir diğer nokta, hukuk devletinin bir gereği olarak yargısal denetimden çok mutlu değiller. Dolayısıyla yeni anayasayla asıl amaçladıkları şey yargı denetiminin olmadığı, kendilerine sınır çizebileceği hiçbir otorite ve merciinin bulunmadığı bir yapı. Tam anlamıyla demokrasiden uzaklaşma amacı seziliyor.
Peki muhalefet partileri buna ne der, destek verir mi?
Böyle bir şeye muhalefetin destek vermesi çok mümkün gözükmüyor. Eğer bir yolunu bulup muhalefeti ikna edebilirlerse istediklerini elde etmiş olacaklar. Ama eğer destek almasalar bu durumda da önümüzdeki seçimlere kadar ‘Demokratik bir anayasa istedik muhalefet buna yanaşmadı, dolayısıyla kusur onlarda, siz daha fazla oy bize verin tek başımıza yeni anayasa yapma imkanı elde edelim’ deme fırsatı elde etmiş olacaklar. Seçimlere kadar halkı oyalayacaklar. Başka bir şey daha var o da şu: Erdoğan iktidarda olmak için MHP gibi miliyetçileşti. Milliyetçi, militarist söylemlerini sahiplendi, MHP’lileşti adeta. Dolayısıyla şu an politik olarak AKP ile MHP arasında bir fark yok. Yeni anayasayı da milliyetçilik üzerinde yapmak istiyorlar.
Peki, istedikleri yeni anayasaya nasıl kavuşabilirler?
Ancak muhalefet içindeki bir partiyi yanlarına alırlarsa. İYİ Parti ya da Saadet Partisi olabilir. Ama parlamentoda bulunduğu ve anayasa değişikliğindeki eksik sayıyı tamamlayacak kadar milletvekili olduğu için İYİ Parti’yi yanlarına çekmeye çalışabilirler.
İYİ Parti’nin gitmesi mümkün mü?
Erdoğan ‘Parlamenter sisteme geçelim’ diyebilir. Bu İYİ Parti için seçmenine iyi anlatacağı bir mesaj olur. Parlamenter sisteme geçerken Erdoğan kendini garanti altına alır özgürlükleri kısar, yetkiler yine tek elden toplanır, bu bizim bildiğimiz demokratik parlamenter sistem değildir. Bununla HDP ve benzer muhalif partiler marjinalleştirilmiş olur. İYİ Parti de ‘Bakın biz parlamenter sistemi istiyorduk, yapıcı olmak istedik, yaptık ve başardık’ diyecek. Erdoğan da MHP de istedikleri daha fazlasını elden etmiş olacaklar. Sistem değişmiş olur ama Erdoğan sistemin hakimi olmaya devam edecek. Çünkü eğer anayasa değişikliğini yapamazlarsa Erdoğan en fazla toplamda 2 defa başkan olabilir ki zaten şu an ikinci başkanlık dönemi ve 2023’te başkanlığına izin verilmeyebilir. Üçüncü defa olamayacağı için, bu tartışmalı en azından. Oysa parlamenter sisteme geçildiğinde başbakan olmak için yüzde 35 yüzde 40 oranında oy yeterli olabiliyor ve başbakanlıkta süre sınırı yok. Böyle bir pazarlıkta ihtimal dâhilinde.
Yalnız, AK Parti’nin hiç de parlamenter sisteme dönmeyeceği bir yaklaşımı var şu an. Yanılıyor muyum?
Evet, öyle görünüyor ama bahsettiğim son ihtimal olursa da, ‘Biz başkanlıktan vazgeçmek istemiyoruz ama neticede milletin istediği bir anayasa için uzlaşı gerekiyor’ diyebilirler. Bununla aynı zamanda kendilerini uzlaşmacı gibi de gösterebilirler. Tabi bunlar sadece tahmin.
Peki, burada asıl amaç sil baştan yeni anayasa mı yapmak yoksa mevcut anayasadan bazı maddeleri çıkartarak küçültmek mi?
Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Ben bunu yıllardır söylüyorum. Ama Türkiye’nin ihtiyacı olan bir anayasa Erdoğan ile Bahçeli’nin şu ana kadar yaptıklarının tersine işaret ediyor. Türkiye demokratik bir anayasa istiyor. Türkiye’de herkes; Kürtler, Türkler, Aleviler ve diğer bütün etnik ve mezhep gruplarını kucaklayacak adem-i merkeziyetçi ve yeni bir anayasal düzen istiyor. Türkiye’de her konuda yetki Erdoğan’da ve dilediğinde kasabaların kaldırım taşlarına dahi karışabilir. Ve bunu halkın istemediğini biliyoruz.
Adem-i merkeziyetçi dediğiniz bir federasyon mu?
Adem-i merkeziyetçi bir federalizm değildir. Doğu ve Güneydoğu’da federalizm isteyenler de vardır ama Türkiye’nin geneline baktığımız zaman ciddi şekilde merkez ile yerel arasındaki yetki paylaşımı ve dengesi anlamında adem-i merkeziyetçilik isteniyor. Türkiye’nin kuvvetler ayrılığı, gücün tek bir kişinin veya bir grubun elinde olmaması, anayasal kurumlar arasında denge ve denetim mekanizmaları, yargı bağımsızlığını sağlayan, hukukun üstünlüğüne ve katılımcılığa dayanan bir anayasaya ihtiyacı var. Oysa Erdoğan ve Bahçeli son altı yıldır bunun tam tersini yaptılar. Türkiye 2009 ile 2012 yıllarında insan hakları konusunda nispeten iyiydi. Şimdi uluslararası ölçümlere bakıldığında demokratik/özgür olmayan ülkeler kategorisinde yer alıyor. Türkiye’yi bu kötü duruma sokanların talep edecekleri anayasa değişikliklerinin daha tehlikeli olacağını söylemek yanlış olmaz. Özgürlükleri daha fazla kısıtlayıcı, yargı güvencelerini daha fazla anlamsızlaştırıcı bir anayasa arzulanıyor gibi geliyor.
AK Parti, 1921 Anayasası’nı dillendiriyor. Eğer 21 Anayasası uygulanırsa bu Kürtlere özerklik yolu açmaz mı? Bu Türkiye’nin ‘Misak-ı Milli’ sınırları için tehlike oluşturmuyor mu? Bu yaklaşım AK Parti-MHP’nin bugünkü politikaları ile çelişmiyor mu?
Çok çelişiyor zaten. 1921 Anayasası ile 2011 ile 2012’lerde kastettikleri şey benim şu an kastettiğim şeydir. Onların şimdi 1921 Anayasası’yla kastettikleri şey çok farklı. 21 Anayasası’nın kendine özgü bazı nitelikleri vardır. 1921 Anayasası’nda Kürtlere özerklik ifadesi geçmiyor. Ama 21 Anayasası hazırlanırken zaten o mecliste Kürtler, Kürt olarak var. Dolayısıyla Türklerle Kürtler birlikte bunu yapıyor. Yerel yönetimler inanılmaz derecede güçlendirilmiş. Hatta ekonomik ilişkiler, eğitim, üniversite, ziraat, tarım bütün bunlar yerel yönetimlere bırakılıyor. Bunların hepsi 21 Anayasası’nda yerel yönetimlere bırakılıyor. Şu an Türkiye’deki mevcut anayasaya göre belediyeler anaokulu bile açamazlar.
O zaman AK Parti’nin 1921 Anayasası’nda kastettiği şey ne olabilir?
Biraz önce de söyledik, yeni anayasayla istedikleri şeyler olumlu şeyler değil, kötü şeyler. Bunların arasında erkleri daha fazla bir arada tutmak, bütün devlet işleyişinde kontrolü mutlak manada ele geçirmek. Böyle bir hedefleri olabilir diyoruz. 1921 Anayasası’nın buna imkân sağlayacak bir özelliği var. 1921 Anayasası’nda erkler birliği var. Erkler mecliste birleşiyor. Yasama ve yürütme de mecliste birleşiyor. 1921 Anayasası o zaman bundan demokrasi çıkartabiliyordu.
Nasıl demokrasi çıkartabiliyordu?
Parlamentoda siyasi partiler yoktu, gruplar yoktu. Her bir milletvekilli tek başına bir parti gibi mücadele edebiliyor ve temel konularda bir vekil ikna edilmeden zaten karar çıkartılamazdı. Temel konularda neredeyse oybirliği ile ilerleniyordu. Şimdi bunlar 1921 Anayasası ruhu dediklerinde kastettikleri şey adem-i merkeziyetçilik değildir ve mümkün değil. Belediye başkanlarını alıp yerine kayyum atayanlar, böyle bir şeyi kastetmiş olamaz.
Peki neyi kastediyorlar?
Kastettikleri şey şu; erkler mecliste toplanacak. Erkler mecliste toplandıklarında ne olur? Meclisin çoğunluğunu elde eden siyasi partinin lideri her şeyi elde eder. Yani 21 Anayasası’yla ulaşmak istedikleri şey, meclise hakim olan siyasi partinin her şeye hakim olması ve her şeyi elinde toplayabilme imkânıdır. Bu nedenle 21 Anayasası diyorlar. Başka bir şey yok. 1921 Anayasası’nın grupların ortaya çıkmasıyla birlikte fonksiyonunu kaybettiği ve yavaş yavaş 1. Grubun (M. Kemal’in kurduğu) etkisi altına girdiğini unutmamak gerekir. 21 Anayasası’nın demokrasi adına öne çıkardığı hususları kastetmedikleri, aksine tek kişi sultasına imkan sağlayabilecek kısımlarının bunların iştahını kabarttığını söylemek gerek.
Yeniden kuruluşla ne demek isteniyor, sizce Erdoğan Atatürk’ün yerine mi geçmek istiyor?
Kendini vazgeçilmez, olağanüstü önemli bir insan olarak görüyor. Kendisini ve ailesini korumanın yolunun demokrasiden geçmediğini, aksine ülkenin kılcal damarlarına kadar her şeyi kontrol etmekten geçtiğine inanıyor, çevresindekiler bu inancı besliyor sanki. Güvenlik kaygısını ve ihtiyacını “2. Kurucu” kültüyle sağlamlaştırmak istemesi de bu nedenle şaşırtıcı değil.
2010 yılında 82 Anayasası’nın değiştirilmesi için bir referandum gerçekleşti. Yüzde 58 ‘evet’ çıktı. Neden şimdiye kadar yapılmadı sizce? AK Parti o zamanlar daha güçlü değil miydi?
2010 yılında Türkiye askeri vesayeti tasfiye etti. Türkiye’de askeri bir bürokratik vesayet vardı. Bunlar bütün nihai karar ve yetkileri kendinden görüyorlardı ve gerekli gördükleri partileri kapatabiliyorlardı. 2010 referandumu ile kısmi anayasa değişiklikleri yapıldı ve bu giderildi. Bu çok önemliydi. Avrupa da bu adımı çok önemli görüyor, ileriye doğru atılmış bir adım olarak değerlendiriyordu. 2010 referandumundan sonra AK Parti’de de değişimler yaşandı. AK Parti’de Erdoğan’ın gücünün kontrol edebilecek ve denetleyebilecek kişiler pasifleştirildi. 2011 seçimlerine giderken Erdoğan kendisine bağlı bir parti ve milletvekili kadrosu oluşturmayı tercih etti, partinin diğer ağır topları da başarı hikayesi ve karizma karşısında buna hayır diyemediler. Daha önce AK Parti’de kimlerin milletvekilli adayı olacağını bir heyet karar veriyordu, 2011’den sonra son kararı Erdoğan vermeye başladı. Şimdi öyle olunca 2010 referandumunun getirdiği bir demokrasi havası vardı ve askeri vesayet kalkmıştı. Sivil idarenin karşısında askeri bir denge sistemi yoktu. Eğer yeni bir anayasa o zaman yapılmış olsaydı Türkiye şimdi bambaşka bir ülke olurdu. Zaman geçtikçe iktidarın/Erdoğan’ın yeni anayasaya ihtiyacı azaldı, askeri vesayetin kalktığı ve demokratik mekanizmaların da pek olmadığı bir yönetme tarzı cazip geldi. Gün geciktikçe iktidar bu yönetimin konforuna kapıldı. Çünkü ordu ve Kemalist yargı da yok. Dolayısıyla kendisini durduracak kimsede kalmadı. Bundan sonra hepimizin kaybettiği noktaya geldik.
Mevcut TBMM anayasayı değiştirir mi, değiştirirse sağlıklı olur mu?
Şu an TBMM’de 2 ya da 3 taraf vardır. Bunlardan bir tanesi AKP ile MHP’nin Cumhur İttifakı’dır. Cumhur İttifakı dediğimiz şey Türkiye’ye şu an dikta rejimi getirenler. Parlamentoda da bu iki partinin içerisinde özerk siyaset yapacak kimse yok. Hepsi sadece liderlerine sakatla bağlı onların emir ve talimatlarının dışında herhangi bir inisiyatif üstlenemeyecek insanlar. Dolayısıyla orada bir anayasa yapımından bahsediyorsak bunu gerçekte parlamentonun kendisi yapmayacak, Erdoğan ve Bahçelinin ihtiyaçlarına ve tasavvurlarına bir çerçeve çizecek, oluşturdukları bir ekip anayasa taslağını bu çerçeveye göre oluşturacak, Meclis’teki vekilleri ise sadece el kaldırıp indirerek kabul etmeye çalışacak. Diğer taraftan da Millet İttifakı var. Şu haliyle CHP, İYİ Parti ve bunun yanına belki DEVA Partisi’ni ekleyebiliriz. Bir de HDP var. O da belki başka bir kulvar olarak değerlendirilir gibi geliyor. Bunlar azınlıkta ve bunların anayasal talepleri ile Cumhur İttifakı’nın talepleri taban tabana zıt. Dolayısıyla Millet İttifakı ve HDP sadece muhalefet edip engellemeye çalışacak. Böyle bir ortamda Meclis’in yeni anayasa yapmasından söz etmek çok zorlama olur. Meclis’in demokratik anayasa yapma kapasitesi çok fazla yok. Şu anki parlamentonun şu haliyle bir anayasa yapmasını çok doğru bulmuyorum.
Yeni anayasa çalışması başladığında bir hukukçu olarak kadroda sizin de yer almanız istense katılır mısınız?
Teklifin nerden geleceği önemli. Cumhur İttifakı’ndan gelirse hayır derim. Çünkü hukuk devleti, demokrasi ve insan hakları ilkeleriyle sorunu olan, bu ilkelerle husumet içinde olan, Türkiye’yi geriye götüren bir ekiple benim herhangi bir çalışmam söz konusu olamaz. Ben onlara inanmıyorum. 2011-2012-2013’lerde inancım vardı ama artık yok. Bu nedenle cevap çok net bir şekilde ‘hayır’ olacak.
Mevcut yönetim, Türkiye tarihinde daha çok hangi anayasaya yakındır?
Şu anki yönetimi tarif edebileceğimiz bir anayasa yoktur. 82’deki darbe anayasasında bir daire çizilmişti, bireylere ‘Siz bu çemberin içerisinde özgürsünüz dışında özgür değilsiniz’ deniyordu adeta. Yani özgürlük alanlarını dar olarak belirlemişti ama o küçük alana da karışılmıyordu. Bir öngörülebilirlik vardı ki bu çok önemli. Ama şimdi öngörülebilirlik kayboldu, hangi alanda ne oranda özgür olup olmadığını kimse bilmiyor artık. Devletin kararlarını öngöremiyor, ona göre kendi davranışlarını kimse tayin edemiyor, inanılmaz bir güvensizlik egemen. O yüzden buna anayasasızlık diyoruz. 1982 Anayasası özgürlükler ve demokrasi açısında Türkiye’nin en geri anayasasıydı. Ve ifadesi ağır olacak, ama o anayasanın ilk haline dahi şükreder noktada insanlar.
Geçtiğimiz yıl Ali Babacan’ın kurduğu DEVA Partisi’nin kuruluşu gündeme gelirken sizin isminiz de anılıyordu. Hatta Haşim Kılıç’la anayasa taslağını hazırlayacağınız konuşuldu. Sonra sizden bahsedilmedi. Ne oldu?
Siyasi partilere önemli ölçüde mesafe koydum. Kendimi tamamen akademiye verdim. Fakat daha sonra DEVA Partisi kurulmadan önce Abdullah Gül ve Ali Babacan ile pek çok defa görüştüm ve harekete katılmamı istediler. Tanıdığım ve saygı duyduğum isimlerdi. Şartları, koşulları, işin çevresini konuştuk. Ben AKP’de bir tecrübe yaşadım. Orda 3 yıl siyaset yaptım. Siyasal İslamcılarla bir tecrübe yaşadım ve aynı tecrübeyi ve hataları tekrar yapmaya niyetinde olmadığını söyledim. O yüzden ‘Daha farklı bir şey yaparsanız belki ben de sizinle birlikte hareket edebilirim’ dedim, bu da çoğulculuğun oluşturulacak partinin tüm katmanlarına, en çekirdek karar mekanizmalarına kadar egemen olmasını, bunun tüzükte kurumsal olarak güvence altına alınmasını talep ettim. Zaman içerisinde baktım ki onlar da başka türlü yapamıyorlar. Ya da benim düşündüğüm şekilde siyaset yapmaları bu ülke şartlarında çok zor gelmiş olabilir. Daha sonra parti kuruldu ben içinde olmadım. Şu an siyasetin içinde değilim gerçekten mutluyum ama tabi demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü konularında görüşlerimi paylaşmaya devam ediyorum.
Laiklik karşıtı İslamcı bir kesim yeni anayasada 1921 Anayasası’nda ki gibi ‘Devletin dini İslam’dır’ ibaresi yer almalı diyor. Kürt kamuoyunda da Kürtlere özerklik gündeme gelecek diyorlar. Böyle iki ayrı yaklaşım var bunu nasıl okumak lazım?
Türkiye Cumhuriyeti tarihsel derinliği olan, tarihsel farklılıkları olan sosyolojik çeşitliği ve kültürel zenginliği olan bir ülke. Bu zenginliği bir arada tutmanın tek yolu demokrasi ve özgürlükler düzenidir. Herkes için özgürlükler olmalıdır. O yüzden Kürtler sadece kendi kimlik ekseninde meseleye bakıp, sadece kendilerince Kürtlerin lehine olabilecek bazı avantajlar sağladıktan sonra, ‘Gerisi beni ilgilendirmez devletin dini isterse İslam olsun’ derlerse Kürtlerle birlikte herkes kaybeder. Bu topraklarda Türkler ve Kürtler hepimiz bir arada yaşıyoruz. O yüzden demokrasi, hukukun üstünlüğü, adalet ve özgürlük güvence altına alındığında ancak herkes özgür olabilir. Laikliğin bir kelime olarak anayasada yer alması çok önemli değil. Laiklik, bir işlev olarak farklı inançlara farklı dinlere saygı demek, her farklı inancın, inanç grubunun eşit özgürlüğe ve eşit değere sahip olması demek, devletin bu eşitliğin hem savunucusu, hem destekleyicisi olması demektir. Asıl sorun laiklik kelimesiyle değil, işleviyle. Bu esasta laiklik çıkarılırsa veya zayıflatırsa bu topraklarda kan gövdeyi götürür. Bu topraklarda kimse huzur bulamaz. ‘Sadece derdimiz laiklikledir gerisi bizi ilgilendirmiyor’ yaklaşımı da siyasal İslamcılara, dindara veya muhafazakara kaybettirir. Laikliğin kaldırılması demek demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması demek. O yüzden çok tehlikeli bir şey tarif ediyorlar. Hepimizin özgürlüklerine yönelik bir tehdit var orada. O yüzden Kürtler aynı zamanda laikliği de savunmalı, demokrasi ve özgürlüğü de savunmalı.
Sizce Kürt sorunu tamamen çözüldü mü?
2006-2007’de başlayan bir özgürleşme süreci oldu. AB uyum sürecinde biraz tereddütlü bir adım ileri bir adım geri şeklinde başladı. Farklı dillerde yayınların başlaması olumlu şeylerdi. Kürt hareketinin 90’lı yılardaki taleplerin bir kısmı 2012-2013’lere kadar karşılandı. Anayasal düzlemde anadilde eğitim konularına da gelinecekti muhtemelen ama her şey tam tersine döndü. Devlete hakim yeni kadrolar aynı zamanda çok güzel bir şey fark etti, tamam Kürtçeyi yasaklamadı ama Kürtçe ile sağlanan imkânlarla kendi propagandasını yapmaya başladı. TRT Kurdi var. Biraz dengbêj bir de Kürtçe haberler vardır. Ama iktidarın milliyetçi propagandası yapılıyor daha çok. Dolayısıyla bunlar sağlıklı şeyler değil. Bir özgürlük tanınmıyor burada. Başlangıçta bu amaç vardı şimdi yok. Kürtler halen özgürlük talepleri noktasındalar. PKK problemi vardır, terör can yakıyor ve bunlar da gerçek. Ancak bunlardan bağımsız olarak, terör söylemiyle örtülemeyecek meşru ve uluslararası hukukun kabul ettiği hak ve özgürlük talepleri de söz konusu ki bunları iktidar sahipleri 2012-2014 döneminde kabul etmekteydiler.
‘Bir gün mutlaka Türkiye’de Kürt sorunu çözülür’ diyor musunuz, böyle bir inancınız var mı?
Başka türlü bir arada yaşayamayız. ‘Hadi bir arada yaşamayalım’ dediğimiz zaman da bir arada ayrışamayız, ayrışma kabiliyeti artık yok. İstense de ayrışabilme imkanı artık yok. Dolayısıyla şu an milliyetçi hamasete uygun olarak Türkiye’de yürütülen politika toplumu zehirleyen, toplumu düşmanlaştıran ve çözümü olmayan sadece yıkım getirebilecek veya yıkıma yol açabilecek bir politika maalesef. Bu yüzden bu mesele şöyle ya da böyle özgürlükler ve demokrasi temelinde mutlaka çözülecek ve bu çözüldüğünde Türkiye bölünme ve parçalanmayı bırakın huzur tesisi ederek daha da güçlenecek. Çünkü bir toplumu güçlendirecek şey demokrasidir, özgürlüktür, sahiplenme duygusudur. Bütün bunlar gerçekleştirildiği zaman 80 milyon insanı kim birbirinden kopartabilir ki. Ama ideolojik ve kimliksel körlükle bakanların bunları görmeleri zor.
Siz daha önce DEHAP ve AK Parti’nin kapanmasına karşı çıkmıştınız. Sizce HDP kapatılır mı?
İç hesaplar nedir onu çok fazla bilmiyorum ama bu kadar üzerine gidiyorlar büyük ihtimal HDP’ye kapanma davası açılabilir. Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçebilir.
Dava açılırsa ne olur sizce?
Millet İttifakı’nı yıpratmış olurlar. Ya da kendileri bir pozisyon kazanmış olurlar. Böyle bir durumda Saadet Partisi ve İYİ Parti biraz daha kendilerini farklı konumlandırmak isteyebilirler. Anayasa Mahkemesi’ne Erdoğan tarafından yapılan son atamalar, kapatma davasının, partinin kapatılması ve siyasal yasaklarla sonuçlanma ihtimalini maalesef güçlendiriyor.
Salgın sürecini nasıl geçiriyorsunuz?
Karantinada çalışarak geçiyor günler.
Dengbêjleri dinler misiniz?
Küçüklüğümden beri bildiğim ve dinlediğim şeyler, elbette dengbêjleri dinlerdim. Keremê Kor, Şakiro ve Bekiro’yu küçüklüğümden hatırlıyorum. Aile büyüklerimiz dengbêjleri dinliyordu. Ben Keremê Kor’u şahsen gördüm.
Kürtçeyle aranız nasıl, biliyor musunuz?
Kürtçeyi anlıyorum ama konuşmakta zorlanıyorum.
K24