Kimlik, kim olduğumuzdan daha çok hangi haklara sahip oluşumuzla ilgili bir meseledir. Bu anlamıyla kimlik, bedenimizi diğer bedenlerden ayıran imgesel bir kod ya da işaret değildir, yalnızca, toplumsal işlev ve etkilere sahip simgesel anlam evrenimizdir. Bu evren her şeyden önce ait olmaya denk gelir ve aidiyetin temelin de haklar yer alır. Kimlik, bir yanıyla bedenimizin içine dair, şaşmaz bilgiler verirken, diğer yanıyla, aynı zamanda bedenimizin dışına dair, ürettiğimiz anlam dünyamızın merkez üssü görevini de üstlenir. Wittgenstein’in ünlü aforizmasını biraz içe doğru bükersek, “Dünyamın sınırları kimliğimin sınırlarıdır” diyebiliriz.
Hiç şüphesiz hatıralarımız ile kimliğimiz arasında bir geçişkenlik vardır ama kimliğimiz bir bütün olarak hatıralarımızdan oluşmaz. Hatıralar belki bir bakıma bireyselliğimizin şekillenmesinde önemli rol oynayabilirler ama kimliğimiz bizden önceki verili durum tarafından belirlendiği için onu kendi hatıralarımıza indirgeyemeyiz. Hepimiz kendi pratiğimizin toplam sonucuyuz. Bu doğru ama yetersiz; çünkü bizim kişisel pratiğimiz, verili koşulların yüzeyinde gezinen ikincil bir pratiktir. İnançlarımızı, değer yargılarımızı ve dilsel niteliklerimizi içine doğduğumuz verili dünyadan alırız. Eğer bu doğruysa, son tahlilde hepimiz belirli meşruiyetler ve hakların ürünleriyiz.
Tarih içinde oluşmuş istikrarlı topluluklar, varlıklarını, tarihin meşruiyetiyle izah ederler. Tarih içinde yapıp ettikleri her şey, belirli bir kimlik için ihtiyaç duydukları taleplerine meşruiyet sağlar. Ama meşru olmak ile yasal olmak aynı anlama gelmiyor. Meşruiyet için tarihsellik yeterli neden iken, yasallaşmak, ancak siyasi birlikle mümkün olabiliyor. Bir kimlik için talep edilen hukuk, mutlaka birleşmiş bir siyaseti gerektirir.
Kimlik için birlik, kimliğin meşru hakları için birliktir. Kimlik mutlak surette birliği zorunlu görür. Kimlik birliği besler, birlik kimliği güçlendirir. Kimliğin varlık nedeni haklardır, birliğin varlık nedeni ise kimliğin talepleridir. Birbirinin nedeni olan, birbirini besleyen ve birbirini değiştirip dönüştüren ilişki birbirlerinin anlam evrenini de inşa ederler. Birlik, kimliği temsil ederken, kimlikte derinleşir. Kimlik birliği temsil ederken, birlikte derinleşir. Birliğin, biricik siyasi görevi kimliğin içinde kalmaktır. Kimliğin önceliği de birliğin bütün kılcal damarlarını genişletmektir.
Türkiye’de Kürt siyaseti bir kimlik siyasetidir. Türkiye’deki demokrasi siyaseti de Kürt sorununu çözmektir. Kürtlerin kendi kimlik sorununu çözmeleri, Türkiye demokrasisine katkıdır. Türkiye demokrasisinin öncelikli sorumluluğu Kürt kimliğine yasal statü kazandırmaktır. Diğer bir deyişle Kürtler açısından demokrasi mücadelesi, Kürt meselesini meşru ve yasal bir statüye kavuşturmaktır. Eş zamanlı olarak Türkiyeli demokrasi güçlerinin ilk demokratik hamlesi, Kürt meselesine yasallık kazandırmaktır.
Eğer bu doğruysa Kürtlerin, Türkiyelileşmesi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü Türkiyelileşmek, Kürt kimliğini ötelemek anlamına gelir. Bugün yaşanılan pratik de bunu doğruluyor. Kürtler bütün güçleriyle Türkiyelileşmeye çalışırken büyük bedeller ödüyor ama Kürt kimliğinin yasallaşması için en küçük emare ufakta bile gözükmüyor. Üstelik bu süreç, Türkiyelileşmek adına hızla Kürt kimliğinin inkarına doğru yelken alıyor. Nesnel olarak Kürt olan bir partinin “Biz Kürt partisi değiliz” ısrarı, basit bir propaganda söylemi gibi durmuyor. Çok ciddi bir siyasi strateji olarak işlev görüyor.
Ama bu söylemin hiçbir pratik değeri yok. Çünkü kendi sorunlarını çözemeyenler başkalarının sorunlarını çözemezler. Kelin ilacı olsa kendi başına sürer.