Çek ve Slovak siyasetçiler 1917 yılında ABD’nin Pittsburgh kentinde toplanarak iki ulusun eşit bir şekilde temsil edildiği bir devletin kurulmasını kararlaştırmış ve böylece Çekoslovakya kurulmuştur. Referandum Kürdler için, Kürd siyaset anlayışı için yeni bir milat olacaktır. Artık, milletin kutsal iradesine başvurmak temel siyaset biçimine dönüşecektir.
Yaşar Abdulselamoğlu
Çekoslovakya devleti adı altında karşılıklı kan akıtmadan, barış içinde yaşayan Çek ve Slovaklar 1 Ocak 1993 tarihinde iki ayrı devlete ayrıldılar. Ayrılma şekillerinin karşılıklı anlayışa, uzlaşmaya dayanması itibariyle “Kadife Ayrılış Modeli” ve Kibar Ayrılış” olarak da adlandırılan Çekoslovakya tipi ayrılma modelinden bahsedilmektedir. Her iki ulusun ortak bazı özellikleri var: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çerçevesinde birlikte olmuşlardır. Dilleri, kültürleri birbirine yakındır. İki tarafta Slav halklarıdır.
Dinsel, mezhepsel olarak aralarında ciddi sorunlar yoktur. Çekler daha büyük nüfusa ve modernliğe, Slovaklar daha az bir nüfusa ve kırsal toplum tipine sahipler. Zamanında okumuşluk düzeyi, şehirleşme oranı Çeklerde daha ileri olduğu için Çeklerin etkinliği daha büyük olmuştur. Slovaklar “uluslaştığı” ölçüde sosyal, idari ve ekonomik alanda daha fazla yer almak için mücadele etmeye başlamışlardır. Daha sonra federasyon sistemine geçmişlerdir. Çekler ve Slovaklar, sosyalist düzenin çökmesinin ardından gelişen milliyetçi söylemlerin sonucunda ayrılmaya karar verdiler. Çek ve Slovakların ayrılıklarında ekonomik rasyonalizasyon diyebileceğimiz bir bakış açısının önemli rol oynadığı açıktır. Milli hasıla Çeklerde daha fazlaydı ve sürekli olarak Slovaklara parasal yardım yapıyorlardı.
Çekler bu yardımları 1991 yılında durdurdular. Bunun ardından Çek ve Slovak milliyetçi siyasetçileri arasında birlik konusunda büyük tartışmalar başladı. Bazı siyasetçiler ayrılmayı kabul etmemelerine rağmen, 23 Temmuz 1992 tarihinde iki ülkenin ayrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece 31 Aralık 1992 tarihinde ülke barışçı bir şekilde iki ülkeye ayrıldı. Bu bir “Anlaşmalı ayrılık” idi. Aslında her iki tarafta da halkın çoğunluğu ayrılmak istemiyordu. Eylül 1992’deki bir ankete göre, ayrılık isteyenlerin oranı Slovaklarda %37, Çeklerde ise %38 idi. Ancak, bugün artık iki tarafta da yeniden birleşmek için herhangi bir nostalji yoktur. Bugünkü durum gözlemciler tarafından Çek ve Slovak ilişkilerinin en iyi dönemi olarak değerlendiriliyor. Siyasi, diplomatik ve komşuluk ilişkileri hala çok güçlüdür.
Türkçe de en zor söylenen Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? kelimesini artık bir model sorunu olarak da görebiliriz. İstenilmeyen birlik mi, anlaşmalı ayrılık mı! Bu “Kibar ayrılık” modeli Ortadoğu’da, Kürdistan ve Irak’ta bir imkan olarak kullanılıp kullanılamayacağını anlayabilmemiz için iki şey üzerinde önemle durmak lazım. Birincisi, ayrılığa sebep olan temel faktörlerdeki benzerlik sorunu, ikincisi ise, millet iradesinin ayrılık için temel referans ve meşruiyet garantisi olarak görülüp görülmediği sorunudur. “Ekonomik rasyonalizasyon”, ulusal güvence ve demokrasinin korunması gibi esaslar üzerinden Güney Kürdistan’ın Irak’la olan sorunlu ilişkisine bakarsak, benzerlikler görebiliriz.
Irak’ta üç Başbakan, Kürdistan ile olan mali, güvenlik ve demokrasi sorununu “çözme” vaadiyle değişti son on yıl içinde, hiç biri değişim sırasında vermiş olduğu sözü tutamadı. Irak Anayasası, demokrasi, güvenlik ve mali sorunlar bakımından iki ülke arasında sürekli bir krize sebebiyet veriyorsa ayrılma hakkını da beraberinde getiriyor demektir. Bu sorunların çözümü bugün de birlik içinde imkansız görünüyor.
Kürdistan kendi zenginlikleri üzerinde açlığa, sefalete sürükleniyor. Kendi güvenliğini sağlama, yegane meşruiyet esaslarından biri olan demokrasiyi tehlikeye sokuyor. Bu nedenle, ayrılık her iki taraf için de en akıllı, en rasyonel çözüm şekli olarak görülüyor. Anlaşmalı bir ayrılığı sağlamak için taraflar birbirleriyle rasyonel argümanlarla konuşmalı, diyalog kesilmemeli, ayrılığa temel referans olarak salt farklı kimlik durumları, dinsel gerekçeler vs. değil, özellikle, gelişmeyi, sağlayacak ekonomik rasyonalizasyon söylemlerine öncelik verilmeli. İkinci konu ise, milletin iradesinin esas alınmasıdır. Milletin iradesi referandumla ortaya çıkar. Demokratik dünya, temel sorunlarını milletin iradesini kutsal bilerek çözdü. Bunun Ortadoğu’da, Kürdler içinde farklı olacağını düşünmek ideolojik yanılgıdır. Referandum Kürdistan’ın Irak’tan ayrılık sorununun salt bir liderin, partinin, siyasetin sorunu olup olmadığını ortaya koyacaktır. Kürd millet ezici çoğunluğu ile Kürdistan’ın kaderini belirlediği zaman, siyasete irade beyanında bulunduğu zaman artık sorun Kürd liderlerinin, partilerinin sorunu olmaktan çıkmış, tarihin uyulması gereken bir zorunluluk haline gelmiş demektir. Millet iradesi Kürd partileri içindeki tartışmalara da son verecek hüküm gücündedir. Irak, komşular ve dünya Kürdlerin millet olma iradesine saygı duymak zorundadır. Millet iradesi konuştuğu zaman, bütün “tanrılar” susmak zorundadır.
Kürd siyasetçisi, tabii ki, herkesten fazla bu iradeyi kendi kutsal iradesi olarak bilmeli, onu esas referans ve meşruiyet zemini olarak almalı ki, herkes de aynı tavrı göstersin. KBY’de millet iradesi geleceği belirleyecek Referandum Kürdler için, Kürd siyaset anlayışı için yeni bir milat olacaktır. Artık, milletin kutsal iradesine başvurmak temel siyaset biçimine dönüşecektir. Kürdlerin kendilerine saygıları artacak, partiler arası boş tartışmalar, çekişmeler ortadan kalakacak, Kürd siyasetleri birbirlerine yaklaşmak, ortaklaşmak zorunda kalacaklardır. Demokratik mekanizmalarla belirlenmiş millet iradesine riayet etmeyen siyaset marjinalleşecektir. Bunu sadece Güney için değil, Rojava için, Bakur için de söylüyorum. Kürdlerin referandumu temel siyasi gidişatı belirleme mekanizması olarak kullanmaları ilerisi için Ortadoğu’da Kürd Modeli diye bir siyaset olayının tartışılmasına sebep olabilir.
Başka halkların iradesi ve siyasi yaşamının da bu şekilde belirlenmesi durumlarını ortaya çıkaracaktır. Demokrasiyi Ortadoğu’ya layık gören zihniyet ve görüşler daha fazla gelişecektir. Ortadoğu referandumlardan korkmasın, demokratik dünya kendisi için layık gördüğü siyasi kültür ve mekanizmayı Ortadoğu’ya da layık görmelidir. Bunun aksi, Sykes-Picot anlayışının başka araç ve senaryolarla devam etmesi anlamına gelecektir.
Bashaber