2. Yazı
(Önceki yazıdan devam ediyor…)
İlk yazıda listesini verdiğimiz “İlk Dönem Kürd Önder ve Aydınları”nın, bu yazıdan itibaren kısa tanıtımlarını yapacağız. Hepsi de “kılıçların altında”, zor bir mücadeleden geçtiler.
Kürd düşünürü Ehmedê Xanî (1651-1707), millet kavramının daha netleşmediği, milliyetçilik kavramının ortaya çıkmadığı 17. yüzyılda, Kürd milli kimliğine vurgu yaptı. Ancak Kürd önder ve aydınları, tüm 18. yüzyıl boyunca ve 19. yüzyılın sonlarına kadar Ehmedê Xanî’nin öngörüsü doğrultusunda Kürd kimliği inşasını gerçekleştiremediler. Ehmedê Xanî’den sonra, 19. yüzyılda, büyük Kürd şairi Haci Qadirê Koyî (1817-1897), bu mücadelenin ikinci aydını olarak Xanî’yi izledi. 19. yüzyıl sonlarında Kürdlerin bir millet olduğunu söyleyerek, İran ve Osmanlı devletlerine karşı, 1880-1882 yıllarında büyük bir hareket başlatan Şeyh Ubeydullah Nehrî (1828-1883) ise Kürd milli mücadelesinin Xanî’den itibaren üçüncü aydını, ilk siyasi önderi oldu.
Kürd aydınlarının, bu üç öncü kişiden aldıkları Kürd milli bilinci, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde önemli gelişmeler gösterdi. Meşrutiyet sürecindeki kültürel milliyetçilik, savaştan sonra ulusal bir içerik kazanmaya başladı. Özellikle 1918 sonbaharında Jîn dergisinin yayını ve Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurulmasıyla, Kürd ulusal mücadelesi, yeni bir evreye girdi. Çok sayıda Kürd aydını Kürd ulus mücadelesine ilgi göstermeye başladı. Böyle olunca, tepelerinde kılıçlar belirdi, zorluklar başladı. Çoğu, mücadelesi sonucunda can veren, sürgün edilen, bu talihsiz kuşaktan bazı portreleri vermeye, kısa tanıtımlar yapmaya çalışacağız.
1-) Şeyh Abdülselam Barzani (1868 - 14.12.1914)
Barzan Aşireti’nin merkezi Barzan köyünde doğdu. Nakşibendi Şeyhi Seyid Taha medresesinde eğitim gördü. Babasının ölümünden sonra, 1903 yılında Barzan Aşireti ve tekkesinin başına geçti. (Aynı yıl, daha sonra Mela Mustafa olarak bilinecek en küçük kardeşi doğdu)
Şeyh Abdülselam, kısa zamanda hem dinî hem ulusal bir lider durumuna geldi. 20. yüzyılın ilk yıllarında, toprakların köylülere dağıtılması, sosyal alanda eşitlik sağlanması, sorunların çözümü için konseyler kurulması gibi pek çok reform girişimiyle dikkat çekti.
Bir taraftan aşireti ve çevresinde reformları savunan Şeyh Abdülselam, diğer taraftan Osmanlı zulmünden kurtulmanın yollarını aradı Çeşitli Kürd aşiretleriyle ilişkiler geliştirerek, Kürdlerin ulusal haklarıyla ilgili çalışmalara önderlik etti.
Başkanlığında, 1907 yılında yapılan önemli bir toplantıdan sonra, Kürd ulusal talepleri bir telgrafla Osmanlı Hükümeti’ne bildirildi. Taleplerde, Kürdçenin resmi dil olması, vergi yükünün azaltılması, mahkemelerde İslam şeriatının uygulanması, bölgeye Kürdçe bilen yöneticilerin atanması gibi hususlar vardı. Padişah Abdülhamid talepleri reddedince, Şeyh Abdülselam dağlara çekilerek orada mücadelesini sürdürmek zorunda kaldı.
Yıllar süren çatışmalardan sonra, Şeyh Abdülselam ile Osmanlı Devleti arasında kısmi bir antlaşma sağlandı, çatışmalar kesildi. Ancak Süleyman Nazif’in 1913 yılında Musul’a vali olarak atanmasından sonra, Şeyh Abdülselam’ı yakalamak üzere bölgeye bir ordu gönderildi. Urmiye yakınlarındaki Rajan Köyü’nde bulunan Şeyh Ubeydullah’ın torunu Seyid Taha’nın (Mehmet Sıdık’ın oğlu) yanına sığındı. 1914 yılı kışında, İran sınırında bir ihanetçi marifetiyle yakalanan Şeyh Abdülselam, 14 Aralık 1914 tarihinde Musul’da idam edildi…
(Ve halk arasında Şeyh Abdülselam’ı idam eden Süleyman Nazif’le ilgili şöyle bir tekerleme dolaştı: “Silêmanê Nazîf, li Musulê buye wali / Xwelî li serê wî walî û wî ahalî”)
2-) Seyid Abdülkadir (1851 – 27.05.1925)
Şemdinan’ın (Şemdinli) Nehri köyünde doğdu. Kürd ulusal mücadelesinin büyük önderi Nehri Şeyhi Ubeydullah’ın oğlu. Babasının liderliğinde, 1880-1882 yıllarında meydana gelen büyük harekette önemli görevler aldı. Hareketin bastırılmasından sonra babasıyla beraber Mekke’ye sürüldü. Babası 1883’te, orada vefat edince, Nehri ailesinin liderliğine o geçti.
1908 Meşrutiyet ilanına kadar, yaşamı sürgünlerde geçti. 1908 yılında İstanbul’a geldi ve aynı yıl kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin başkanı oldu. 1910’da Osmanlı Ayan Meclisi’ne seçildi. 1918 yılında kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin (KTC) de başkan oldu. KTC’nin başkanıyken 4 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa’nın ilk hükümetinde, Osmanlı Şura-yi Devlet (Anayasa Mahkemesi) Başkanı olarak görev aldı.
Bu dönemde, Kürdlerin en büyük ulusal lideri durumundaydı. Nüfuzu yanında büyük bir saygınlığı vardı. Ancak modern bir ulusal önderlik geliştirilmeyince giderek nüfuzu da saygınlığı azalmaya başladı. Paris Barış Konferansındaki Kürd temsilcisi Şerif Paşa’yı desteklemesi ve KTC’nin faaliyetleri, Türk milliyetçilerinde ve Türk basınında büyük tepkiyle karşılanırken KTC içinde de S. Abdülkadir’e karşı bir muhalefet oluştu. 1920 yılı başlarında, cemiyetin ikinci başkanı Emin Ali Bedirhan’ın öncülüğünde önemli bir grup Kürd aydını, KTC’den ayrılarak, Kürdistan Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti’ni kurunca Seyid Abdülkadir’in gücü iyice azaldı.
Seyid Abdülkadir, 1880’lerde babası Şeyh Ubeydullah’la beraber önce Kürd bağımsızlığı için mücadele verdi. Birinci Dünya Savaşından sonra, KTC Başkanı olduğu süreçte, Osmanlıya bağlı özerk-otonom bir Kürdistan için çaba gösterdi ancak başarılı olamadı. 1920-1925 yılları arasında hep İstanbul’da ve sessiz kaldı. Şeyh Said önderliğinde gerçekleşen 1925’ Kürd Ayaklanmasına destek verdiği gerekçesiyle, 27 Mayıs 1925’te, oğluyla beraber Diyarbakır’da idam edildi.
3-) Emin Ali Bedirhan (1851 – 1926)
(Emin Ali Bedirhan ve çocuklardan bazıları)
Sürgünde, Girit’te doğdu, Botan Miri Bedirhan Bey’in, büyük oğullarından biridir. Çocukluğu İstanbul’da geçti ve orada öğrenim gördü. Edirne ve Adana gibi bazı vilayetlerde adliye müfettişliği yaptı. 1906 yılında İstanbul Belediye Başkanı Rıdvan Paşa’nın öldürülmesi sırasında, bu ölümden sorumlu tutulan Bedirhan Ailesi fertleri içinde, kardeşi Ali Şamil ve yeğeni Abdurrezak’la birlikte en önemli sorumlu olarak görüldü. Bedirhan ailesine mensup binlerce insan İstanbul dışına sürülürken o Isparta’ya sürüldü. İki yıl sürgünde kaldıktan sonra, II. Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a döndü ve 1908’de kurulan Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti ve 1910’da kurulan Kürd Neşri Maarif Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı.
On yıl sonra 1918’de, Teavün’ün devamı olarak kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin (KTC) de kurucuları arasında yer aldı. KTC’nin ikinci başkanlığı görevinde iken Başkan Seyid Abdülkadir’le fikir ayrılığına düştü. S. Abdülkadir’in, Osmanlı’ya bağlı Otonom Kürdistan fikrine karşı, o, Kürdistan bağımsızlığı fikrini savundu. Bu yüzden, bazı arkadaşlarıyla 1920 yılında KTC’den ayrılıp Kürdistan Teşkilatı İçtimaiye Cemiyeti’ni kurdular. Bu cemiyetin başkanlığını yaptı.
Kürd ulusal mücadelesinin en büyük önderlerinden biri olan Emin Ali Bedirhan, bu yazı dizisinde daha sonra tanıtacağımız Kürd yurtseverleri Süreyya, Celâdet ve Kamuran’ın babasıdır. Kürd mücadelesinde yer almayan, bir diğer oğlu Tevfik Ali Çınar, ziraat doktoruydu.
Bedirhan ailesine mensup pek çok kişi gibi, uzun yıllar İstanbul’da Üsküdar-Kadıköy çevresinde yaşadı. 1922’de Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Mısır’da yaşayan oğlu Süreyya’nın yanına gitti. 1926 yılında orada öldü. Önemli bir Kürd önderiydi. Sürgünde doğdu, sürgünde öldü.
4-) Mikdad Mithat Bedirhan (1858 - 1915)
(BEDİRHANLAR-OTURANLAR-Emin Ali, Ali Şamil ve Bahri Bey. AYAKTAKİLER-Murat Remzi, Hasan Fevzi, Miith)
Bedirhan Beyi’n küçük oğullarından biridir, o da ağabeyi Emin Ali Bedirhan gibi Girit’te doğdu. Rüştiye ve Sultani’de okudu.
1898 yılında, sürgünde bulunduğu Mısır’da, ilk Kürd yayını olan Kürdistan Gazetesi’ni yayımlamaya başladı. Gazetenin yayınından rahatsız olan Sultan Abdülhamid’in baskısıyla, gazetenin 5. sayısından sonra gazete idaresini kardeşi Abdurrahman Bedirhan’a bırakarak İstanbul’a döndü.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, 1908’den, vefat ettiği 1915 yılına kadar çeşitli yerlerde mutasarrıflık (sancak yöneticiliği) yaptı.
5-) Yusuf Kâmil Bedirhan (1872 - 29.03.1934)
Bedirhan Paşa’nın küçük oğullarından biridir. Hayfa kaymakamlığı yaptı. 1906 yılında İstanbul belediye başkanı Rıdvan Paşa’nın öldürülmesiyle ilgili olarak, Bedirhan ailesinden çok sayıda kişiyle beraber önce tutuklandı, sonra sürgüne gönderildi. 1910’da İstanbul’a döndü ve aynı yıl kurulan Kürdistan Neşri Maarif Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Rusya’ya sığındı. Tiflis’te, yeğeni Abdurrezak’la birlikte Kürd diliyle ilgili çalışmalar yaptı. Bu yüzden Türk kamuoyunda ”Kızıl Profesör” olarak adlandırıldı. Yeğeni Abdurrezak’la birlikte, Rusya ve İran’da, Osmanlı’ya karşı Kürdler için hak mücadelesi verdiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Kürdlerin, Osmanlının değil, Rusya’nın yanında yer almasını savundular ve Özerk Kürdistan için Rusya’nın desteğini aradılar.
Bu sırada çeşitli Kürd ileri gelenlerine mektuplar yazdı, toplantılar yaptı. Kürd ileri gelenlerini Rusya ile işbirliğine ikna edemedi. Kafkas bölgesinde özellikle Êzidî Kürdlerle ilgilendi ve Kürdçe diliyle ilgili çalışmalarına devam etti.
1934 yılında Tiflis’te öldü. Tiflis’teki mezar taşına, Êzidî Kürdlerden Ahmed Mirza Kürdçe şunları yazmış: “Kâmil Bey, Bedirhan Azizi: 31 Mart 1872’de doğdu. 29 Nisan 1934’te vefat etti. Sen, bilincin ışığı sayesinde Kürdlerin beynini aydınlattın. Senin emeğin unutulmaz; ölümsüz eserinle onların ruhunda kalacaksın.”
6-) Abdurrezak Bedirhan (1864 – 1918)
Ailesi sürgünde iken İstanbul’da doğdu. Bedirhan Paşa’nın büyük oğullarından Necip Paşa’nın oğludur. İlk ve orta öğrenimin İstanbul’da yaptı. Bu sırada, İstanbul’da yaşayan büyük Kürd yurtseveri, şairi Haci Qadirê Koyî’den de dersler aldı. Paris’te yüksek öğrenim gördü. Fransızca ve diğer batı dillerini öğrendi. Kırklı yaşlarda yedi dil biliyor ve Avrupa’da tanınan bir Bedirhan prensiydi.
Petersburg’da Osmanlı Konsolosluğunda çalışırken Rusça öğrendi. Ruslarla ilişkileri, devleti rahatsız etti. Rusya’ya sığınmak istedi, Tiflis’e gitti. Bir süre sonra İngiltere’ye geçti. İstanbul’daki akrabalarının araya girmesiyle, 1898 yılında, Abdülhamid’in sarayında tören ve protokol sorumluluğuna atandı. 1906 yılında İstanbul Belediye Başkanı Rıdvan Paşa’nın öldürülmesi olayında, en büyük sorumlu olarak görüldü. Trablusgarp’a sürüldü ve orada hapsedildi.
Meşrutiyet ilanından sonra af kanunundan yararlanarak, 1910 yılında, tekrar İstanbul’a geldi. Rus Konsolosluğuyla ilişkiye girerek, 1911 yılında Tiflis’e yerleşti. Amcası Yusuf Kâmil Bey’le birlikte, orada Kürd diliyle ilgili çalışmalar yaptı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürdlerin Rusya ile işbirliği yapmasını savundular.
Prof. Dr. Celîlê Celîl, “Kürdler, Abdurrezzak Bedirhan’ın verdiği mücadelenin saflarına katılacak olgunlukta değillerdi.” derken Abdurrezak’ın misyonunu şöyle ifade ediyor: “O hem aydın hem diplomat hem komutan hem ulusal devrimci hem de enternasyonalistti. Hem yurtsever hem bir bilim insanı hem örgütleyiciydi.”
Abdurrezak Bedirhan, 1918 yılında Musul’da, Osmanlının bir oyunuyla, bir İTC militanı tarafından katledildi.
7-) Abdurrahman Bedirhan (1868 - 1936)
Bedirhan Paşa’nın küçük oğullarından biridir. İstanbul’da doğdu. Rüştiye ve Sultani’de okudu. İTC’nin aktif üyelerindendi. Kardeşi Mikdad Bedirhan tarafından 1898 yılında yayını başlatılan Kürdistan gazetesinin 6. sayısından itibaren yayınını Avrupa’da sürdürdü. Gazetenin yöneticiliğini ve başyazarlığını yaptı. Gazetenin yayınını, 1902 yılına kadar Avrupa’da sürdürdü. Gazetede, Kürd ve Ermeni meseleleri ve ilişkileri konusunda önemli yazılar yazdı.
1902 yılında Paris’te düzenlenen 1. Jön Türk Kongresi’ne Babanzade Hikmet’le birlikte Kürdleri temsilen katıldı. 1900-1908 yılları arasında Sultan Abdülhamid istibdadına karşı, Avrupa’da, İttihat-Terakki ve Ermenilerle ortak çalışmalar içinde oldu.
Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a geldi ve 1910 yılında kurulan Kürd Neşri Maarif Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu cemiyetin açtığı ilk Kürd okulu olan Kürd Meşrutiyet Mektebi’nin ilk müdürü oldu. Bu dönemde, eğitimci ve yazar kimliği öne çıktı. Yaşamının son yıllarında politikadan uzak olarak İstanbul Kadıköy’de yaşadı. Soyadı kanunu sırasında ailenin diğer bazı üyeleriyle birlikte Çınar soyadını aldı. 1936 yılında İstanbul’da öldü.
(Devam edecek…)