Kürdistan sendromu: Kolonyal melankoli (1)

Ne yazık ki Kürtler, sömürgeciliğin gramerini bir türlü çözemeyecekler ve kolonyal fantezi her vesileyle nüks edecek. Yeni nesiller kendi ülkelerine değil sömürgeci metropollere İstanbul, İzmir’e duydukları aşk ve hayranlıklarını gizlemeyeceklerdir.

Deyim yerindeyse koloni, sirke çevrilen bir hayvanat bahçesi gibidir, ama parmaklıklar arkasındaki maymun her şeye rağmen zaman zaman özgür ormanın özlemiyle yaşar. Sömürge insanı da yüksek bir gerilimin yörüngesinde huzursuz ve çaresizdir. Hatta hayalleri bile işgal edilmiştir, döneceği ormanı da yakılmaktadır. Bu kolonyal büyüyü bozmak, ona her zaman özgür ormanını hatırlatmak ve çaresiz olmadığını göstermek gerekiyor.

Sharo I. Garip* sgarip@uni-koeln.de

Ezidiyim, Aleviyim, Müslümanım, Kürt değilim!

Kürdistan’daki sömürge yapısı, sosyal ilişkilerden başlayarak aile yapısına varıncaya değin bireysel ve kolektif travmalar yarattı. Sömürge koşullarında normaliteye dönüşen savaş, şiddet ve baskı ortamında yeni ruh halleri de üretti. Bilhassa sömürge bireylerinin ruh halleri hibrid (melez) bir durumdadır. Başka bir deyişle, normal, günlük yaşantısıyla yaşadığı kolonyal kabus yer değiştirmiştir. Uzun bir zaman dilimi içinde baskılanan hatta mumyalanan doğal kimlik ile, kolonyal malikanede dokunan kimlik, yaşamın genel akışı içerisinde keskin geçişler ve gelgitlerle çoklu kolektif kimlik bozukluğuna (“Dissociative Collective Identity Disorder”) (Dell, 2006, S. 1-21) yol açmıştır. Özellikle uzun ve yoğun asimilasyon döneminden sonra, kimlik direnci ile kimlik çözülmesinin yaşandığı gri alanlarda ve dönemlerde, kolektif kimliklerde ciddi kararsızlıklar-bunalımlar görülebilir.

Kürdistan’daki ruhsal ve ahlaki yıkımı anlatmaya, celladına aşık olma halet-i ruhiyyesine işaret eden Stockholm Sendromu bile yetmez. Kaldı ki her dünya metropolünde değişik psikozlar da görülür; Venedik Sendromu en çok turistin intihar ettiği şehir, Paris Sendromu bu şehirde her yeri toz pembe görme vb. Tüm bu sendromlardan bazı belirtiler Kürtlerde de görülebilir –örneğin İzmir ve İstanbul’da yaşayan Kürtlerde Paris Sendromu- ama Kürdistan Sendromu diyebileceğimiz genel sendrom, Borderline Sendromu’na daha yakındır.

Kürdistan Sendromu tıpkı Borderline Sendromu gibi; sürekli kendine sentetik bir dünya kuran realite kaybı, kendine zarar veren, kimlik bunalımı ve katiline nefret ya da sevgiyi aynı anda barındıran bir ruh hali ve kendine yabancılaşma durumudur. Kürtler yaşadığı kabusu sürekli bilinçdışına itmeye çalışarak epidemik hafıza kaybı diyebileceğimiz bir durumu yaşamaktadır. Örneğin Dersim Katliamı’ndan kurtulanların birçoğu Alevi; Şengal vahşetinden kurtulanların birçoğu Ezidi; Bingöl, Ağrı, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum gibi yerlerdekilerin birçoğu da Müslüman olacak ama bir daha asla Kürt olamayacaklardı.

Bu insan mezbahanesinde ya anne babalar çocuklarının, ya da çocuklar anne babalarının katliamlarını bizzat seyretmek zorunda kalmaktadırlar. Bu toplumun sağlıklı olmasını beklemek elbette mümkün değildir. Savaş ve kolonyal felaketin enkazında gözünü açan çocuklar, yaşadıklarını karşılaştırabilecekleri özgür ve savaşsız bir pratik deneyimleri olmadığı için başka bir normalite tanımıyor; baskı, şiddet savaş ortamını normal algılıyor ve ona uyum yolları arıyorlar. Aşağılanma ve baskılanma, bir içe kapanma ve melankoliye yol açıyor. Önceden programlanmış-öngörülmüş olan bir kolonyal melankoliden sömürgeciler gayet memnundur; çünkü bu melankoli bir pasiflik ve efendiden gizli bir beklenti içerir. Günümüz koşullarında hapishanenin idealize edilen pratikleri ve abartılı bedel teorileri biraz da bu melankolinin ürünüdür. Sömürgeci, bu melankolik acıya bile el koyarak bu melankoliyi çeşitli araçlarla -örneğin televizyon dizileri- yeniden üretir. (bu melankoli Kürtleri kaderciliğe ve bir (Mesih’e) kurtarıcıya yöneltmektedir)

Ne yazık ki Kürtler, sömürgeciliğin gramerini bir türlü çözemeyecekler ve kolonyal fantezi her vesileyle nüks edecek. Yeni nesiller kendi ülkelerine değil sömürgeci metropollere İstanbul, İzmir’e duydukları aşk ve hayranlıklarını gizlemeyeceklerdir. Bir asırdır Türkiye metropollerine, okullarına, Türk diline, yasama meclisine sevdalı olan Kürtlerin ilişkisi, hükmedenlerle-hükmedilenler arasındaki ilişki açısından ibretlik bir göstergedir. Kürtlerin de dahil olduğu Türk siyasi akımlar modası, George Simmel’in deyimiyle kolonize edilenlerin kolonyalistlere karşı olan tutkusu ve özentisiyle modanın hükmetme fonksiyonuna işaret ediyor. Bu aynı zamanda esaret altındakilerin gizli beklentileri ve kendi başına karar almanın sonuçlarından korkmaları anlamına da geliyor. “Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz” türünden mütemadiyen pompalanan tezler bir narkoz hatta bağımlılık etkisi göstermektedir. Kürtlerin yıllar sonra İnönü’nün, Sıdıka Avar’ın ardıllarını kendilerine yeniden efendi olarak seçmelerine sebebiyet veren hafızasızlık, protez aklın üretildiği sömürge fabrikalarının ne düzeyde etkili olduğunu göstermektedir. Demokratik Cumhuriyet’in kolonyal vatandaşlığı ise piyasaya sürülen son moda tezlerden biridir. Anti-kolonyalizme alternatif olarak üretilen bu tezler aydınlanan Kürt bilincinin yolunu karartmaya yöneliktir. Son dönemlerdeki en iyi örneklerden biri olan salgın melankoli -bir beklenti (illüzyon) olarak efendiyi terbiye fantezisi- muhtemelen şunu öngörüyor:

Kürdistan’daki ayaklanmalarda polisler ve askerler silahlarını bırakıp göstericilere, Kürt ahaliye katılacaklar. İmkansızın illüzyonu olan melankoli ile teselli bulmak özgür ormana tekrar dönmekten daha kolay bulunuyor. Teorileştirilmiş bu illüzyonun arkasında ise aslında kendine güvensizlik yatıyor.

Sosyal anestezi uzmanları olan kolonyalistler, köleleri mikro ve makro düzeyde nerede kısmi felce uğratacaklarını çok iyi tecrübe etmişlerdir. Bu ruhsal anestezi diye tanımlayabileceğimiz durum, sömürge insanını, yaşanan vahşeti neredeyse hissetmeme durumuna getirmiştir. Sömürgecilerdeki “Hepimiz suç işlediğimiz için hiçbirimiz suçlu değiliz”, sömürülenlerde ise “Hepimiz köle olduğuna göre hiçbirimiz köle değiliz” şeklindeki melankolik ruh hali, kendini tatmin (kandırma) ilkesine dönüşüyor (Kolektif hipnoz-itaatin rehaveti). Bütün bu kolektif hipnoz mekanizmaları, kolonyalizmi içselleştirerek bir ölçüde kolonizatörü-kolonyal sistemi meşrulaştırmış ve görünmez kılınmasını sağlamıştır. Kürdistan’da kötülük ve sefalet sadece sıradanlaşmamıştır aynı zamanda anonimleşmiştir de.

Kolonyalist, şiddetini bir yandan yasalar ve moral değerler üzerinden meşrulaştırırken, diğer yandan da fantezi endüstrisi aracılığıyla kurbanın suçlu olduğunun sürekli propagandasını yapmaktadır. Kolonizatörler şiddeti-vahşeti ve terbiye mekteplerini bir şeref normu ve kudreti olarak yeniden tanımlar. Örneğin fail “biz sadece işkence ediyoruz ama siz adam öldürüyorsunuz“ der. Kolonyalistlere göre kurbanın yaşadığı işkence ve felaket bile kurbanın sebep olduğu bir durumdur. Kurbanda oluşan bu suçluluk psikolojisi, onu efendiye karşı sürekli suçsuzluğunu ve iyi olduğunu ispata yöneltir. Efendinin zaman zaman okullarda, hapishane veya mahkeme salonlarında veya dizilerde şefkat türünden edimler de sergilediğine tanık oluyoruz; ama efendinin sergilediği zehirli ve sahte şefkat bir üstünlük, gururlanma ve melankoliyi besleme aracından başka bir şey değildir (2) (Cibran, 1999, s. 76).

Kürdistan’da en ağır patolojinin yaşandığı yer Kuzey Kürdistan’dır. Süreklileşmiş ve derinleşmiş sömürge sistemi, sömürgede toplumsal ve bireysel kimlik ve kişiliklerde patolojik bir kriz yaratmışken (sonsuz melankoli) kolonyalistlerde patolojik tahakküm ve şiddet halidir.

SONUÇ YERİNE: MEKANIN VE METNİN ÖNEMİ

H. Lefebvre “Mekana işaret etmeyen söylem ölümcül bir boşluktur, laf kalabalığıdır” (Lefebvre, 2014, S. 153) der. Buna metni de eklemek lazım. E. Hobsbawm da, teorilerin bazen IRA’nın kullandığı bombalardan çok daha büyük tahribatlara yol açabileceğini not düşer. Kolonyalizmden ithal edilen teoriler Kürdistan’da ölümcül deformasyonlara yol açıyor. Yerlilerin düşünce ve yaşam alanlarına ilişkin yeniden kurgulanan düşünsel düzeydeki sömürgecilik teorileri ve kolonyal tarih yazımı, görsel düzeydeki kültür ve sanat, devasa hilekarlıkla dolu bir tahribat mekanizması üretiyor. Bir sömürgecilik hümanizması olarak teorileştirilen “Türk-Kürt” kardeşliği, tecavüzün korkunç suçluluğunu örtmek için üretilen bir maskedir.

Baştaki resme geri dönelim. Balığın yaşama alanında (Lebensraum) haydutlar balığın sırtında onun hemcinslerini avlıyorlar. Yeni teoriye göre balık bu haydutları terbiye edip onu köleleştirmekten vazgeçirecek böylece haydutluğa son verip bütün balıkları kurtaracaktır.

Sadece mezarları değil aynı zamanda hafızası ve düşün dünyası tamamen yağmalanan Kürt, efendisinin merhametine sığınmayı ya da efendiyi terbiye ederek kurtulacağı günün düşünü kurmaktadır. Halbuki efendi, terbiye edilmez daha ziyade terbiye edendir. Kolonyal eğitim sisteminden çıkanların bu gizli aşkı ve beklentisi trajikomik bir melodramdır ve melankolik bir bağımlılıktır. İkinci resim ise iki mekana işaret eder; Kürtlerin yaşadığı fiziki mekan Nusaybin’den Kobani’ye kadar delik deşiktir. Bu resim aynı zamanda Kürt bilincinin-kimliğinin tahribatının soyut mekandaki izdüşümüdür. Fanon’un dediği gibi sömürge insanı öncelikle kolonizatörlerin kendisine biçtiği aşağılayıcı kimlik, statü ve kişiliği kolonizatörün gözünden bakmayı ve bunu içselleştirmeyi reddetmekle işe başlamalı. Türkiyelileşme, ortak vatan, kardeşlik, Anadoluculuk vs. gibi kolonizatörün ürettiği mekanı ve metinleri reddetmelidir. Bunlar neo-sömürgeciliğin kendi üstünlüğünü ve egemenliğini sürdürmek için belirlediği yeni koordinatlarıdır. Bunun için mikro ve makro düzeyde bir savunma aracı olarak ulusal bilincin geliştirilmesi gerekiyor. Toplumsal mücadelelerde belirleyici olan, mücadelenin hangi araçlarla yürütüldüğünden ziyade hangi bilinçle yürütüldüğüdür (Bilincin çarpan etkisi).

Sonuç olarak deyim yerindeyse koloni, sirke çevrilen bir hayvanat bahçesi gibidir, ama parmaklıklar arkasındaki maymun her şeye rağmen zaman zaman özgür ormanın özlemiyle yaşar. Sömürge insanı da yüksek bir gerilimin yörüngesinde huzursuz ve çaresizdir. Hatta hayalleri bile işgal edilmiştir, döneceği ormanı da yakılmaktadır. Bu kolonyal büyüyü bozmak, ona her zaman özgür ormanını hatırlatmak ve çaresiz olmadığını göstermek gerekiyor. Deyim yerindeyse teorik olarak bir kolonyal yapı sökümüne ihtiyaç vardır.

(1) Khanna, R. (2003). Dark Continents. Duke University Press.

(2)  Bu durum meşruiyeti tesis eden mekanizmalardan biridir.

Kaynakça

Cibran, H. (1999). Fırtınalar. Kaknus Yayınları.

Dell, P. F. (2006). A New Model of Dissociative Identity Disorder. Psychiatr Clin N Am.

Lefebvre, H. (2014). Mekanın Üretimi. İstanbul: Sel.

Khanna, R. (2003). Dark Continents. Duke University Press.

 

 *Dr., Köln Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü

Gazete Duvar

 

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi