Dünya üç-dört aydır lanet olası korona virüsünü önlemeye çalışırken, tüm insanlık üzerindeki olumsuz etkisi her kesimi düşündürmektedir. Özellikle belirli bir yaşın üstünde olanları daha da bir endişeye sevk etmektedir. Korona virüsü, tüm dünyada yoksul-zengin insan ve geri kalmış-sanayileşmiş ülke dinlemeden etkisi altına alarak insan sağlığı, ekonomi, işsizlik ve artan yoksulluk gibi olumsuz nedenler yaratmakta. Gelişmiş ülkelerdeki bilim insanları, araştırmacılar etkisini azaltmak için gece gündüz kafa yormaktadır. Ben bu Korona virüsünün bunca zararının yanında bir olumlu etkisini de görmekteyim. Oruç ayı olan Ramazan ayının da bu günlere tesadüf etmesi geleneksel birçok dini ritüelleri de değiştirmiş bulunmaktadır. İnsanların onurunu, kişiliğini rencide edip muhtaç duruma sokan görüntüler olan, uzun iftar kuyruklarını ortadan kaldırması tek olumlu etkisidir, diye düşünmekteyim.
Genelde yılın on bir ayında her türlü pislikleri yapanlar, bu mafya ağaları, narkotik tüccarları, tarikatçılar, rant vurguncuları, dini kendi politik çıkarları için kullananlar iftar çadırları açmaktadırlar. Sokaklara masalar kurup insanları sıraya geçirtip, sözüm ona yemek dağıtıp sevap işlediklerini sanmakla sadece insanları ve Allah’ı kandırmaktadırlar. İnsanların yemek kuyruğuna girmeleri acaba sevap mı yoksa o insanları rencide edip dilenci durumuna düşürmek midir? Yoksul insanlara; niye yoksuldurlar, bu yoksulluğun önüne nasıl geçilmeli, demek gerekirken yılın sadece bir ayında yemek dağıtmak hayır yapma olmayıp o insanların onurunu kırıp muhtaç-dilenci durumuna düşürmektir. Sanmıyorum ki onurlu bir kişi aç da olsa yemek kuyruğuna girmeği kolay kabul etsin. Uyanık tipler, bedava karın doyurmak isteyenler, tarikat üyeleri, belki bir de evde çocuğuna güzel yemek veremeyenler istemeyerek de olsa gitmekteler.
İftar sofraları düzenlemek yerine ihtiyacı olan ailelere, onların onurunu zedelemeden ve gizlice kapalı bir paketle yardım etmek dururken, gayri meşru kazançlarını gizlemek, sonradan görme gösteriş kibirliliği ile çadırlar kurup yemek vermek hayır yapma değil, gösteriştir. İslam dininde de böyle yaygın bir uygulama yoktur sanırım. Hafızalarımızı 20-30 yıl ve daha geriye götürdüğümüzde; Ramazan aylarında oruç tutanlar kendi aileleri ile, varsa bir yabancı onu da davet ederek iftar yapardı. Şimdi ise bazıları on bir ay günah işlerken, bir ay yoksulları düşünmek sadece aldatma ve gösteriş kibirliğidir. Elbette içlerinde temiz yürekli ve hayırsever insanlar da vardır, bu yardımları gösteriş için yapmayanlara benim söyleyecek bir sözüm olamaz. Yakın dönemde her Ramazan ayı geldiğinde şehir merkezlerinde kurulan iftar çadırları, dini hayır amaçlarından çıkıp bir gösteriye dönüşürken; insanların kişiliğini rencide edip yemeğe muhtaç hale getirmeyi, kuyrukları, insanlık adına utanılacak görüntüleri sergilemekteydi. Bu iftar çadırları ve kuyrukların niye son 20, 25 yıldır yapıldığını, bunları yapanların kimliklerini, bu paralar nerelerden geldiğini irdelemek lazım.
Çocukluk ve gençliğimin geçti yıllar olan 1960 ve 70’li yıllarda kasabamızda Ramazan ayında hazırlanan iftar sofralarını hatırlıyorum. O dönem gerçek hayır sahipleri, ihtiyacı olan evlere yiyecek-giyecek paketleri, kimselerin gözü önünde vermek ayıp sayıldığından ve yardıma muhtaç olan aileleri de rencide etmeden ya gizli ya da bir küçük çocuğun eli ile vermek bir adetti. Ayrıca çarşıda pazarda iftar sofraları düzenlemek diye bir gelenek olmadığından evinde iftar yapan hayırsever insanlar, ya ilçede görevli yalnız başına yaşayan bir memuru, öğretmeni veya askerlik yapan bir garibanı evlerine davet ederek birlikte iftar yaparlardı. Belediyeler ise tespit ettikleri yoksullara fırınlardan ‘tayin’ adı altında ekmek almalarını sağlardı.
İnançlı insanların kendisi ile Allah arasında bir inanç sistemi, bir ilişki olması gereken din, politik amaçlar uğruna kullanılması 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile hız kazanmıştı. Akşamları Orduevlerinde rakısını, viskisini yudumlayan cunta generalleri, sabahları ise ellerinde kuran ve dualarla halkın karşısına çıkmaları, dini kendi çıkarları için kullanıp hem Allah’ı hem de toplumu kandırmaktaydılar. 1970’li yıllarda iktidara alternatif olabilecek bir kitleye sahip olan Türk ve Kürt sol ve demokrat grupların yerine, ülke sorunlarıyla ilgilenmeyen, dinci bir gençlik yetiştirmek amaçlarıydı. Bu politika tarikatların, dinci grupların politize olmalarına cesaret vermiş, 1990’lı yıllarda ise iktidara gelip hükümet kuracak kadar güçlendirildiler.
Ramazan ayı, dini kendi politik ve şahsi çıkarları için kullananlara tam bir fırsat vermekteydi. İftar çadırları böylece kurulmaya başlanmış oldu. Bu iftar çadırlarını kuranlara baktığımızda; ya mafya babaları, ya esrar eroin satıcıları, rantçılar, meşru olmayan yollardan kazanç edinenler, ya İslami görünümlü kuruluşlar ve tarikatlar ya da kendi politik çıkarlarını korumak isteyen milletvekilleri ve belediye başkanlarıydı. Mafya ve esrar eroin işi yapanların paraları nereden geldiği bilindiğinden dini inanca uygun mu değil mi kimse sormuyordu. İftar çadırlarını kuran tarikatlar ve dini kuruluşlar da kendi ceplerinden vermeyip halktan topladıklarının çok az bir kısmını iftar diye harcamaktaydılar. Belediyeler ve başkanları ise halkın vergilerinden gelen parayla yapıp rant sistemini ve gelecek seçimin yatırımını, insanların dini inançlarını kullanarak yapmaktaydılar.
Niye insanlar bir lokma ekmek için kuyruklara girip bazen birkaç saat bekliyorlar? Birilerinin zenginleşmesi için toplumun fakirleşmesi gerekmektedir. İnsanların birilerinin eline muhtaç edilmesi bu sömürücü düzeni devam ettirmek isteyen insanların en önemli malzemesidir. ‘İnsanlığın doğuşundan beri zengin-fakir vardır’ diyerek insanları öteki dünya ile kandırıp hallerinden şikâyet etmelerini engellemektedirler. Toplumun zenginleşmesi, herkesin ihtiyaçlarını karşılaya bildiği, paylaşımların ve hizmetlerin adaletli yapıldığı ve herkesin eşit bir değeri olduğu geliştirileceğine, toplumun birilerine muhtaç hale düşürülmesi bir politikadır. Hz. Muhammet ve halifeler döneminde böyle reklamvari iftar sofralarını düzenlediklerini ne okudum ne de duydum. Zekât adı altında gelirlerinin kırkta birini, ayrıca Ramazan ayında Fitre vermeyi hepimiz biliyoruz. Hemen her dinde yoksullara yardım ilkesi var ve yerine getirmek için bazı kurallar koymuşlardı. Çevremizde birçok inançlı insanların bu yardımlaşma ilkelerini yerine getirirken yoksul insanların gururunu kırıp rencide etmeden yapılanlara saygı duymak gerek.
Bazı Ramazan aylarında Kürdistan’a gittiğimde, Ankara ve İstanbul’da bulunduğumda gördüğüm uzun iftar kuyrukları, benim gibi birçok insanı vicdanen rahatsız etmekteydi. Tanıdığım çok yoksul kişi, onurlarını çiğnetmeyip o kuyruklara girmektense kuru ekmek yemeği tercih etmektedirler. Kuyruğa gidenlerin ellerinde tencere ve yemek kapları taşıyan insanların çoğu belki de kendi müritleri ve adamlarıdır. Evinde çoluk çocuğu olup da yemek götürme zorunda olanlara bir şey diyeceğim yok. Kendileri de eziklik duymasına rağmen konu aç çocuklar olunca bazı değerleri düşünecek durumda olmamaları anlaşılır.
Hayırseverlik; rant peşinde koşmak, görgüsüzce gösterişle yapmak, yaptığı yardımları kişisel hırs ve beklentilerini karşılamaya insanları zorlamak değildir. Umarım bu korona virüsü bu tür sonradan görme kibirliğine sahip olanların elinden, yoksul insanları rencide edip gururlarını kıran görüntüleri engellemede bundan sonra bir olumlu etken olur.