Vahap Coşkun / Serbesiyet
Kürdistan alerjisinin yeni olmadığını biliyoruz. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hem uluslararası camiada hem de Irak’ın kendi ulusal sisteminde kabul edilen resmi adını telaffuz etmemek için bin dereden getirilen sulara ve dil cambazlıklarına yabancı değiliz. Lakin şimdilerde iş iyice çığırından çıkmış durumda; Kürt karşıtı siyasi dil derinleştikçe Kürdün dilinin, kültürünün ve coğrafyasının ismini anmak bile bizatihi bir suç olarak etiketleniyor.
Siirt-Kurtalan’daki esnaf ziyareti esnasında Cemil Taşkesen adlı bir vatandaş, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e “Dilimiz inkâr ediliyor, kimliğimiz inkâr ediliyor, Kürdistan inkâr ediliyor. Biz buna karşıyız. Şu an sizin bulunduğunuz yer Kürdistan’dır. Ama ne yazık ki Meclis’te bu Kürdistan inkâr ediliyor” dedi. Akşener, Taşkesen’e cevap verdi, onunla hemfikir olmadığını söyledi, dükkândan ayrıldı ve temaslarına devam etti.
Lakin mesele orada kapanmadı. Kurtalan Cumhuriyet Başsavcılığı, Taşkesen hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan soruşturma başlattı, güvenlik güçleri sabaha karşı evini basarak Taşkesen’i gözaltına aldı. Taşkesen ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Yakın zamanda Kürdistan adının tartışılmasına neden olan bir olay da Elazığ’da yaşandı.
Fırat Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Araştırma Görevlisi olan Hifzullah Kutum, Irak Kürtlerinin Bağdat yönetimine karşı Eylül 1961’de başlattığı mücadelenin yıldönümünü kutlamak için 14 Eylül 2021’de sosyal medyada “Şoreşa Îlonê hemû Kurdan pîroz be, Bijî Kurdistan” (Eylül Devrimi tüm Kürtlere kutlu olsun. Yaşasın Kürdistan)” içerikli bir mesaj paylaştı. İİBF yönetimi, bu paylaşım üzerine Kutum’a uyarı cezası verdi. Kutum’un bu cezaya yaptığı itiraz da reddedildi.
Kutum’un Melê Mustafa Barzani’nin fotoğrafını ve Kürdistan bayrağının görselini içeren bu paylaşımı sosyal medyada yayılınca, bu kez üniversite yönetimi devreye girdi. Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, yazılı bir açıklama yayımlayarak Kutum’un açığa alındığını ve hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu belirtti.
Rektörlüğün suç duyurusunun ardından Kutum’un üzerinde hem fiili hem de hukuki bir baskı kuruldu. Üniversitedeki odasının kapısına Türk bayrağı asılan Kutum, tanımadığı kişiler tarafından tehdit edildi. Evinden gözaltına alınan Kutum, daha sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Bu iki olaydan başlıca üç sonuca ulaşmak mümkün:
1. Kürdistan’ın dillendirilmesinin hukuki bir soruşturmaya konu olması, başlı başına garabet; çünkü “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçunun oluşması için, suç teşkil ettiği iddia edilen fiilin “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek şekilde yapılması” mecburiyeti var. Her iki hadisede de bu ölçütün kenarından bile geçilmiyor.
Keza Kürdistan bayrağının ve Kürdistan ifadesinin “terör örgütü propagandasını yapmak” suçunu oluşturmayacağına dair, son derece açık yüksek mahkeme kararları arşivlerde duruyor. Bu kararlar, tevile veya tersinden okumaya izin vermeyecek kadar net bir çerçeve belirliyor. Fakat bu mahkeme kararları görmezden gelinerek hukuk dışına sapılıyor. Hukukun sınırları ihlal edilince absürtlüklerin ardı arkası kesilmiyor. Mesela Siirt’te tutuklanma nedeni olmayan Kürdistan, Elazığ’da tutuklanmaya gerekçe oluşturabiliyor. Hukuki standartlar yerle yeksan ediliyor, keyfilik almış başını gidiyor.
2. İfade özgürlüğüne karşı açık bir müdahale olan bu soruşturma ve tutuklamalar, aynı zamanda Kürdistan’a yönelik giderek artan tahammülsüzlüğün bir dışa vurumu. Elbette Kürdistan alerjisinin yeni olmadığını biliyoruz. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hem uluslararası camiada hem de Irak’ın kendi ulusal sisteminde kabul edilen resmi adını telaffuz etmemek için bin dereden getirilen sulara ve dil cambazlıklarına yabancı değiliz. Lakin şimdilerde iş iyice çığırından çıkmış durumda; Kürt karşıtı siyasi dil derinleştikçe Kürdün dilinin, kültürünün ve coğrafyasının ismini anmak bile bizatihi bir suç olarak etiketleniyor.
3. Kürdistan gibi sosyolojik, tarihi ve idari-hukuki bir gerçekliğin adını anmanın bile cezalandırıldığı bir vasatta, uzun uzadıya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin ya da Yargıtay’ın ifade özgürlüğüne dair kararlarına müracaat etmek, doğrusu, insanın ağzında kekremsi bir tat bırakıyor.
Yine de ısrarla bu ölçütleri savunmalıyız. Kürdistan adının fiili ve hukuki olarak yasaklandığı bir yerde, düşüncenin ve akademinin özgürlüğünden bahsedilemeyeceğini vurgulamalı, dolayısıyla Kürdistan’ın ifade edilmesini savunmanın özgürlüğü savunmakla eş anlamı olduğunu hatırlatmalıyız.