Yaşamımda iz bırakan anılar -7 (Son bölüm)
(devamla...)
Höst’le tartışmalar sonucu, biraz da Deniz Gezmiş’e olan hayranlığımdan dolayı Orducu (THKO) grubun Seydişehir’deki birimine katıldım. Bahçe evinde her ay gelen merkezi yayın olan Yoldaş/Hewal isimli illegal dergisindeki konuları Höst bizlere okuyup açıklama yapmaktaydı. Bu arada Konya merkeze gidişlerim de artmıştı. Her gidişimde ya TÖB-DER lokalinde ya da Konya Yüksek Öğrenim Derneği KDYÖD lokaline gider Nurullah ve diğer Kürt arkadaşları ziyaret ederdim, bazen geceleri de öğrenci evlerinde kalırdım.
Gerici ve faşistlerin güçlü olduğu Konya’da antifaşist mücadele veren gruplar da vardı. Ön saflarda ise Kürdistan’dan gelen öğrencilerle Konya ve Kırşehir civarından iskâncı Kürtler, Türk sol grupları ile birlikte yiğitçe mücadele vermekteydiler. Konya Mühendislikte faşistler egemenlik kuramazken Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde egemendiler ve devrimci öğrenciler okula gidemiyorlardı. Konya’daki yükseköğrenim gençliğinin örgütlenip dernek kurmasına yine Kürt öğrenciler öncülük edip ilk başkanı da Nurullah Timur olmuştu. Nurullah vasıtasıyla birçok Kürt öğrenciyi tanıdım. Bunlardan Siverek’ten Ömer, Silvan’dan Hüseyin Avcı, Dersim’den Zeynel ve Mehmet, Mardin’den Nezir Çetin, Kırşehir Kürtlerinden Hüseyin, Bekir, Cihanbeyli’den Hasan’la samimi olmuştum. Nurullah ve Kırşehirli Hüseyin’in bilinç düzeyleri yüksek olduğundan diğer öğrencilere öncülük ve toparlayıcılık yapmaktaydılar.
THKO’nun çıkardığı Yoldaş/Hewal dergisi 4. sayısını “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ve Kürt Sorunu”na ayırmıştı. Bahçe evimizde Höst bize okuyup ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve Kürt sorunununa bakışlarını açıklamalı anlattı. Dergiden bir tane alıp ertesi gün Konya’ya gidip Nurullah’a gösterdim. Gece yarısına kadar Yoldaş/Hewal dergisinin bu konuya şovence yaklaştığını sayfa sayfa okuyarak bana anlatıp eleştirdi. Kafam karışmıştı. Sabahı Seydişehir’e dönerken bana Lenin’in Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı ile Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri kitabını okumam için verdi.
Seydişehir’e döndüğümde kafamdaki soruları bahçe evindeki haftalık toplantımızda gündeme getirip Konya’daki arkadaşların eleştirilerini sıraladığımda Höst beni Kürt milliyetçiliği ile suçladı. Ben Lenin’den de örnek vermeme rağmen; devrimciler birlikte örgütlenmeli, devrim yapılınca zaten Kürt sorunu da çözülecek gibi klasik söylemlerle beni eleştirmeye devam etti. Hem oportünistlikle hem de grup disiplinine uymayıp başkalarının etkisinde kalmamdan dolayı düşünüp gelecek toplantıda özeleştiri vermemi de dayatınca moralim iyice bozuldu. Bir hafta düşünüp taşındım ve haftalık toplantıya gitmeyip onlardan ayrıldığımı bildirdim. Yoldaş/Hewal’in bir önceki sayısında da Sovyetler Birliği’ne sosyal emperyalist diyerek tüm sayıyı ona ayırmıştı. Höst okuyup açıklama yaptığında aklıma yatmamış, karşı da çıkmamıştım.
Konya Selçuk Eğitimde okuyan Nezir Çetin faşist işgalden dolayı okula devam edemiyordu. Nezir’in babası da Seydişehir’de çalıştığından sık sık görüşürdük. Nezir’in Kürt ulusal sorunu konusunda kafasının net olmasının tartışmalarda bana da yararı olmaktaydı. Konya’da mühendislikte okuyan Silvanlı Hüseyin Avcı Seydişehir’e gelirken bindiği otobüs kaza yapınca hayatını kaybetmiş hepimizi mateme boğmuştu. Hüseyin Konya Mühendislikte faşistlere karşı yiğitçe direnen Kürt öğrencilerinden biriydi. Konya’ya gittiğimde cenazesinin Silvan’a götürüldüğünü arkadaşları söyledi.
Özgürlük Yolu dergisine abone olup devamlı takip ederken bir gün Konya’ya gittiğimde Rızgari dergisinin 1 ve 2. sayılarını görünce aldım. Rızgari dergisi farklı bir görünümü vardı ve Kemalizm eleştirileri benim için yeni olan görüşlerdi, ilgi ile okudum. Birkaç günlük tatil olunca Ankara’ya gitmek için Konya garajında beklerken beni tanıyan Seydişehir’den bir grup faşist bana saldırdı. Dört kişi idiler, kendimi garajın içine atmak isterken birinin parmaklarında sert yüzük veya muşta ile sol gözümün altına vurunca kanadı. Kavgayı gören ve Konya Garajı’nda bir otobüs yazıhanesinde çalışan Ağrılı Cabbar beni görünce eline geçirdiği sopayla faşistleri kovaladı. Beni çalıştığı yazıhanesine götürüp kanı silip bandajladı. Cabbar 1970’li yıllarda Konya’da kumarhane ve kulüp işleten kabadayı Teccal’ın adamıydı. Bir olayda aranınca Teccal Seydişehir’de gizlenmesi için Madenli Müzaffer’e göndermişti. Ben daha fabrikaya girmeden Madenli Muzafer’in kulübünde çalışmaktaydım. Muzaffer Cabbar’ın kulüpte kalıp yatacağını bana söylemişti. Cabbar’la samimi olmuş, kulüpte hemen her gece yumurtalı sucuk yapar birlikte yerdik.
Ankara’da kaldığım üç gün içinde yakın akrabalarımı ve devrimci dostları gördüm. Bir kez de Cebeci’de Devrimci Doğu Kültür Derneği DDKD’ye gittim. Konya’ya döndüğümde yine Nurullah’a uğradım. Birlikte KDYÖD derneğine gittik. Nurullah derneğin kurucusu ve ilk başkanıydı. Yapılan kongrede başkanlığı bırakmış fakat hâlâ dernekte ağırlığı, toparlayıcılığı devam etmekteydi. Biz derneğe girip oturmuş, daha on dakika geçmeden polisler bastı. Faşist saldırıları her an beklediğimizden benim cebimde sustalı bıçak, Nurullah da belinde zincir taşıyordu. Nurullah zinciri ani bir hareketle yanındaki masanın çekmecesine bıraktı. Polislerin arasındaki sivil giyimli biri birden arkasından bir demet dinamit çıkarınca şaşırdık. Derneğin herhangi bir köşesinde bulup çıkarmamıştı. Polislerden birine; “Acil tuvalet ihtiyacım var,” deyince beni tuvalete götürdü. Montumun koltuk altındaki zula yerimden hemen bıçağı çıkarıp tuvalet penceresinin arkasına attım. Teker teker aranıp Konya emniyetinde dernektekilerle birlikte nezarete atıldım.
Konya gibi dinci ve faşist grupların etkili olduğu bir yerde bir avuç Kürdistan’dan gelen öğrenciler, iskâncı Kürtler ve Türk devrimci grupları Konya mühendislikte faşistlerin egemen olmasını engellemişlerdi. Devlet Seydişehir’deki işçi sınıfı ve solun gelişip çevreyi de etkileyen devrimci mücadelesinin önünü kesmişti. Konya’daki antifaşist grubun gelişmesini de engellemek için yine derin devlet provokasyonlarından biri olan yasal bir derneğe dinamit getirerek kapattırmak istemişti. Gerek mühendislik okulunda gerekse Konya’daki antifaşist mücadelede fazla göze çarpan Nurullah ve arkadaşlarını etkisiz hale getirmek için cezaevine atarak yapmaktaydı. 1975’te Konya’ya gelen Bülent Ecevit’i konuştuğu meydanda bir grup Kürdün KURDARA AZADİ, HALKLARA ÖZGÜRLÜK sloganını Konya gibi bir yerde atmaları da devletin gözüne batmıştı. İki gün emniyet nezaretinde kaldıktan sonra nöbetçi mahkeme Nurullah’ı tutuklayıp benimle birlikte çok kişiyi serbest bırakınca Seydişehir’e döndüm. (1981’de Diyarbekir 5 Nolu Askeri Cezaevi’nde yatarken askeri savcının hazırladığı Rızgari/Ala Rızgari dava iddianamesinde benimle ilgili iddialarından biri de, berat etmeme rağmen 1976 Nisan ayında Konya’da bombalarla yakalandığımı yazmıştı.)
İlk mahkeme duruşmasına gelmem için çağrı mektubu gelmişti. O tarihte erkenden Konya’ya gittim. Adliye binasında duruşmayı izlemek için Nurullah’ın Siverek’ten gelen babası Selahattin amcayla tanıştım. Aydın, anlayışlı ve bilinçli biriydi. Zaten ismini Siverek’te liseyi okurken çıkardığı yerel gazete olan İRFAN gazetesinden biliyordum. İfade sırası bana geldiğinde; “Dinamit demetini sivil polis arkasından çıkarırken gördüm, derneğin herhangi bir köşesinde bulduğunu görmedim,” diyerek ifade verdim. Duruşma sonunda Nurullah’ın tutukluluğunun devamına karar verildi.
Fabrika yönetimi ve faşistlerin hedefi sitelerde kalan bizleri işten attırmaktı. Bunun için uğraşmaktaydılar. Bu arada yeniden üniversite imtihanlarına müracaat ettim. 15-16 Haziran’da fabrika kapısını tutan faşistler bizlere iki gün boyunca saldırıp işe sokmak istemediler. DİSK’in başarıyla yaptığı 15-16 Haziran direnişinin rövanşını bizden almak istediklerinden dolayı iki gün hem fabrika giriş kapısında hem de tüm ünitelerde bizlere saldırdılar. 16 Haziran günü işyerine geldiğimde laboratuvarda çalışan faşist Hasan dışardan bana saldırmaları için üç kişi getirince Laboratuvar sorumlusu 68 kuşağından Kimya Mühendisi Biçer Doğan Avşargil onları laboratuvara sokmadı. Ben arkadaşları da zorlayarak can güvenliğimiz olmadığı için işi bıraktık. Cebimdeki bıçağı Hasan’ın karnına dayayıp; “Adam çağırıyorsun ha, karnını delerim,” deyince depoya kaçtı. İşi bıraktığımızı duyan Laboratuvarlar Müdür yardımcısı gelip niye işi bıraktığımızı sorunca ona; “Can güvenliğimiz yok. Bize saldırıyorlar, güvenlik önlemi alın,” der demez 5 fabrika bekçisi laboratuvara girip beni götürmek istediler. Fırsatını bulup üzerimdeki bıçak ve laboratuvara analiz için düzenli gelen kostik karışımı hammaddeyi karıştırmak için kullandığımız 30 cm uzunluğundaki demir şişi kemerimden hemen çıkarıp attım.
İdare binasına geldiğimizde beni almaya gelen polis arabasına bindirilip karakola götürüldüm. Bir gün polis nezarethanesinde kalıp sabahı nöbetçi hâkime çıkartıldım, ifademden sonra serbest bırakıldım. Sitelere geldiğimde arkadaşlar artık eşyalarını toplayıp terk etmekteydiler. Üç gün işe gitmediğimden işten atılmıştım ancak bir doktor raporu ile tazminat alarak işten ayrılmam mümkündü. Ankara’ya geldim, eniştemin işlettiği bakkal dükkânı Ankara’nın elit, bürokrat ve subayların oturduğu Eti Blokları altındaydı. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında Talat Aydemir grubundan olup ordudan atılan subaylardan birinin kızı SSK’da doktordu. Eniştem rapor için rica edince, yardımcı olacağını söyledi. Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’ne gittim. Doktor hanım bana geriye dönük 5 günlük rapor verince Seydişehir’e döndüm. İdare binasındaki işten çıkışların yapıldığı bölüme raporumu verince Madenli tanıdık olan sorumlu memur işten atılma kâğıdını yırtıp yeni bir çıkış yaptı ve iki yıllık tazminatımı verdi.
Çıkış işlemleri sırasında Site’de kalamadığımdan Nezir Çetin beni birkaç gece evinde misafir edip o zor ve tehlikeli günlerde beni yalnız bırakmadı. Fabrikayla ilişkim kesilince Konya’ya gelip Diyarbekir’e giden otobüslerden birine bilet alıp Çermik’e geri döndüm. 1973 sonunda geldiğim Seydişehir ve Konya’dan 1976 Haziran ayında ayrılarak yaşamımda genç yaşıma rağmen hızlı ve olaylı geçen çok şeyleri yaşayarak Seydişehir ve Konya sayfası kapanıp yeni bir sayfa açılmış oldu.