Hindistan, adeta bir fil gibi Keşmir’e ‘girerek’ bu bölgenin özerkliğinin son kırıntılarını yok etti. Kaba güçle bölgede tam hakimiyetini ilan etti. Uluslararası hukuka göre ‘tartışmalı bölge’ sayılan Cammu ve Keşmir’de, kendince, tek taraflı olarak ‘tartışmayı bitirdi’ ve bu bölgeyi ilhak etti.
2 Ağustos günü, Hindistan devleti, Cammu Keşmir’de hac ibadetini yerine getirmekte olan Hindu hacıları geri çağırdı. Bölgedeki askerî varlığını ‘terörist saldırı’ olasılığını gerekçe göstererek tırmandırmaya başladı. Hâlihazırda 500 bini aşkın Hindistan askerinin bulunduğu bölgeye 100 bin asker daha yığıldı. Keşmir’deki siyasi parti liderlerinin tümü 4 Ağustos’ta ‘ev hapsine’ alındı. Telefon ve internet tümüyle kesildi, sadece mobil hatlar değil, karasal telefon hatları dahi kesildi. Turistlerden bölgeyi terk etmeleri istendi. Sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve dört kişiden fazla insanın bir araya gelmesi yasaklandı.
Cammu Keşmir’in dünyanın en fazla asker barındıran bölgesi olduğu belirtiliyor. Pakistan ve Hindistan arasında iki kere savaşa yol açan bu bölgede nüfusun çoğunluğu Müslümanlardan oluşuyor. Cammu Keşmir, Hindistan’ın Müslüman çoğunluğa sahip yegane eyaleti konumunda.
5 Ağustos darbesi ve Keşmir’in ilhakı
Bütün bu hazırlıkların neden yapıldığı ise 5 Ağustos günü belli oldu. Hindistan Meclisi’ne Cammu Keşmir’in anayasal özerklik statüsünü düzenleyen 370 ve 35A maddelerinin iptalini ve eyaletin (Cammu Keşmir ve Ladakh olarak) ikiye bölünmesini öngören bir tasarı getirildi ve kabul edildi. Oysa, bir gün önce, 4 Ağustos’ta, Cammu Keşmir’in bütün siyasi partileri biraraya gelerek, oy birliği ile böyle bir tasarıyı reddetmişti. 370 ve 35A maddelerini savunmak için birlikte mücadele edeceklerini açıklamışlardı. Bütün bu siyasi parti liderlerinin ev hapsine alınmaları, Hindistan’ın bölgede bir darbe gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor. Sıkıyönetim ilanından bu yana Keşmir’de 500’ü aşkın kişinin gözaltına alındığı bir devlet radyosundan duyuruldu.
Dolayısıyla, bu tasarı Cammu Keşmirlilerin açık itirazına rağmen zorla dayatılmıştır. 21. yüzyılda temel bir insan hakkı sayılması gereken iletişim hakkının, bölgede yaşayan bütün Keşmirliler bakımından zorla kısıtlanması da bu dayatmanın bir parçasıdır.
1948’de, ‘geçici olarak’ Hindistan’a dahil olan Cammu Keşmir prensliği, BM çerçevesinde, nihai statüsü referandum ile belirlenecek bir ‘tartışmalı bölge’ konumunda idi. Hatta ilk Hindistan Anayasası’nda, 370. madde dışında hiçbir hükmün Cammu Keşmir’de geçerli olmayacağı belirtiliyordu. Cammu Keşmir kendi anayasasını yapacaktı. Ne var ki, bu özgün statü 1953’te CK Başbakanı’nın tutuklanmasıyla fiilen ortadan kaldırıldı. 1975’ten itibaren ise CK kimi özerklik unsurlarını taşısa da, nihayetinde herhangi bir Hindistan eyaletine dönüştürüldü. 5 Ağustos’ta yapılan anayasa değişikliği ile de özerkliğin son kırıntıları ortadan kaldırıldı. Böylece artık Hindular da bu eyalete yerleşebilecek, buradan mülk satın alabilecek, bu eyaletin kamu işlerinde çalışabilecek. Cammu Keşmirliler, Hindistan hukuku içinde herhangi bir özel hakka artık sahip olamayacaklar.
Şovenistlerden sevinç gösterileri, komünistlerden protestolar
Cammu ve Keşmir’in ilhakı sebebiyle, Modi hükümeti yanlısı Hindu şovenistleri tarafından sokaklarda sevinç gösterileriyle kutlandı.
Modi’nin partisi BJP’yi arka plandan yöneten ırkçı-faşist hareket RSS sözcüsü Manmohan Vaidya, “Hindistan şimdi tamam oldu. Tarihsel bir hata düzeltildi. Keşmirlilerin korkmasına gerek yok, onlara yeni Hindistan’a hoş geldiniz diyoruz. Ama protestolardan uzak durmalılar.” dedi. 1925’te kurulan RSS, Hindistan’ın anayasasını ‘yabancı bir anayasa’ olarak tanımlıyor ve anayasaya ‘Hindu devleti’ yazılmasını istiyor.
Ancak ülkede güçlü olan komünist partiler ise, sokaklara çıkarak bu kararı protesto ettiler. Bu protestolardan birisinde konuşan Hindistan Kadınları Ulusal Federasyonu Genel Sekreteri Annie Raja, “Hükümet Cammu-Keşmir’i Hindistan’a entegre ettiklerini söylüyor. Onlar için Cammu-Keşmir sadece topraktan ibarettir. Peki ya Cammu-Keşmir halkı? Bize göre onlar da Hindistan’ın organik bir parçasıdır. Talepleri dikkate alınmalıdır” dedi.
Hindistanlı aydın Arundhati Roy da Modi hükümetinin Keşmir hamlesini eleştirerek, “Eğer Hindistan, tarihte Doğu Pakistan’ın ayrılıp Bangladeş’i kurmasını oradaki katliamın önlenmesi ile gerekçelendirdiyse, o halde, bugün Cammu Keşmir’deki pozisyonunu hangi gerekçeyle savunabilir?” dedi.
Keşmir’de Hindu yerleşim bölgeleri geliyor
370. maddenin iptalinin, Modi hükümetinin, Keşmir’de nüfus yerleştirme hareketinin başlangıcı olduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Kısa süre içinde, bu bölgede Hindu yerleşim bölgelerinin inşaatına tanık olacağız muhtemelen. Tıpkı İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim yeri inşaatları gibi, Hindistan’ın Keşmir’deki bu inşaatları da uluslararası hukuka göre yasadışı olacak. Ama bölgesel yayılmacı Hindistan devletinin bu tepkileri çok da fazla umursayacağını sanmıyorum. (Sözüm ona, bölgedeki Müslümanların hamiliğine soyunan AKP iktidarı dahi, “gerilimin artmasından endişe duyuyoruz” gibi muğlak bir açıklamayla yetindi.)
Ancak her ikisi de nükleer silah sahibi olan Hindistan ve Pakistan’ın üzerinde hak iddia ettiği bu bölgede atılacak adımların bölgede savaş ihtimalini yeniden yükselteceğine de kesin gözüyle bakılıyor. Bu iki devletin Cammu ve Keşmir sebebiyle üçüncü kez savaşmaları olasılık dışı görülmüyor. Keşmir’de hâlihazırda Hindistan ordusuna karşı savaşan grupların güç kazanması da bu hamlenin muhtemel sonuçlarından olacaktır.
Hindistan’ı yöneten ve yakın zamanda seçimleri tekrar kazanan Modi hükümeti, bu hamleyi Keşmir’i ekonomik bakımdan geliştirmekle açıklıyor. Güya, bölgede Hinduların mülk almasının yasaklanması, sermaye hareketliliğini ve ekonomik kalkınmayı engelliyordu. Oysa şimdi Modi’nin olağanüstü kalkınma modeliyle, bölge çok büyük iş imkânlarına kavuşacak! Keşmir’in politik ilhakı, bu bölgede yaratılacak büyük emlak rantının Hindistan kapitalizminin durağanlaşan ekonomisine enjekte edilmesini sağlayacak. Şimdiden emlak şirketleri Keşmir’de mega inşaat projelerine başladı bile.
Ulusal sorunlarda orman kanunları
Emperyalist sermayenin yaşadığı otuz beş yıllık genişleme dönemini sonlandıran 2008 küresel ekonomik krizi, bir Büyük Durgunluğa veya Uzun Bunalıma dönüştü. Uzun Bunalım döneminde toplumsal ve siyasi hayatın bütün yönlerinde belirgin değişimler yaşandı. Bu değişim ulusal sorunlarda da kendisini gösteriyor.
Önceki dönemde küresel sermaye, ulusal sorunlara kendi meşrebince bir çözüm öngörüyordu. Birleşik dünya pazarının dışına çıkmadığı sürece, her ulus bağımsızlık ilan edebilirdi. Kaderini tayin etme hakkı, bu çerçevede, örneğin Hırvatistan, Slovenya, Kosova, Doğu Timor, Karadağ gibi ülkelere sağlandı. Böylece, ezen uluslardan siyasi bağımsızlığın, emperyalistlerin ekonomik-mali sömürge boyunduruğunu kabul etme şartına bağlandığı bir ‘çözüm’ çerçevesi söz konusuydu.
Ama yeni dönemde ezen ulus milliyetçiliklerinin olağanüstü ve gaddarca yükselişine tanık oluyoruz. Katalunya’nın referandumu zorbalıkla boğuldu. Irak Kürdistan Federe Bölgesi’nin referandum girişimi de öyle. Suriye Kürtleri özerkliğe sahip olamasın diye, AKP hükümeti sınır boyuna bir kolordu yığmış durumda. İsrail’in ırkçı devlet yapısı, Kudüs’ü başkent ilan etmesi ve hatta Golan Bölgesi’ni işgali, ABD tarafından tasdiklendi bile.
Artık bırakın ezilen ulusların bağımsız devletler kurmalarını, ulusal sorunların müzakere ile çözümü dahi gündemden düşmüş gibi. Uzun Bunalım döneminin dünya konjoktüründe, “gücü gücüne yetene” ilkesi geçerli. Orman kanunları işliyor.
Kapitalizmin Uzun Bunalımı, Hindistan’da da dinci-faşist Modi hükümetinin işbaşına gelişine yol açtı. Özel sektörü hızla geliştirmekle övünen Modi, Hindu şovenizmini bunun için bir silah olarak kullanıyor.
Keşmir’in uluslararası hukuk ayaklar altına alınarak, Keşmirlileri en barbar yöntemlerle susturarak, herhangi şekilde söz söylemelerini engelleyerek ilhak edilmesi, tarihe, kapitalist sömürgeci haydutluğun kara bir örneği olarak geçecektir.
ALP ALTINÖRS-ARTI GERÇEK