Uluslararası ilişkiler profesörü ve azınlık hakları konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Baskın Oran, milletlerin büyük başarılar ya da büyük felaketler üzerine kurulduğunu belirterek, Kobani’de yaşananları “büyük felaket” ve “büyük zafer” olarak adlandırdı.
Prof. Dr. Oran, “Kobani zaferi Kürt ulusunun artık modern bir destanı olmuştur. Kawa Destanı gibi. Türkiye Cumhuriyeti Kürt meselesini hallederken bu yeni ve kalıcı konjonktürü düşünmek zorunda” dedi.
Prof. Dr. Baskın Oran, Rûdaw’ın sorularını yanıtladı.
Türkiye’de yeniden başkanlık tartışması başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, nasıl bir başkanlık sistemi istiyor? Bunu başarabilir mi?
Başarıp başaramayacağı astronomiden çok astrolojiye giriyor; bilemem. Ama şunu bilirim ki başarırsa kendisi de partisi de mahvolur, Türkiye’yi de birbirine sokar. O kadar insan ve kurumu karşısına aldı ki, memleketi o kadar kutuplaştırıp çarpıştırıyor ki, o kadar düşman kazanıyor ki, allame-i cihan olsa beceremez çünkü bir başkandan bunların tam tersi istenir.
Basitleştirerek söylersek, başkanlık sistemi dünyada iki yerde görülür: Latin Amerika diktatörlüklerinde ve federal sistemlerde veya buna benzeyen adem-i merkeziyetçi/yerel yönetimci sistemlerde.
Erdoğan’ın psikolojisindeki bir insan federal sistemlerdeki gibi bir başkanlık sistemini istemez. Latin Amerika tipi başkanlık istiyor. Ama o iş Türkiye’de olmaz çünkü hem Türkiye buna razı olabilmek için artık fazla gelişti, hem de oradaki başkanlar ordunun içinden çıkıp darbe yapmış ve orduyu arkasına almış kişiler.
Türkiye, orduyu siyasetin dışına çıkardığı için Erdoğan’a teşekkür etmeli. Ama bu zat, bunu becerdikten sonra kendisi sivil bir genelkurmay başkanıymış gibi sistemin başına çöktü. Şimdi bunu anayasaya geçirmek istiyor.
Son padişah İnönü’ydü
Erdoğan neden federal sistemlerde görülen başkanlık sistemini istemiyor?
Çünkü orada:
1) Başkan büyük ölçüde semboliktir ve esas gücü elinde bulunduran yerel yönetimleri eşgüdümlemek için o mevkie getirilmiştir;
2) Demokratik kültür çok gelişmiştir; kimseye diktatörlük yaptırtmazlar. Mesela Fransa yarı-başkanlık sistemindedir, federal sistem de yoktur, ama demokratik kültürün gelişmişliği kimsenin diktatör olmasına izin vermez;
3) Kuvvetler ayrılığı ve dolayısıyla çok sıkı bir denetleme-dengeleme (checks & balances) sistemi vardır. Mesela birçok ülkeyle birlikte ABD’de impeachment diye bir müsessese vardır; Kongre, Başkan’ı “ihanet, rüşvet veya başka önemli suçlar ve kötü davranışlar nedeniyle” görevden alma yetkisine sahiptir. Watergate olayında Demokrat Parti’nin seçim karargahını dinlettiği için Nixon görevden alınıyordu, bu yüzden istifa etti.
Ayrıca orada kuvvetler ayrılığı sadece Yürütmeyi temsil eden Başkan ile Yasamayı temsil eden Kongre arasında değildir; bir de çok bağımsız Yargı ve hatta dördüncü olarak çok bağımsız bir Medya vardır; unutmayalım ki Nixon’u Washington Post’daki iki muhabir düşürdü. Bizde Erdoğan ne bağımsız Yargı bıraktı ne Medya. Zaten Yasama elinde; şimdi de meydan meydan gezip 400 istiyor partisi için!
Güçler ayrılığı olmayan, siyasi ve demokrasi kültürü yerleşmemiş bir ülkede bu olmaz. Biz padişahlıktan geliyoruz. Hatta son padişahın Vahdettin olduğu bilinir ama son padişah İnönü’dür. Erdoğan da seçilmiş padişah olmak istiyor.
Başkanlık sistemi Kürt sorununun çözümünü kolaylaştırmaz mı?
Demokratikleşmemiş bir Türkiye’de Kürt sorunun çözülmesi mümkün değildir. Erdoğan’ın kafasındaki Türkiye’nin de demokrasiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok. Geliyorum diyen İç Güvenlik Yasası’nı düşünün. Hatta, ağacı korumak için ortaya çıkan Gezicilere neler yapıldığını düşünün, yeter.
Hayır, yetmez. Roboski Katliamı’nı ve Hrant’ın katlini çözmemek için ne çabalar harcandığını düşünün. Kobani’yi kurtartmamak için Erdoğan’ın nasıl çabaladığını...Ama bu demek değil ki Kürt sorununun çözümü için Türkiye’nin olgunlaşmasını bekleyeceğiz. Yerel yönetimleri güçlendirirsin, oradan başlarsın. Yalnız, özerk yerel yönetimler sadece Kürtler’in bölgesinde değil, bütün Türkiye’de olmalı.
Mesela Ege bölgesi İzmir’den yönetilmeli. Mesela Marmara İstanbul’dan, Akdeniz Antalya’dan, Güneydoğu Diyarbakır’dan, Doğu Erzurum’dan yönetilmeli. Bu projesinden dolayı HDP’yi beğeniyorum. Sadece Kürtler için istemiyor; Türkiye için istiyor. Kürt sorunu bu açıdan Türkiye’ye demokratikleşme getirebilir.
1921’de yoktu, 1982’de 56 oldu
Bu tespitiniz Kürt sorununun tarihsel köklerini de biraz ortaya koyuyor. Yerel yönetimlere dayalı 1921 Anayasası’nın kaldırılmasıyla mı başladı sorun?
Bu 1921 Anayasası’nın 11’inci maddesine göre iç ve dış politika, adalet, güvenlik, uluslararası ekonomik ilişkiler Ankara’da merkezî hükümetin; eğitim, sağlık, iktisat, bayındırlık gibi işler de yerel yönetimlerin elinde. Kürtler bu sayede Kurtuluş Savaşı’na entegre edilebildiler; tabii bir de Ermeni malları sayesinde. Yoksa, Hakkari’deki adamın İzmir için silaha sarılabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Mustafa Kemal’in Kürtler’e yeni hükümette mümtaz bir rol oynanacağına dair o kadar çok sözü var ki. Ama 1924 anayasasında bundan vazgeçti.Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’yla devlet kuruldu 6 ay sonra Ekim 1923’de ise rejim kuruldu. Bu ikisi kurulana kadar hep ‘Türkiye’ ifadesi kullanıldı. ‘Türkiye halkı, Türkiye ordusu, Türkiye milleti, Türkiye kadını’ gibi. Ondan sonra ‘Türk halkı, Türk ordusu, Türk kadını’
1921 Anayasasında hiç ‘Türk’ kelimesi yok. Bu terim 1924 anayasasında 12, 1961 anayasasında 22 ve halkoyuna sunulan 1982 anayasasında ise tam 56 defa geçiyor. Oysa bunun ‘çan eğrisi’ şeklinde olması gerekirdi. Yani 1921’de sıfırken giderek yükselip 1982 anayasasında doruğa çıktı. Buradan da tekrar sıfıra inmesi gerekiyor.
Yani yeni Anayasa’da Türk kelimesi geçmemeli mi?
Yeni anayasa demokratik olacaksa ‘Türk’ kelimesinin geçmemesi lazım. Çünkü hakim etnik grubun, hatta etno-dinsel grubun ismi. ‘Kürt’ kelimesinin de geçmemesi lazım çünkü biz Türk’ü yukarıdaki o tahttan aramıza indirmeye çalışıyoruz; Kürt’ü o tahta ortak etmeye değil Alt kimliklerin hiçbirini geçirmeyeceksin. Sadece ‘Türkiyeli’ kelimesini geçireceksin. Bizim 2004’te hazırladığımız Azınlık Raporu’na ölüm tehditlerine varan tepkilerin gelmesinin nedeni de bu. Çünkü bunu ilk defa orada üst kimliğin Türk olamayacağını söyledik ve yukarıdaki tahtta oturanlar çok rahatsız oldular. Üst kimlik ‘Türkiyelilik’ olmalı, dedik Alt kimlikler serbest olmalı, dedik.
Türk adını Çinliler verdi
"Türkiyelilik" ifadesi de etnik bir kimliğe vurgu yapmıyor mu?
Reel politik durum var. Bu cumhuriyeti kendisine ‘Türk’ diyenler kurdu. Bunların içinde Arnavut da olabilir Boşnak da olabilir ama bir insan ‘ben şu kimliğe sahibim’ demişse onu öyle kabul edeceksin. Ayrıca o sırada Kürtler’in enteligentsiası yoktu.
Ama daha önemlisi, bu ülkenin adı 14. Yüzyıldan beri Turchia (Türkiya). Bu adı İtalyanlar koydu, Türk adını da Orta Asya’da Çinliler verdi. Türkiye ismine Türk kelimesinden geliyor diye itiraz etmenin anlamı yok. Bayrağa itiraz etmenin de anlamı yok. Önemli olan çoğulculuğu o bayrak ve Türkiyeli üst kimliğinin içine yedirmek.
Dikkat edersen “Türkiyeli” bir teritoryal, toprağa ilişkin kimliktir. Etnik veya dinsel değildir. Aynen ne gibi, Amerikalı gibi. Aynen, Fransız gibi. Çünkü Fransa’da Fransız diye bir etno-dinsel grup yoktur. Eskiden Fransevî derdik ki, Fransalı demekti. Fransa’nın adı, bir Germen kabile konfederasyonu olan Franklardan gelir: Francia.
İstedikleri atla deve değil
Kürt sorunu sadece Anayasal bir sorun mu?
Kürt’e, Kürt kimliğiyle hareket etme imkanı verilseydi Kürtler entegre olurdu çünkü Balkanlar ve Orta Doğu’da kimliğin özü etnik değil dinseldir. Oysa biz onları entegre etmek değil asimile etmek istedik. Bu yüzden de isyan ettirdik.
Asimilasyon ancak ‘ulusal ekonomik pazar’ın küçük grup (Kürt) bilincinden önce kurulup yerleşmesiyle imkan dahiline girer. Ama bu bilinç önce ortaya çıkar, bu pazar sonra kurulursa, asimilasyonun şansı sıfırdır. Hatta, dahasını da söyleyeyim, bu bilinç ortaya çıktıktan sonra asimilasyon imkansızdır ve ısrar edilecek olursa bu bilinç daha da kuvvetlenir.
Türkiye’de Kürtlük bilinci 1925’ten sonra, hadi tutalım en geç 1950’lerin sonunda başladı, Türkiye İşçi Partisi içindeki “Doğulular” grubuyla güçlendi. Oysa bu pazar ancak Özal’la birlikte, 1980’lerin ikinci yarısından sonra başladı.
Eğer izah etmek gerekirse bu sözünü ettiğim pazar şudur: Mesela Kocaeli’nde üretilen buzdolabı Hakkari’de, Hakkari’de üretilen otlu peynir İstanbul’da her zaman aynı fiyata bulunuyorsa bu pazar kurulmuş demektir. Bir şey ilave edeyim,Kürtler’in istediklerini vermek gerekir. İstedikleri de atla deve değil. Kürtler Türkiye’de bir Kürt gibi yaşamak istiyor.
Parlamentoya giremezlerse...
Tekrar günümüz siyasetine dönecek olursak HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı var. Kürtler parlamentoya giremezse ne olur?
Sistemin dışına kaymışlardır demektir. Kürtler’in sistem dışı kaldığı bir Türkiye’yi ise düşünmek istemiyorum. Bunu en az 30 yıl doludizgin yaşadık.
HDP’nin birçok tanınmış isme adaylık teklifi götürdüğü biliniyor. Sizin de isminiz geçiyor. Böyle bir teklif geldi mi? Gelirse kabul eder misiniz?
Bunu cevaplamak için 2007’yi anlatayım önce. 2007’de bana bir sivil toplum girişimi telefon etti. Benim ismim üzerinde bir uzlaşma olduğunu söylediler. Karıma bile sormadan kabul ettim çünkü o zaman bu bir görevdi. DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk geldiler ‘Hocam, biz seni destekleyeceğiz. Bunun için karşına İstanbul 2’inci bölgeden aday çıkarmayacağız’ dediler.
Benim daha adaylığım ilan edilmeden DTP İstanbul İl Başkanını aday olacağı anlaşıldı. Beni desteklememelerinin gerekçesi ise PKK hakkında ‘terörist’ ifadesini kullanmam. Oysa ben ‘PKK terör örgütüdür’ demedim. ‘PKK terör de yapıyor’ dedim.
Şimdi kimse bana teklif getirmedi. Getirse, benim bunu kabul etme imkanım yok. Benim tabiatım, sinirlerim böyle bir parlamentoda politika yapmaya müsait değil. Kürsüye çıkıp anlatmaya başlayacağım, aşağıdan bağıracaklar: “Hooop, hooop, burası mektep değil”. Ben bazı şeyleri biliyorsam partiler gelir onlara izah ederim ama o kadar. Fiilen siyasete girmem. Ayrıca, karıma da bunu yapamam çünkü adam gibi parlamenterlik yapacaksan eve hiç uğramaman lazım bu her an bi mazarrat çıkaran ülkede.
Büyük "felaket" ve büyük "zafer"
IŞİD saldırıları ve Kobani olaylarının Kürt siyasetine etkisi nasıl oldu?
Milletler ya büyük başarılar ya da büyük felaketler üzerine kurulur ama daha çok felaketler üzerine kurulur. Mesela Osmanlı’nın çöküşü ve Türk Kurtuluş Savaşının ardından Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Burada Kobani olayları Kürt ulusuna büyük katkı yapacak. Çünkü büyük felaket ve büyük zafer yaşandı.
Türkiye’den giden Kürtler ve geç olsa da Irak’tan gelen peşmergeler sayesinde Kobani zaferi Kürt ulusunun artık modern bir destanı olmuştur. Kawa Destanı gibi. Türkiye Cumhuriyeti Kürt meselesini hallederken bu yeni ve kalıcı konjonktürü düşünmek zorunda