Zülfikar Doğan / Ahvalnews
Türkiye belki de dünyada akla gelebilecek her şeyin en ucuz ve en değersiz olduğu ülke haline geldi. İnsan hayatı en başta olmak üzere, diğer canlılar, ormanlar, sahiller, dağlar, göller, dereler, nehirler, şehirler olağanüstü bir hırsın, kin ve nefretin, gözü dönmüşlüğün engel tanımazlığı önünde hızla tükeniyor.
Bir haftadan bu yana ülke gündeminde ilk sıraya yükselen ve her gün bir yenisiyle keder ve öfkenin eş zamanlı yükseldiği orman yangınlarıyla yok olan sadece asırlık ormanlar, ağaçlar, yeşil değil. Ormanla hayat bulan, gelecek kuran on binlerce insanın hayatı, gelecek umutları, ormanları ev bellemiş kuşlar, kaplumbağalar, böcekler ve daha yüzlerce canlı türü. Türkiye’de ‘orman köylüsü’ diye tanımlanan bir kırsal nüfus var. Üretici, çiftçi, besici, zeytinci, narenciyeci vb. grupların dışında, hayatını ve ekmeğini nesiller boyunca tamamıyla ormanlardan kazanan bu kesim, tüm iktidarlar döneminde en göz ardı edilen, unutulan, yok sayılan milyonlardan oluşuyor.
Her orman yangını bu insanların hayatını parça parça tüketirken, ancak 4 gün sonra yangın felaketine uğrayan Manavgat ve Marmaris’i özel uçak, helikopterler ve iki gün öncesinden bu yerlere gönderilen yüzlerce araçlık koruma konvoyları, zırhlı araçlar eşliğinde ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gördükleri muamele başlarına fırlatılan 250’şer gramlık ‘Keyif Çayı’ paketleri. Her dinleyenin yüreğini titreten ‘Ormancı’ türküsünün ağızdan ağıza acıyla söylenerek nesilden nesile taşındığı dizelerde, Melen tepesine çıkıp yemyeşil ormanlardan ovaya bakan köyün gencine kıyan ‘Bay Mustafa’nın acımasızlığı gibi, ormanlara ve orman köylüsünün geleceğine dönük bu yangın yıkımının failleri neyi amaçlıyor olabilir? Eş zamanlı olarak neredeyse ülkenin dört bir yanında günlerdir devam eden yangınlara müdahalede yaşanan acizlik bir kez daha her şeyin tek kişinin bir sözüne endekslendiği tek adam yönetim sisteminin işlemediğini, Beştepe’den işaret gelmedikçe, ülke yansa, yıkılsa, harap olsa bile kimsenin adım atamadığını gözler önüne serdi.
Kayyuma devredilen Türk Hava Kurumu’nun (THK) hangarlarında bekletilen uçaklara karşılık, Tarım ve Orman Bakanının ‘Envanterimizde yangın söndürme uçağı ve helikopteri yok’ itirafında bulunmaktan yüzünün dahi kızarmaması, 19 yıldır tek başına iktidarda olmanın pervasızlığından öte bir şey değil.
Yangınların hemen öncesinde Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketinde de aynı pervasızlık, keyfilik, çay fırlatma seremonileri sergilendi. Son yangın felaketinin özellikle Ana Muhalefet Partisi CHP’nin yönetimindeki il ve ilçe belediyelerinin bulunduğu bölgelerde çıkmasını gündeme getirmek belki biraz spekülatif bir yaklaşım olabilir ama Antalya, Muğla, Aydın, Adana, Mersin, Hatay diye sıralanan felaket illerinde belediyeler tüm varlıklarını, güçlerini, kaynaklarını adeta bir haftada yangınla mücadelede tükettiler. Antalya’nın CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı artık sonunda dayanamayıp, ‘Yanıyoruz, bitiyoruz, gücümüz tükendi. Bizi kurtarın, Torosların tepelerine ulaşamıyoruz. Devlet Büyüklerimize sesleniyorum, uçak, helikopter gönderin’ feryadıyla sesini duyurmaya çabaladı.
Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı çağrılarıyla iktidar nihayet yangın felaketine uğrayan yöreleri ‘Genel Hayata etkili Afet Bölgesi’ ilan etmeye mecbur kaldı. Bu uygulamanın felaketzedelere sağladığı olanaklar vergilerin, borçların, acil ödemelerinin ertelenmesi ve uğradıkları kayıpların kısmen telafi edilmesi.
Ancak 20’den fazla il ve onlarca ilçede başlayan ve bazıları halen devam eden 101 yangın bölgesindeki on binlerce felaketzede için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı yardım tutarı yalnızca 50 milyon TL!
Bugüne kadar sadece Suriyeli sığınmacılara 10 yılda 70 milyar dolar harcamakla övünen ‘gerekirse yine harcarız’ diyen bir iktidarın varını, yoğunu, geleceğini, evini, yüzlerce canlı hayvanını, bahçesini, tarlasını, çiftliğini, ormanlarını yitiren kendi yurttaşları için kasasından çıkartabildiği para sadece 50 milyon TL.
Yanan ormanlık alanların en kısa sürede yeniden ağaçlandırılacağını vaat eden Erdoğan, bu alanlarda başka yapılaşmaya izin verilmeyeceğini söylerken, Bodrum’daki yangında yok olan ormanlık alana beş yıldızlı tatil köyü kurulmasına onay verdiğini unutmuş görünüyor. Özellikle ülkenin en ünlü sahil ve tatil bölgelerindeki orman yangınlarının ardından Kılıçdaroğlu, bu alanlara tek bir tuğla koyulursa, ekskavatörün önüne geçeceğini, kendisini çiğnemeleri gerekeceğini belirterek yaptığı paylaşımda, Erdoğan’ın çıkarttığı kararla Turizm Bakanı’na verdiği imar ve yapılaşma yetkisini anımsatıp, ‘hadsizler’ dedi.
Ülkenin doğası, ormanları, 19 yıldan bu yana adeta talan ediliyor. Başta İstanbul olmak üzere çıkartılan torba yasalarla ormanlık alanlar, meralar, otlaklar, ovalar, havzalar bile yapılaşmaya, imara açıldı. Geçtiğimiz günlerde çıkarılan yeni bir Cumhurbaşkanı kararıyla pek çok sahil ve kıyı bölgesinin, buralarda kamu kurumlarına, hazineye, Milli Emlak’a ait arsaların, araziler satış ve özelleştirme kapsamına alındı.
Bir yandan ‘İstanbul’a ihanet ettik, mezarlıklar dışında yeşil alan kalmadı’ diyen Erdoğan diğer yandan 19 yılda dağıttığı santral, maden, inşaat, rezidans, AVM ruhsatlarıyla kendisine yakın müteahhitleri ihya etti. Son sel felaketinde kendi doğup büyüdüğü Rize ve Güneysu ilçesi bile yatağı değiştirilerek santral kurulan derelerin, nehirlerin intikamına sahne oldu, yıkıma uğradı.
Doğa ve orman katliamının artık sıradanlaştığı süreçte insan yaşamının önemi de sıfırlandı. İnsan katliamlarının sonuncusu Konya’da Dedeoğulları ailesinden 7 kişinin kadın, erkek, çocuk demeden katledilip, ateşe verilmeleriyle yaşandı. Kürt kökenli aileye yönelik katliamın etnik bir boyutunun olmadığını savunan İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanına karşılık HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar yaşanan vahşetin tamamıyla iktidarın Kürtlere yönelik ayrımcı, nefret söyleminin sonucu olduğunu, HDP İzmir binasına saldırı ve cinayetin ardından Konya katliamı ve benzer provokasyonların planlandığını savunuyor. Organize suç örgütü elebaşı Sedat Peker bile bu olaydan önce etnik çatışmalar çıkarılmasının planlandığını, HDP binalarına saldırılar ve ölümler olacağını öne sürerek herkesi bu oyuna gelmemeye, sokağa çıkmamaya çağırmıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Dedeoğulları ailesine yaptığı taziye ziyaretinde ‘Vahşet’ dediği Kürt kökenlilere yönelik saldırıların devamının gelip gelmeyeceği endişesi oldukça yaygın ve çoğu kişiyi kaygılandırıyor.
Yangınlar ve orman katliamı, rant uğruna 19 yıldır süren doğa katliamları ve şimdide giderek korku ve kaygıları büyüten etnik katliam iddiaları. Yangınlarla birlikte sosyal medyada bu yangınları çıkartanların, HDP’liler, PKK’lılar, Aleviler, Museviler, Ermeniler, Kürtler ve daha başka etnik ya da inanç grupları olduğuna yönelik suçlamalar, ortaya atılan iddialar ve yürütülen kampanyalar bile, bu kaygıların, toplumda yayılan endişe ve karamsarlığın dayanaksız olmadığını gösteriyor.
İktidar ittifakı ise tüm bu kaygı ve endişelere duyarsızlığın yanı sıra tüm çağrılara rağmen, ayrımcı, kamplaştırıcı, suçlayıcı siyasi söylemini, toplumda karşılıklı nefreti besleyecek siyasi yaklaşımından vazgeçmiyor. Bu söylemi terk etmiyor. Korona salgınında olduğu gibi yangın ve sel felaketlerinde de halka yardım edeceğine, yardım kampanyaları açıp, kamu bankalarında açılan hesapların IBAN numaralarını duyurarak, halktan para toplama dışında bir çözüm üretemiyor. Üç yıldan bu yana Türkiye’nin her alanda çöküşünü hızlandıran yönetim sistemi giderek ‘IBAN’lı yönetim sistemine’ dönüşüyor.