Uluslararası Gözaltında Kayıplarla Mücadele Haftası'nda Eren Baskın, Nursena Küçüközyiğit ve Gürcan Diril, aynı sorunun cevabını arıyor: Babalarımıza ne oldu?
1990’lı yıllarda başlayan gözaltında kaybetme olayları halen cevaplanmamış sorularla ve yeni örneklerle gündemde yer almaya devam ediyor. Mecit Baskın, 1993’te Ankara’daki Altındağ İlçe Nüfus Müdürlüğü’nün önünden kaçırıldıktan iki gün sonra Gölbaşı Milli İstihbarat Teşkilatı’na yakın bir yerde cenazesi bulundu. Oğlu Eren Baskın, 29 Aralık 2020 tarihinde Ankara Kızılay’dan kaçırılan Hüseyin Galip Küçüközyiğit’i hatırlatarak, “1993’ün Ankara’sında babam kayboldu, 2020 Ankara'sında Nursena’nın babası Hüseyin Galip Küçüközyiğit... Soruyorum: O günden bugüne ne değişti?” dedi.
‘AVUKAT OLDUM AMA BİR TARAFIM HEP DÖRT YAŞINDA’
Eren Baskın davaların, yargılamaların konuşulması gerektiği fakat en çok da babasızlığın, evlatsızlığın sorulması gerektiğini düşünüyor:
“Biz hep eksik büyüdük, ‘nasıl eksik’ derseniz anlatılmaz; eksik… Çünkü normal bir ölüm değildi. Kazada ölse kaba tabiriyle 'kader' dersiniz ama bu ölüm başka ve insan bu ölümü kabullenemiyor. O günü çok düşündüm. Kaç saat orada tuttular, elleri bağlı, gözleri kapalı mıydı, nasıl öldü, beni düşündü mü o sırada? Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Büyüdüm, avukat oldum ama bir tarafım hep dört yaşında kaldı.” Eren Baskın hem Cumartesi Anneleri’nden hem de İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi. Cumartesi Anneleri’nin kendisine acısını bir nebze unutmasına yardımcı olduğunu ve sadece kendi için değil, tüm kayıplar için mücadeleyi öğrettiğini söylüyor.
İSTİNAFIN DEĞİL ANKARA’NIN BERAAT KARARI KONUŞULMALI
Geçtiğimiz günlerde İstinaf Mahkemesi, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Ankara JİTEM davasında aralarında eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın da bulunduğu sanıklar hakkındaki beraat kararını bozdu. Eren Baskın, bu kararı şöyle değerlendiriyor: “Benim babamın katillerin yargılanacağına dair bir umudum yok. 2011'de Ayhan Çarkın'ın ifadesi ile umutlandık, umudumuz kırıldı, 2013’te, 2015'te umutlandık hüsrana uğradık. Her seferinde umutlandım, her seferinde de yerle bir oldu. Bu sefer umudum yok. Siyasi ortam değişir dosya yine kapanır. Bence İstinaf’ın kararı bozmasını değil, Ankara’nın neden beraat verdiğini konuşmak lazım.”
‘ALTI HAFTA DA ALTI AY DA OLSA BEKLEYECEKSİNİZ’
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen eski Başbakanlık Raportörü Hüseyin Galip Küçüközyiğit, 29 Aralık 2020’den beri kayıp. En son Ankara Kızılay’da görülen Küçüközyiğit’in aradan neredeyse altı ay geçmesine rağmen arabası dahi bulunamadı. Kızı Nursena Küçüközyiğit, “29 Aralık'ta, kaybolduğu gün konuştuk babamla. Yılbaşını beraber geçirecektik. Bir daha yanıma gelemedi. Altı aydır kayıp babam, hiçbir şey yapılmadı. İlk günlerde yapılmayan her şey için şaşırıyordum. 4 Ocak’ta karakola başvuru için gittim, 'kayıtlar incelenir, hemen çıkar ortaya' diyordum. Günden güne araştırılmadığını gördüm, güvenim kalmadı. Sonra öğrendim ki, bu süre zarfında dosya savcıya dahi gitmemiş, bir hafta oldu nasıl gelmez dedim; savcı ‘altı hafta da altı ay da olsa bekleyeceksiniz’ dedi.”
‘BABAN MERİÇ’TEN GİTMİŞTİR’
Karakola gittiğinde babasının KHK’lı olduğunu söylediğinde, polislerin “Baban Meriç’ten yurt dışına çıkmıştır” dediğini belirten Küçüközyiğit şunları anlatıyor:
“Yılbaşı planı yapıyorduk. Kaçacak insan ‘yarın gelirim’ der mi?” diye soruyor. Babasının dosyasının kaçakçılık şubede olduğuna dikkat çeken Küçüközyiğit, bu şubede kayıp insanlara değil, uyuşturucu, tarihi eser kaçakçılığına bakıldığını belirterek, “Dosya büyük ihtimalle orada öylece duruyor, kimse açıp bakmıyor bile. Babamı da bir yerlerde tutuyorlar.”
‘YETER Kİ, BABAM ORTAYA ÇIKSIN’
Babasının bir yerlerde tutulduğunu, yaşadığını belirten Nursena Küçüközyiğit, şunları ekliyor: “Hayatta, en kıymetlinizin nerede olduğunu bilmiyorsanız, başka hiçbir şeye odaklanamıyorsunuz. Kendi hayatınıza bakamıyorsunuz. Hiçbir şeyin anlamı kalmıyor o saatten sonra. Benim de hayatım kayıyor. Babamı tutanlara sesleniyorum; bir adalet beklemiyorum, bir yargılama beklemiyorum, ‘nasıl açıklarız’ diye düşünmesinler. Hesap sormayacağım. Yeter ki, babam ortaya çıksın.”
‘ANNEM VE BABAM KENDİ TOPRAKLARINDA YAŞAMAYI TERCİH ETTİ’
Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Mehre (Kovankaya) Köyü’nde yaşayan Keldani çift Şimuni ve Hurmüz Diril, 8 Ocak 2020 tarihinde kayboldu. Çiftin oğulları Kemal Diril, annesi Şimuni Diril’in cansız bedenini 20 Mart’ta köylerine yakın bir mesafede tesadüfen buldu. Hurmüz Diril’in akıbeti ise hâlâ bilinmiyor. Şimuni ve Hurmüz Diril’den başka köyde yalnızca Apro Diril isimli komşuları vardı. 1980’lerde köylerinin boşaltılmasıyla İstanbul’a göç eden Diril çifti, 2011 yılında köye dönüş yaptı. Kızları Gülcan Diril, “Herkes Avrupa’da rahat bir hayat sürmek isterken, annem ve babam kendi topraklarında yaşamayı tercih etti. Bunun karşılığı ‘sahipsizlik’ olmamalı” diyor.
‘BABAMIZIN BULUNMASI ÜLKE ADINA UMUT OLUR’
Annesiyle son konuşmasının 7 Ocak akşamı olduğunu söyleyen Gülcan Diril, “Annem her sabah hasta oğlunu arar, ilaçlarını alıp almadığını sorardı. 8 Ocak’tan itibaren ne annemden telefon geldi ne de biz kendilerine ulaşabildik. 16 Ocak’ta yapılan ilk aramanın daha etkili ve geniş çaplı olmasını beklerdik, fakat hava şartları bahane edildi. Oysa aramalara biz kendimiz de katılıyorduk” diye anlatıyor. Görüşüp, fikirlerini danıştıkları birçok hukukçunun süreç doğru yönetilseydi babaları Hürmüz Diril’in bulunacağını söylediğini belirterek şöyle konuştu:
“Yetkililer birkaç defa arama yaptıklarını, bir ize rastlamadıklarını bildirdiler. Babamın ayakkabısının tekini köyün içinde bulmuşken, şahit olduğumuz arama şekli bana göre tartışılır.” Gülcan Diril, babalarının bulunmasının sadece kendileri için değil, ülke adına da umut olduğunun altını çiziyor. Babamız şimdi bulunmayacaksa, ne zaman bulunacak? Katillerin bulunması adalete inancını yitirmiş kimseler için de bir umuttur.”
‘NASIL KIYDINIZ ANNEME?’
Annesine, babasına yapılan haksızlığın verdiği acının, fiziksel acıdan daha derin olduğunu söyleyen Gülcan Diril şöyle soruyor: “Annemin, ‘Benim çocuklarım var, lütfen öldürmeyin’ diye bağırdığını hissediyorum ve bu çığlıkları kalbime saplanıyor. Bir anne, anneanne, babaanne, bir baba, bir dede nasıl öldürülüp üzerleri sessizlikle örtülebilir? Gül ekmekten, ağaç dikmekten, ekmeğimizi bölüşmekten başka ne zararımız vardı size bu ülkede, nasıl kıydınız anneme?”
‘KAYBOLAN BİR KUZU DEĞİL, BİR İNSAN’
Geçen yıl 11 ay boyunca köyde etkili bir arama için donanımlı bir ekibin gelmesini beklediklerini ancak etkili bir arama faaliyeti yürütülmediğini söyleyen Diril hislerini şu sözlerle ifade ediyor: “Bizler yine köydeyiz. Gelmenizi, babamızı bulmanız için bekleyeceğiz. Babamızı bulana kadar vazgeçmeyeceğiz. Kaybolan, Fırat’ın kenarındaki bir kuzu değil, bir insan, bir baba. 500 günü aşkın zaman geçti. Sizler susuyorsunuz, biz ölüyoruz.”