Son yazımda 31 Mart Yerel Seçimlerini değerlendirmiş ve yazımın son paragraflarından birinde, PKK/HDP’nin “Demokratik Türkiye”yi hedefleyen siyasal stratejisi uyarınca “Cumhur İttifakı”nı geriletmek için Metropolde ve Kürdistan’ın kimi şehirlerinde aday göstermeyip “Millet İttifakı” adayları ile Saadet Partisi ve DSP adaylarına destek olmasının yanlışlığına işaret ederek şöyle demiştim:
“Böylece Kürdler, uluslaşma ve devletleşme mücadelesinde, tarihte hep yapageldikleri siyasal ve örgütsel olarak kendileri için özerk bir özne olmak yerine, başkalarının çıkarları (örneğimizde Türk/iye demokrasisi) için bağımlı bir özne olma yanlışını, yüz yıl sonra, yine tekrarladılar. Hatta bu defaki yanlışın, tarihtekilerine göre hem siyasal hem de örgütsel olarak nitel bir farkı da var ve bu, mevcut koşullarda Kürd siyasetini tek hakimi olan HDP ve geleneğine artık‘bağımlı özne’ dememizi bile zorlaştırıyor.”
Bu yazımda, anılan konuyu tarihsel süreci içinde özetlemeye ve bunun kime/neye hizmet ettiğini anlatmaya çalışacağım.
Konu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarının hemen öncesinde (1. Ve 2. Tanzimat) ve sonrasında,“Türk Milleti”nin oluşturulması sürecindeki ana akım siyasetler ile Kürdlerin bunlara karşı tutumlarını irdelememizi gerektiriyor.
Yeni Osmanlılar ve Jöntürkler’in “Osmanlı Milleti”, “İslam Milleti” gibi, çağdaş milletleşmenin doğasına uygun olmayan fikir ve girişimlerle Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmaya çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Zira, zaten kendisi çok milletli olan “Osmanlı”dan ve “İslam”dan tek millet/ulusyaratmak mümkün değildi. Kaldı ki, o dönemlerde, Osmanlı tebaasındaki Hıristiyan veya müslüman olan bir çok millet (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Araplar) zaten İmparatorluğa karşıkurtuluş mücadelesi içindeydiler.
Bunun üzerine, gerek Türkçü ve gerekse de İslamcı aydınlar, aynı amaçla daha sonra hamuru “Türk anasırı” olacak olan “milli bir kimlik” arayışına girdiler. Bu arayışın bir ürünü olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Cumhuriyet’in diğer milletlerin ve halkların imha ve inkarıyla bir Türk Ulusu’nun oluşturulması sürecinde, günümüzde de hala devam eden iki ana siyasi akım ortaya çıktı: “Türkçü-Modernist” ve “Türkçü İsalmcı” akımlar.
Kürdler olarak, ulusal özgürlüklerimiz için verdiğimiz mücadelede, gerek Osmanlı Devleti’nin dağılmaya başladığı 19. Yüzyıl’ın sonunda ve 20. Yüz Yılın başında ve gerekse de Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında, sonradan akamete uğratılan birkaç dönem (Koçgiri Hareketi, Azadi Hareketi’nin örgütlediği Şeyh Sait Ayaklanması ve 1970’li Yıllar dönemi) hariç, siyasal ve örgütsel olarak kendimiz için özne olmak yerine, hamuru yukarıda belirtilen iki Türkçü akımdan oluşan uluslaşma projelerinin/uygulamalarının bağımlı özneleri olageldik.
Kürd ve Kürdistan konusunda, esas siyasi anlayış ve uygulamalarıyla inkar- imha siyaseti güden ve Tarihsel sırayla İttihat ve Terraki, Kemalistler, CHP, Demokrat Parti, Kemalist 1960 İhtilali Cuntası, Adalet Partisi, 12 Mart -1970 Cuntası, Bülent Ecevitli CHP, Doğru Yol-MHP ve Milli Nizamlı “Milli Cephe”, 12 Eylül 1980 Cuntası, Turgut Özal’ın ANAP’ı, Duğru Yol Partisi, AK Parti ve günümüzde CHP, İyi parti ve Saadet Partili “Millet İttifakı”nın oluşturdukları iktidar ve muhalefetleri arasında tercihler yapıponlara yamalanarakkendimiz için örgütsel ve özellikle siyasal özne olmayı hep ıskaladık.
Yani hep Türk siyasetinde kötünün iyisini arayıp durduk. Kendiniz için özerk bir özne değilseniz, bu siyaset, kendi pratiğimizde olduğu gibi felakettir.
Oysa esasta anılan iki Türkçü akımın şu veya bu ölçüdeki siyasal versiyonları olan Türkiye Cumhuriyeti’nin gelmiş geçmiş tüm iktidarlarının veya iktidar koalisyonlarının Kürd ulusal sorunu konusundaki “milli” tutumu, daima inkar, imha esas olmuştur ve dolayısıyla aynıdır. PKK/HDP’nin, son yerel seçimlerde, “Cumhur İttifakı”na karşı desteklediği “Millet İttifakı”nın başı ve üstelik Kürd ve Alevi de olan Kılıçdaroğlu’nun, daha geçenlerde, Rojava’daki gelişmeleri kastederek,“Küdistan’ın Kurulması ihtimaline karşı silah kuşanmak gerektiği” ilgili demeci hatırlanmalıdır.
Gelmiş geçmiş TC iktidarlarının konuyla ilgili aynılıkların en tipiklerini bilmek isteyenler; Bahoz Şavata’nın bu ay içinde Face sayfasında paylaştığı Ayşe Hür’ün, “ ‘Kımıl Olayı’ndan ‘49’lar Davası’na” başlıklı yazısına bakabilirler.
Özetle, Kürd ulusal sorunu konusunda esasen inkar ve imha siyaseti güdüp uygulayagelen Türk siyasetleri arasında, kendimiz için özne ol(a)madan tercihler yapa geldik ve devam ediyoruz.
Böylece, tarihsel ve ulusal hissiyat ve bilincimizi çarpıtarak milletleşme ve devletleşme yolunda başarısız olmakla kalmadık; kandırılarak her türlü yöntemle yok edilmeye çalışıldık ve nihayetinde günümüzde çok kapsamlı ve hızlı yürüyen bir siyasal asimilasyon (ayrı/bağımsız örgütlenmeden vaz geçilmesi)ile dil ve kültürel entegrasyonla karşı karşıya kaldık.
Kürdler, dilleri ve kültürleriyle hızla asimile ve entegre edilmekle/olmakla kalmıyorlar; 1960’lı yıllarla başlatırsak, nice bedeller ödeyerek yarattıkları tarihlerinin en yoğun ve kitlesel politikleşme ve örgütlülüğünü, bizzat kendi elleri ve çabalarıyla yok edip, tekrar Türklerin Türkçülüğünün hizmetine sokuyorlar. Ulusal hayal, hissiyat ve taleplerinin oluşturduğu destekle Kürdlerin oyunu alan ama “Biz Kürd partisi değiliz” diyen; uluslaşma ve devletleşmeyi, üstelik teorize ederek, reddeden; mücadelesinin temel hedefine “Ortak Vatan”lı “Demokratik ulus”lu “Demokratik Türkiye”yi koyan bir hareketten, PKK/HDP geleneğinden bahsediyoruz.
Tüm bu nedenlerle, sözde Türkiye’yi demokratikleştirmek için , “İslamcı Türkçü”ler karşısında tarihsel olarak Kürd katliamlarının esas planlayıcı ve uygulayıcıları olan “Modernist- Türkçü”leri destekleyecek kadar yolundan sapan siyasal özne, maalesef artık nitelik de değiştirerek “bağımlı bir özne” olmaktan da çıkmış; Türk siyasal hareketinin, üstelik demokrat da olmayan, modernist bir aktörüne dönüşmüş bulunmaktadır.
Nereden nereye!...
Bir zamanlar, “Bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan” şiarı dışında, Kürdler için, bırakalım otonomi, federasyon gibi diğer siyasal statüleri, her alandaki ve türdeki legal çalışmayı, hatta yasal zorunluluklar gereği üye olunan sendikalar ile mesleki örgütlerde Türklerle birlikte olmayı/örgütlenmeyi bile “ihanet” sayan bir anlayış ve tutumdan gelerek, “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi” için Türkiye Partisi olmaya varan bir anlayış ve örgütten bahsediyoruz…
Gelecek yazımda,Kuzey Kürdistan’da, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısındaki Kürd ayaklanmalarının yenilgiye uğratılmasıyla oluşan kopukluktan sonra, 1959’da “49’lar” ile yeniden belirmeye çalışan Kürt ulusal hareketinin, 1960’lı, özellikle 1970’li yıllardakendisi olarak, kendisi için nasıl adım adım evrimleşip gelişerek hem örgütsel hem de siyasal özne olmak yolunda ilerlediğini ve bu sürecin günümüzdeki talihsiz akıbete nasıl uğradığını/uğratıldığını anlatmaya çalışacağım.